اِقْتَرَبَ لِلنَّاسِ حِسَابُهُمْ وَهُمْ فِيْ غَفْلَةٍ مُّعْرِضُوْنَ ۚ ١
- iq'taraba
- ٱقْتَرَبَ
- yaklaştı
- lilnnāsi
- لِلنَّاسِ
- insanların
- ḥisābuhum
- حِسَابُهُمْ
- hesapları
- wahum
- وَهُمْ
- fakat onlar
- fī
- فِى
- içinde
- ghaflatin
- غَفْلَةٍ
- gaflet
- muʿ'riḍūna
- مُّعْرِضُونَ
- yüz çevirmektedirler
İnsanların hesap görme zamanı yaklaştı, fakat onlar hala habersiz, hakdan yüz çeviriyorlar. ([21] Enbiya: 1)Tefsir
مَا يَأْتِيْهِمْ مِّنْ ذِكْرٍ مِّنْ رَّبِّهِمْ مُّحْدَثٍ اِلَّا اسْتَمَعُوْهُ وَهُمْ يَلْعَبُوْنَ ۙ ٢
- mā yatīhim
- مَا يَأْتِيهِم
- kendilerine gelen
- min
- مِّن
- her
- dhik'rin
- ذِكْرٍ
- ikazı
- min rabbihim
- مِّن رَّبِّهِم
- Rablerinden
- muḥ'dathin
- مُّحْدَثٍ
- yeni
- illā
- إِلَّا
- ancak
- is'tamaʿūhu
- ٱسْتَمَعُوهُ
- dinlerler
- wahum
- وَهُمْ
- onlar
- yalʿabūna
- يَلْعَبُونَ
- eğlenerek
Rablerinden kendilerine gelen her yeni ihtarı mutlaka, gönülleri gaflet içinde eğlenerek dinlerler. Zulmedenler, gizli toplantılarında: "Bu zat, sizin gibi bir insandan başka bir şey midir? Siz, göz göre göre sihre mi uyarsınız?" diye konuşurlar. ([21] Enbiya: 2)Tefsir
لَاهِيَةً قُلُوْبُهُمْۗ وَاَسَرُّوا النَّجْوَىۖ الَّذِيْنَ ظَلَمُوْاۖ هَلْ هٰذَآ اِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْۚ اَفَتَأْتُوْنَ السِّحْرَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُوْنَ ٣
- lāhiyatan
- لَاهِيَةً
- eğlencededir
- qulūbuhum
- قُلُوبُهُمْۗ
- kalbleri
- wa-asarrū
- وَأَسَرُّوا۟
- ve gizlediler
- l-najwā
- ٱلنَّجْوَى
- aralarındaki konuşmayı
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- ẓalamū
- ظَلَمُوا۟
- zulmeden(ler)
- hal
- هَلْ
- değil mi?
- hādhā
- هَٰذَآ
- bu
- illā
- إِلَّا
- ancak
- basharun
- بَشَرٌ
- bir insandır
- mith'lukum
- مِّثْلُكُمْۖ
- sizin gibi
- afatatūna
- أَفَتَأْتُونَ
- şimdi siz kapılacak mısınız?
- l-siḥ'ra
- ٱلسِّحْرَ
- büyüye
- wa-antum
- وَأَنتُمْ
- siz
- tub'ṣirūna
- تُبْصِرُونَ
- görüyorken
Rablerinden kendilerine gelen her yeni ihtarı mutlaka, gönülleri gaflet içinde eğlenerek dinlerler. Zulmedenler, gizli toplantılarında: "Bu zat, sizin gibi bir insandan başka bir şey midir? Siz, göz göre göre sihre mi uyarsınız?" diye konuşurlar. ([21] Enbiya: 3)Tefsir
قٰلَ رَبِّيْ يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِى السَّمَاۤءِ وَالْاَرْضِۖ وَهُوَ السَّمِيْعُ الْعَلِيْمُ ٤
- qāla
- قَالَ
- dedi ki
- rabbī
- رَبِّى
- Rabbim
- yaʿlamu
- يَعْلَمُ
- bilir
- l-qawla
- ٱلْقَوْلَ
- konuşulanı
- fī l-samāi
- فِى ٱلسَّمَآءِ
- gökte
- wal-arḍi
- وَٱلْأَرْضِۖ
- ve yerde
- wahuwa
- وَهُوَ
- ve O
- l-samīʿu
- ٱلسَّمِيعُ
- işitendir
- l-ʿalīmu
- ٱلْعَلِيمُ
- bilendir
Peygamber: "Benim Rabbim gökte ve yerde söyleneni bilir. O, işitendir, bilendir" dedi. ([21] Enbiya: 4)Tefsir
بَلْ قَالُوْٓا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍۢ بَلِ افْتَرٰىهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌۚ فَلْيَأْتِنَا بِاٰيَةٍ كَمَآ اُرْسِلَ الْاَوَّلُوْنَ ٥
- bal
- بَلْ
- hayır
- qālū
- قَالُوٓا۟
- dediler
- aḍghāthu
- أَضْغَٰثُ
- (bu) karmakarışık
- aḥlāmin
- أَحْلَٰمٍۭ
- hayallerdir
- bali
- بَلِ
- hayır
- if'tarāhu
- ٱفْتَرَىٰهُ
- onu uydurmuş
- bal
- بَلْ
- hayır
- huwa
- هُوَ
- o
- shāʿirun
- شَاعِرٌ
- şa'irdir
- falyatinā
- فَلْيَأْتِنَا
- bize getirse ya
- biāyatin
- بِـَٔايَةٍ
- bir mu'cize
- kamā
- كَمَآ
- gibi
- ur'sila
- أُرْسِلَ
- gönderildikleri
- l-awalūna
- ٱلْأَوَّلُونَ
- öncekilerin
Onlar: "Hayır; bunlar karışık rüyalardır", "Hayır; onu uydurmuştur", "Hayır; o şairdir", "Haydi önceki peygamberler gibi o da bize bir mucize getirsin" dediler. ([21] Enbiya: 5)Tefsir
مَآ اٰمَنَتْ قَبْلَهُمْ مِّنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنٰهَاۚ اَفَهُمْ يُؤْمِنُوْنَ ٦
- mā āmanat
- مَآ ءَامَنَتْ
- inanmamıştı
- qablahum
- قَبْلَهُم
- bunlardan önce
- min
- مِّن
- hiçbir
- qaryatin
- قَرْيَةٍ
- kent (halkı)
- ahlaknāhā
- أَهْلَكْنَٰهَآۖ
- helak ettiğimiz
- afahum
- أَفَهُمْ
- şimdi bunlar mı?
