بَلٰى مَنْ كَسَبَ سَيِّئَةً وَّاَحَاطَتْ بِهٖ خَطِيْۤـَٔتُهٗ فَاُولٰۤىِٕكَ اَصْحٰبُ النَّارِ ۚ هُمْ فِيْهَا خٰلِدُوْنَ ٨١
- balā
- بَلَىٰ
- evet
- man
- مَن
- kim
- kasaba
- كَسَبَ
- kazanır
- sayyi-atan
- سَيِّئَةً
- bir günah
- wa-aḥāṭat
- وَأَحَٰطَتْ
- ve kuşatmış olursa
- bihi
- بِهِۦ
- kendisini
- khaṭīatuhu
- خَطِيٓـَٔتُهُۥ
- suçu
- fa-ulāika
- فَأُو۟لَٰٓئِكَ
- işte onlar
- aṣḥābu
- أَصْحَٰبُ
- halkıdır
- l-nāri
- ٱلنَّارِۖ
- ateş
- hum
- هُمْ
- onlar
- fīhā
- فِيهَا
- orada
- khālidūna
- خَٰلِدُونَ
- sürekli kalacaklardır
Hayır öyle değil; kötülük işleyip suçu kendisini kuşatmış olan kimseler; cehennemlikler işte onlardır. Onlar orada temellidirler. ([2] Bakara: 81)Tefsir
وَالَّذِيْنَ اٰمَنُوْا وَعَمِلُوا الصّٰلِحٰتِ اُولٰۤىِٕكَ اَصْحٰبُ الْجَنَّةِ ۚ هُمْ فِيْهَا خٰلِدُوْنَ ࣖ ٨٢
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- kimseler
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- inanan
- waʿamilū
- وَعَمِلُوا۟
- ve yapanlar
- l-ṣāliḥāti
- ٱلصَّٰلِحَٰتِ
- yararlı işler
- ulāika
- أُو۟لَٰٓئِكَ
- işte onlar da
- aṣḥābu
- أَصْحَٰبُ
- halkıdır
- l-janati
- ٱلْجَنَّةِۖ
- cennet
- hum
- هُمْ
- onlar
- fīhā
- فِيهَا
- orada
- khālidūna
- خَٰلِدُونَ
- sürekli kalacaklardır
İnanıp yararlı işler yapan kimseler cennetlik olanlardır, onlar da orada temellidirler. ([2] Bakara: 82)Tefsir
وَاِذْ اَخَذْنَا مِيْثَاقَ بَنِيْٓ اِسْرَاۤءِيْلَ لَا تَعْبُدُوْنَ اِلَّا اللّٰهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا وَّذِى الْقُرْبٰى وَالْيَتٰمٰى وَالْمَسٰكِيْنِ وَقُوْلُوْا لِلنَّاسِ حُسْنًا وَّاَقِيْمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۗ ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ اِلَّا قَلِيْلًا مِّنْكُمْ وَاَنْتُمْ مُّعْرِضُوْنَ ٨٣
- wa-idh
- وَإِذْ
- ve hani
- akhadhnā
- أَخَذْنَا
- biz almıştık
- mīthāqa
- مِيثَٰقَ
- bir söz
- banī
- بَنِىٓ
- oğullarından
- is'rāīla
- إِسْرَٰٓءِيلَ
- İsrail
- lā taʿbudūna
- لَا تَعْبُدُونَ
- kulluk etmeyeceksiniz
- illā
- إِلَّا
- başkasına
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'tan
- wabil-wālidayni
- وَبِٱلْوَٰلِدَيْنِ
- ve anaya-babaya
- iḥ'sānan
- إِحْسَانًا
- iyilik edeceksiniz
- wadhī
- وَذِى
- ve
- l-qur'bā
- ٱلْقُرْبَىٰ
- yakınlara
- wal-yatāmā
- وَٱلْيَتَٰمَىٰ
- ve yetimlere
- wal-masākīni
- وَٱلْمَسَٰكِينِ
- ve yoksullara
- waqūlū
- وَقُولُوا۟
- ve söyleyin
- lilnnāsi
- لِلنَّاسِ
- insanlara
- ḥus'nan
- حُسْنًا
- güzel söz
- wa-aqīmū
- وَأَقِيمُوا۟
- ve kılın
