قَالُوْا لَنْ نَّبْرَحَ عَلَيْهِ عٰكِفِيْنَ حَتّٰى يَرْجِعَ اِلَيْنَا مُوْسٰى ٩١
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler
- lan
- لَن
- asla
- nabraḥa
- نَّبْرَحَ
- vazgeçmeyeceğiz
- ʿalayhi
- عَلَيْهِ
- buna
- ʿākifīna
- عَٰكِفِينَ
- tapmaktan
- ḥattā
- حَتَّىٰ
- kadar
- yarjiʿa
- يَرْجِعَ
- dönünceye
- ilaynā
- إِلَيْنَا
- bize
- mūsā
- مُوسَىٰ
- Musa
"Musa bize dönene kadar buna sarılmaktan vazgeçmeyeceğiz" demişlerdi. ([20] Taha: 91)Tefsir
قَالَ يٰهٰرُوْنُ مَا مَنَعَكَ اِذْ رَاَيْتَهُمْ ضَلُّوْٓا ۙ ٩٢
- qāla
- قَالَ
- dedi
- yāhārūnu
- يَٰهَٰرُونُ
- Ey Harun
- mā
- مَا
- nedir?
- manaʿaka
- مَنَعَكَ
- sana engel olan
- idh
- إِذْ
- zaman
- ra-aytahum
- رَأَيْتَهُمْ
- gördüğünde onların
- ḍallū
- ضَلُّوٓا۟
- saptıklarını
Musa gelince: "Harun! Onların sapıttığını görünce seni benim yolumdan gitmekten alıkoyan nedir? Benim emrime karşı mı geldin?" dedi. ([20] Taha: 92)Tefsir
اَلَّا تَتَّبِعَنِۗ اَفَعَصَيْتَ اَمْرِيْ ٩٣
- allā tattabiʿani
- أَلَّا تَتَّبِعَنِۖ
- neden bana uymadın?
- afaʿaṣayta
- أَفَعَصَيْتَ
- karşı mı geldin?
- amrī
- أَمْرِى
- buyruğuma
Musa gelince: "Harun! Onların sapıttığını görünce seni benim yolumdan gitmekten alıkoyan nedir? Benim emrime karşı mı geldin?" dedi. ([20] Taha: 93)Tefsir
قَالَ يَبْنَؤُمَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَتِيْ وَلَا بِرَأْسِيْۚ اِنِّيْ خَشِيْتُ اَنْ تَقُوْلَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَنِيْٓ اِسْرَاۤءِيْلَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْلِيْ ٩٤
- qāla
- قَالَ
- dedi
- yabna-umma
- يَبْنَؤُمَّ
- (ey) anamın oğlu
- lā takhudh
- لَا تَأْخُذْ
- tutma
- biliḥ'yatī
- بِلِحْيَتِى
- sakalımı
- walā
- وَلَا
- ve
- birasī
- بِرَأْسِىٓۖ
- başımı
- innī
- إِنِّى
- muhakkak ki ben
- khashītu
- خَشِيتُ
- korktum
- an
- أَن
- diye
- taqūla
- تَقُولَ
- diyeceksin
- farraqta
- فَرَّقْتَ
- ayrılık çıkardın
- bayna
- بَيْنَ
- arasında
- banī
- بَنِىٓ
- oğulları
- is'rāīla
- إِسْرَٰٓءِيلَ
- İsrail
- walam
- وَلَمْ
- ve
- tarqub
- تَرْقُبْ
- tutmadın
- qawlī
- قَوْلِى
- sözümü
Harun: "Ey Annemoğlu! Saçımdan sakalımdan tutma; doğrusu İsrailoğulları arasına ayrılık koydun, sözüme bakmadın demenden korktum" dedi. ([20] Taha: 94)Tefsir
قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يٰسَامِرِيُّ ٩٥
- qāla
- قَالَ
- dedi ki
- famā
- فَمَا
- nedir?
- khaṭbuka
- خَطْبُكَ
- senin amacın
- yāsāmiriyyu
- يَٰسَٰمِرِىُّ
- Ey Samiri
Musa: "Ey Samiri! Ya senin yaptığın nedir?" dedi. ([20] Taha: 95)Tefsir
قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوْا بِهٖ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِّنْ اَثَرِ الرَّسُوْلِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذٰلِكَ سَوَّلَتْ لِيْ نَفْسِيْ ٩٦
- qāla
- قَالَ
- dedi ki
- baṣur'tu
- بَصُرْتُ
- ben gördüm
- bimā
- بِمَا
- şeyleri
- lam yabṣurū
- لَمْ يَبْصُرُوا۟
- onların görmedikleri
- bihi
- بِهِۦ
- onda
- faqabaḍtu
- فَقَبَضْتُ
- sonra aldım
- qabḍatan
- قَبْضَةً
- bir avuç
- min athari
- مِّنْ أَثَرِ
- eserinden
- l-rasūli
- ٱلرَّسُولِ
- Elçinin
- fanabadhtuhā
- فَنَبَذْتُهَا
- ve onu attım
- wakadhālika
- وَكَذَٰلِكَ
- ve böyle (yapmayı)
- sawwalat
- سَوَّلَتْ
- hoş gösterdi
- lī
- لِى
- bana
- nafsī
- نَفْسِى
- nefsim
Samiri: "Onların görmedikleri bir şey gördüm ve o sana gelen elçinin bastığı yerden bir avuç avuçladım. Bunu ziynet eşyasının eritildiği potaya attım. Nefsim böyle yaptırdı" dedi. ([20] Taha: 96)Tefsir
قَالَ فَاذْهَبْ فَاِنَّ لَكَ فِى الْحَيٰوةِ اَنْ تَقُوْلَ لَا مِسَاسَۖ وَاِنَّ لَكَ مَوْعِدًا لَّنْ تُخْلَفَهٗۚ وَانْظُرْ اِلٰٓى اِلٰهِكَ الَّذِيْ ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفًا ۗ لَنُحَرِّقَنَّهٗ ثُمَّ لَنَنْسِفَنَّهٗ فِى الْيَمِّ نَسْفًا ٩٧
- qāla
- قَالَ
- (Musa) dedi
- fa-idh'hab
- فَٱذْهَبْ
- git (defol)
- fa-inna
- فَإِنَّ
- artık
- laka
- لَكَ
- sen
- fī l-ḥayati
- فِى ٱلْحَيَوٰةِ
- hayat boyunca
- an taqūla
- أَن تَقُولَ
- diyeceksin
- lā misāsa
- لَا مِسَاسَۖ
- bana dokunmayın!