- yu'minūna
- يُؤْمِنُونَ
- inanacaklar
Onlardan önce yoketmiş olduğumuz kasabalar halkı inanmadılar, bunlar mı inanacaklar? ([21] Enbiya: 6)Tefsir
وَمَآ اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ اِلَّا رِجَالًا نُّوْحِيْٓ اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُوْٓا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُوْنَ ٧
- wamā arsalnā
- وَمَآ أَرْسَلْنَا
- biz göndermedik
- qablaka
- قَبْلَكَ
- senden önce
- illā
- إِلَّا
- başkasını
- rijālan
- رِجَالًا
- erkeklerden
- nūḥī
- نُّوحِىٓ
- vahyedilen
- ilayhim
- إِلَيْهِمْۖ
- kendilerine
- fasalū
- فَسْـَٔلُوٓا۟
- sorun
- ahla
- أَهْلَ
- ehline
- l-dhik'ri
- ٱلذِّكْرِ
- Zikir
- in
- إِن
- eğer
- kuntum
- كُنتُمْ
- idiyseniz
- lā taʿlamūna
- لَا تَعْلَمُونَ
- bilmiyor
Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz adamlar gönderdik. Bilmiyorsanız kitablılara sorun. ([21] Enbiya: 7)Tefsir
وَمَا جَعَلْنٰهُمْ جَسَدًا لَّا يَأْكُلُوْنَ الطَّعَامَ وَمَا كَانُوْا خٰلِدِيْنَ ٨
- wamā
- وَمَا
- ve
- jaʿalnāhum
- جَعَلْنَٰهُمْ
- biz onları yapmadık
- jasadan
- جَسَدًا
- ceset(ler)
- lā yakulūna
- لَّا يَأْكُلُونَ
- yemeyen
- l-ṭaʿāma
- ٱلطَّعَامَ
- yemek
- wamā
- وَمَا
- ve
- kānū
- كَانُوا۟
- değillerdi
- khālidīna
- خَٰلِدِينَ
- ölümsüz
Biz onları yemek yemez birer ceset kılmadık ve onlar ölümsüz de değillerdi. ([21] Enbiya: 8)Tefsir
ثُمَّ صَدَقْنٰهُمُ الْوَعْدَ فَاَنْجَيْنٰهُمْ وَمَنْ نَّشَاۤءُ وَاَهْلَكْنَا الْمُسْرِفِيْنَ ٩
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- ṣadaqnāhumu
- صَدَقْنَٰهُمُ
- yerine getirdik
- l-waʿda
- ٱلْوَعْدَ
- verdiğimiz sözü
- fa-anjaynāhum
- فَأَنجَيْنَٰهُمْ
- onları kurtardık
- waman
- وَمَن
- ve kimseleri
- nashāu
- نَّشَآءُ
- dilediğimiz
- wa-ahlaknā
- وَأَهْلَكْنَا
- ve helak ettik
- l-mus'rifīna
- ٱلْمُسْرِفِينَ
- aşırı gidenleri
Sonra Biz onlara verdiğimiz sözü yerine getirdik, kendilerini ve dilediklerimizi kurtardık; aşırı gidenleri ise yok ettik. ([21] Enbiya: 9)Tefsir
لَقَدْ اَنْزَلْنَآ اِلَيْكُمْ كِتٰبًا فِيْهِ ذِكْرُكُمْۗ اَفَلَا تَعْقِلُوْنَ ࣖ ١٠
- laqad
- لَقَدْ
- andolsun
- anzalnā
- أَنزَلْنَآ
- indirdik
- ilaykum
- إِلَيْكُمْ
- size
- kitāban
- كِتَٰبًا
- bir Kitap
- fīhi
- فِيهِ
- içinde
- dhik'rukum
- ذِكْرُكُمْۖ
- Zikr'iniz bulunan
- afalā taʿqilūna
- أَفَلَا تَعْقِلُونَ
- aklınızı kullanmıyor musunuz?
And olsun ki, size şerefiniz ve öğüt veren bir Kitap indirdik; akletmiyor musunuz? ([21] Enbiya: 10)Tefsir