- l-ṣalata
- ٱلصَّلَوٰةَ
- namazı
- waātū
- وَءَاتُوا۟
- ve verin
- l-zakata
- ٱلزَّكَوٰةَ
- zekatı
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- tawallaytum
- تَوَلَّيْتُمْ
- döndünüz
- illā
- إِلَّا
- hariç
- qalīlan
- قَلِيلًا
- pek azınız
- minkum
- مِّنكُمْ
- sizden olan
- wa-antum
- وَأَنتُم
- ve siz
- muʿ'riḍūna
- مُّعْرِضُونَ
- yüz çeviriyorsunuz
İsrailoğullarından, "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, anne babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere iyilik edin, insanlarla güzel güzel konuşun, namazı kılın, zekatı verin" diye söz almıştık. Sonra siz pek azınız müstesna, döndünüz; hala da yüz çevirip duruyorsunuz. ([2] Bakara: 83)Tefsir
وَاِذْ اَخَذْنَا مِيْثَاقَكُمْ لَا تَسْفِكُوْنَ دِمَاۤءَكُمْ وَلَا تُخْرِجُوْنَ اَنْفُسَكُمْ مِّنْ دِيَارِكُمْ ۖ ثُمَّ اَقْرَرْتُمْ وَاَنْتُمْ تَشْهَدُوْنَ ٨٤
- wa-idh
- وَإِذْ
- hani
- akhadhnā
- أَخَذْنَا
- almıştık
- mīthāqakum
- مِيثَٰقَكُمْ
- sizden kesin söz
- lā tasfikūna
- لَا تَسْفِكُونَ
- dökmeyeceksiniz
- dimāakum
- دِمَآءَكُمْ
- birbirinizin kanını
- walā tukh'rijūna
- وَلَا تُخْرِجُونَ
- çıkarmayacaksınız
- anfusakum
- أَنفُسَكُم
- birbirinizi
- min diyārikum
- مِّن دِيَٰرِكُمْ
- yurtlarınızdan
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- aqrartum
- أَقْرَرْتُمْ
- kabul etmiştiniz
- wa-antum
- وَأَنتُمْ
- ve siz
- tashhadūna
- تَشْهَدُونَ
- şahidsiniz
Kanınızı dökmeyin, birbirinizi yurdunuzdan sürmeyin diye sizden söz almıştık, sonra bunu böylece kabul etmiştiniz, buna siz şahidsiniz. ([2] Bakara: 84)Tefsir
ثُمَّ اَنْتُمْ هٰٓؤُلَاۤءِ تَقْتُلُوْنَ اَنْفُسَكُمْ وَتُخْرِجُوْنَ فَرِيْقًا مِّنْكُمْ مِّنْ دِيَارِهِمْۖ تَظٰهَرُوْنَ عَلَيْهِمْ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۗ وَاِنْ يَّأْتُوْكُمْ اُسٰرٰى تُفٰدُوْهُمْ وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ اِخْرَاجُهُمْ ۗ اَفَتُؤْمِنُوْنَ بِبَعْضِ الْكِتٰبِ وَتَكْفُرُوْنَ بِبَعْضٍۚ فَمَا جَزَاۤءُ مَنْ يَّفْعَلُ ذٰلِكَ مِنْكُمْ اِلَّا خِزْيٌ فِى الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ۚوَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُرَدُّوْنَ اِلٰٓى اَشَدِّ الْعَذَابِۗ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُوْنَ ٨٥
- thumma
- ثُمَّ
- Ama
- antum
- أَنتُمْ
- siz
- hāulāi taqtulūna
- هَٰٓؤُلَآءِ تَقْتُلُونَ
- öldürüyorsunuz
- anfusakum
- أَنفُسَكُمْ
- birbirinizi
- watukh'rijūna
- وَتُخْرِجُونَ
- ve çıkarıyorsunuz
- farīqan
- فَرِيقًا
