۞ وَلَقَدْ اٰتَيْنَآ اِبْرٰهِيْمَ رُشْدَهٗ مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا بِهٖ عٰلِمِيْنَ ٥١
- walaqad
- وَلَقَدْ
- ve andolsun
- ātaynā
- ءَاتَيْنَآ
- biz vermiştik
- ib'rāhīma
- إِبْرَٰهِيمَ
- İbrahim'e
- rush'dahu
- رُشْدَهُۥ
- doğru yolu bulma yeteneğini
- min qablu
- مِن قَبْلُ
- daha önceden
- wakunnā
- وَكُنَّا
- ve biz idik
- bihi
- بِهِۦ
- onu
- ʿālimīna
- عَٰلِمِينَ
- biliyor
And olsun ki, daha önce İbrahim'e de akla uygun olanı göstermiştik. Biz onu biliyorduk. ([21] Enbiya: 51)Tefsir
اِذْ قَالَ لِاَبِيْهِ وَقَوْمِهٖ مَا هٰذِهِ التَّمَاثِيْلُ الَّتِيْٓ اَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُوْنَ ٥٢
- idh
- إِذْ
- hani
- qāla
- قَالَ
- demişti ki
- li-abīhi
- لِأَبِيهِ
- babasına
- waqawmihi
- وَقَوْمِهِۦ
- ve kavmine
- mā
- مَا
- nedir?
- hādhihi
- هَٰذِهِ
- şu
- l-tamāthīlu
- ٱلتَّمَاثِيلُ
- heykeller
- allatī antum
- ٱلَّتِىٓ أَنتُمْ
- sizin
- lahā
- لَهَا
- kendisine
- ʿākifūna
- عَٰكِفُونَ
- taptığınız
İbrahim, babasına ve milletine: "Bu tapınıp durduğunuz heykeller nedir?" demişti. ([21] Enbiya: 52)Tefsir
قَالُوْا وَجَدْنَآ اٰبَاۤءَنَا لَهَا عٰبِدِيْنَ ٥٣
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler ki
- wajadnā
- وَجَدْنَآ
- bulduk
- ābāanā
- ءَابَآءَنَا
- babalarımızı
- lahā
- لَهَا
- onlara
- ʿābidīna
- عَٰبِدِينَ
- tapıyorlar
"Babalarımızı onlara tapar bulduk" demişlerdi. ([21] Enbiya: 53)Tefsir
قَالَ لَقَدْ كُنْتُمْ اَنْتُمْ وَاٰبَاۤؤُكُمْ فِيْ ضَلٰلٍ مُّبِيْنٍ ٥٤
- qāla
- قَالَ
- dedi;
- laqad
- لَقَدْ
- doğrusu
- kuntum antum
- كُنتُمْ أَنتُمْ
- siz
- waābāukum
- وَءَابَآؤُكُمْ
- ve babalarınız
- fī
- فِى
- içindesiniz
- ḍalālin
- ضَلَٰلٍ
- bir sapıklık
- mubīnin
- مُّبِينٍ
- açık
İbrahim: "And olsun ki sizler de babalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz" deyince: ([21] Enbiya: 54)Tefsir
قَالُوْٓا اَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ اَمْ اَنْتَ مِنَ اللّٰعِبِيْنَ ٥٥
- qālū
- قَالُوٓا۟
- dediler ki
- aji'tanā
- أَجِئْتَنَا
- bize getirdin mi?
- bil-ḥaqi
- بِٱلْحَقِّ
- gerçeği
- am
- أَمْ
- yoksa
- anta
- أَنتَ
- sen
- mina l-lāʿibīna
- مِنَ ٱللَّٰعِبِينَ
- şaka mı yapıyorsun?