- wa-inna
- وَإِنَّ
- ve şüphesiz
- laka
- لَكَ
- sana
- mawʿidan
- مَوْعِدًا
- va'dedilenden (cezadan)
- lan
- لَّن
- asla
- tukh'lafahu
- تُخْلَفَهُۥۖ
- kurtulamayacaksın
- wa-unẓur
- وَٱنظُرْ
- şimdi bak
- ilā ilāhika
- إِلَىٰٓ إِلَٰهِكَ
- tanrına
- alladhī ẓalta
- ٱلَّذِى ظَلْتَ
- durup ısrarla
- ʿalayhi
- عَلَيْهِ
- ona
- ʿākifan
- عَاكِفًاۖ
- taptığın
- lanuḥarriqannahu
- لَّنُحَرِّقَنَّهُۥ
- biz onu yakacağız
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- lanansifannahu
- لَنَنسِفَنَّهُۥ
- onu savuracağız
- fī l-yami
- فِى ٱلْيَمِّ
- denize
- nasfan
- نَسْفًا
- ufalayıp
Musa: "Defol! Doğrusu artık hayatta, "Bana dokunmayın!" demenden başka yapacağın yoktur. Senin için asla kaçamayacağın bir ceza daha vardır. Durup üzerinde titrediğin tanrına bak, onu yakacağız, sonra denize dökeceğiz" dedi. ([20] Taha: 97)Tefsir
اِنَّمَآ اِلٰهُكُمُ اللّٰهُ الَّذِيْ لَآ اِلٰهَ اِلَّا هُوَۗ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا ٩٨
- innamā
- إِنَّمَآ
- ancak
- ilāhukumu
- إِلَٰهُكُمُ
- tanrınız
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'tır
- alladhī lā
- ٱلَّذِى لَآ
- olmayan
- ilāha
- إِلَٰهَ
- tanrı
- illā
- إِلَّا
- başka
- huwa
- هُوَۚ
- O'ndan
- wasiʿa
- وَسِعَ
- kuşatmıştır
- kulla
- كُلَّ
- her
- shayin
- شَىْءٍ
- şeyi
- ʿil'man
- عِلْمًا
- O'nun bilgisi
Sizin Tanrınız, ancak, O'ndan başka tanrı olmayan Allah'tır. İlmi her şeyi içine almıştır. ([20] Taha: 98)Tefsir
كَذٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْۢبَاۤءِ مَا قَدْ سَبَقَۚ وَقَدْ اٰتَيْنٰكَ مِنْ لَّدُنَّا ذِكْرًا ۚ ٩٩
- kadhālika
- كَذَٰلِكَ
- böylece
- naquṣṣu
- نَقُصُّ
- anlatıyoruz
- ʿalayka
- عَلَيْكَ
- sana
- min anbāi
- مِنْ أَنۢبَآءِ
- haberlerinden
- mā qad sabaqa
- مَا قَدْ سَبَقَۚ
- geçmişlerin
- waqad
- وَقَدْ
- gerçekten
- ātaynāka
- ءَاتَيْنَٰكَ
- sana verdik
- min ladunnā
- مِن لَّدُنَّا
- katımızdan
- dhik'ran
- ذِكْرًا
- bir Zikir
Geçmiş olayları sana böyle anlatırız. Katımızdan sana da bir Kitap verdik; kim ondan yüz çevirirse bilsin ki kıyamet günü bir günah yükü yüklenecektir. ([20] Taha: 99)Tefsir
مَنْ اَعْرَضَ عَنْهُ فَاِنَّهٗ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وِزْرًا ١٠٠
- man
- مَّنْ
- kim
- aʿraḍa
- أَعْرَضَ
- yüz çevirirse
- ʿanhu
- عَنْهُ
- ondan
- fa-innahu
- فَإِنَّهُۥ
- şüphesiz o
- yaḥmilu
- يَحْمِلُ
- yüklenecektir
- yawma
- يَوْمَ
- günü
- l-qiyāmati
- ٱلْقِيَٰمَةِ
- kıyamet
- wiz'ran
- وِزْرًا
- (ağır) bir günah
Geçmiş olayları sana böyle anlatırız. Katımızdan sana da bir Kitap verdik; kim ondan yüz çevirirse bilsin ki kıyamet günü bir günah yükü yüklenecektir. ([20] Taha: 100)Tefsir