"Sen bize gerçeği mi getirdin yoksa şaka mı ediyorsun?" dediler. ([21] Enbiya: 55)Tefsir
قَالَ بَلْ رَّبُّكُمْ رَبُّ السَّمٰوٰتِ وَالْاَرْضِ الَّذِيْ فَطَرَهُنَّۖ وَاَنَا۠ عَلٰى ذٰلِكُمْ مِّنَ الشّٰهِدِيْنَ ٥٦
- qāla
- قَالَ
- dedi
- bal
- بَل
- hayır
- rabbukum
- رَّبُّكُمْ
- Rabbiniz
- rabbu
- رَبُّ
- Rabbidir
- l-samāwāti
- ٱلسَّمَٰوَٰتِ
- göklerin
- wal-arḍi
- وَٱلْأَرْضِ
- ve yerin
- alladhī
- ٱلَّذِى
- o ki
- faṭarahunna
- فَطَرَهُنَّ
- onları yaratmıştır
- wa-anā
- وَأَنَا۠
- ve ben de
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerine
- dhālikum
- ذَٰلِكُم
- bunun
- mina l-shāhidīna
- مِّنَ ٱلشَّٰهِدِينَ
- şahidlik edenlerdenim
O şöyle dedi: "Hayır; Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir ki onları O yaratmıştır. Ben de buna şahidlik edenlerdenim." ([21] Enbiya: 56)Tefsir
وَتَاللّٰهِ لَاَكِيْدَنَّ اَصْنَامَكُمْ بَعْدَ اَنْ تُوَلُّوْا مُدْبِرِيْنَ ٥٧
- watal-lahi
- وَتَٱللَّهِ
- Allah'a and olsun ki
- la-akīdanna
- لَأَكِيدَنَّ
- bir tuzak kuracağım
- aṣnāmakum
- أَصْنَٰمَكُم
- putlarınıza
- baʿda
- بَعْدَ
- sonra
- an tuwallū
- أَن تُوَلُّوا۟
- siz gittikten
- mud'birīna
- مُدْبِرِينَ
- arkanızı dönüp
"Allah'a yemin ederim ki, siz ayrıldıktan sonra, putlarınıza bir tuzak kuracağım!" ([21] Enbiya: 57)Tefsir
فَجَعَلَهُمْ جُذَاذًا اِلَّا كَبِيْرًا لَّهُمْ لَعَلَّهُمْ اِلَيْهِ يَرْجِعُوْنَ ٥٨
- fajaʿalahum
- فَجَعَلَهُمْ
- nihayet onları etti
- judhādhan
- جُذَٰذًا
- parça parça
- illā
- إِلَّا
- yalnız hariç
- kabīran
- كَبِيرًا
- büyüğü
- lahum
- لَّهُمْ
- onların
- laʿallahum
- لَعَلَّهُمْ
- belki
- ilayhi
- إِلَيْهِ
- ona
- yarjiʿūna
- يَرْجِعُونَ
- müracaat ederler (diye)
Hepsini paramparça edip, içlerinden büyüğünü ona başvursunlar diye, sağlam bıraktı. ([21] Enbiya: 58)Tefsir
قَالُوْا مَنْ فَعَلَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَآ اِنَّهٗ لَمِنَ الظّٰلِمِيْنَ ٥٩
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler
- man
- مَن
- kim?
- faʿala
- فَعَلَ
- yaptı
- hādhā
- هَٰذَا
- bunu
- biālihatinā
- بِـَٔالِهَتِنَآ
- tanrılarımıza
- innahu
- إِنَّهُۥ
- muhakkak o
- lamina
- لَمِنَ
- biridir
- l-ẓālimīna
- ٱلظَّٰلِمِينَ
- zalimlerden
Milleti: "Tanrılarımıza bunu kim yaptı? Doğrusu o zalimlerden biridir" dediler. ([21] Enbiya: 59)Tefsir
قَالُوْا سَمِعْنَا فَتًى يَّذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَهٗٓ اِبْرٰهِيْمُ ۗ ٦٠
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler
- samiʿ'nā
- سَمِعْنَا
- işittik
- fatan
- فَتًى
- bir genç
- yadhkuruhum
- يَذْكُرُهُمْ
- onları diline dolayan
- yuqālu
- يُقَالُ
- deniliyormuş
- lahu
- لَهُۥٓ
- kendisine
- ib'rāhīmu
- إِبْرَٰهِيمُ
- İbrahim
Bazıları: "İbrahim denen bir gencin onları diline doladığını duymuştuk" deyince, "O halde bunların şahidlik edebilmeleri için onu halkın gözü önüne getirin" dediler. ([21] Enbiya: 60)Tefsir