- bir grubu
- minkum
- مِّنكُم
- sizden
- min diyārihim
- مِّن دِيَٰرِهِمْ
- yurtlarından
- taẓāharūna
- تَظَٰهَرُونَ
- birleşiyorsunuz
- ʿalayhim
- عَلَيْهِم
- onlara karşı
- bil-ith'mi
- بِٱلْإِثْمِ
- günah
- wal-ʿud'wāni
- وَٱلْعُدْوَٰنِ
- ve düşmanlıkla
- wa-in
- وَإِن
- ve eğer
- yatūkum
- يَأْتُوكُمْ
- size geldiklerinde
- usārā
- أُسَٰرَىٰ
- esir olarak
- tufādūhum
- تُفَٰدُوهُمْ
- fidyelerini veriyorsunuz
- wahuwa
- وَهُوَ
- ve o
- muḥarramun
- مُحَرَّمٌ
- yasaklanmış iken
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْ
- size
- ikh'rājuhum
- إِخْرَاجُهُمْۚ
- onları çıkarmak
- afatu'minūna
- أَفَتُؤْمِنُونَ
- yoksa siz inanıyorsunuz da
- bibaʿḍi
- بِبَعْضِ
- bir kısmına
- l-kitābi
- ٱلْكِتَٰبِ
- Kitabın
- watakfurūna
- وَتَكْفُرُونَ
- inkar mı ediyorsunuz
- bibaʿḍin
- بِبَعْضٍۚ
- bir kısmını
- famā
- فَمَا
- nedir?
- jazāu
- جَزَآءُ
- cezası
- man
- مَن
- kimsenin
- yafʿalu
- يَفْعَلُ
- yapan
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- bunu
- minkum
- مِنكُمْ
- sizden
- illā
- إِلَّا
- başka
- khiz'yun
- خِزْىٌ
- rezil olmaktan
- fī l-ḥayati
- فِى ٱلْحَيَوٰةِ
- hayatında
- l-dun'yā
- ٱلدُّنْيَاۖ
- dünya
- wayawma
- وَيَوْمَ
- ve gününde
- l-qiyāmati
- ٱلْقِيَٰمَةِ
- kıyamet
- yuraddūna
- يُرَدُّونَ
- onlar itilirler
- ilā ashaddi
- إِلَىٰٓ أَشَدِّ
- en şiddetlisine
- l-ʿadhābi
- ٱلْعَذَابِۗ
- azabın
- wamā
- وَمَا
- değildir
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- bighāfilin
- بِغَٰفِلٍ
- gafil
- ʿammā taʿmalūna
- عَمَّا تَعْمَلُونَ
- yaptıklarınızdan
Sonra siz, birbirinizi öldüren, aranızdan bir takımı memleketlerinden süren, onlara karşı günah ve düşmanlıkta birleşen, onları çıkarmak haramken size esir olarak geldiklerinde fidyelerini vermeye kalkan kimselersiniz. Kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın cezası ancak dünya hayatında rezil olmaktır. Ahiret gününde de azabın en şiddetlisine onlar uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir. ([2] Bakara: 85)Tefsir
اُولٰۤىِٕكَ الَّذِيْنَ اشْتَرَوُا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِ ۖ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْصَرُوْنَ ࣖ ٨٦
- ulāika
- أُو۟لَٰٓئِكَ
- işte onlar
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselerdir
- ish'tarawū
- ٱشْتَرَوُا۟
- satın alan
- l-ḥayata
- ٱلْحَيَوٰةَ
- hayatını
- l-dun'yā
- ٱلدُّنْيَا
- dünya
- bil-ākhirati
- بِٱلْءَاخِرَةِۖ
- ahireti verip
- falā yukhaffafu
- فَلَا يُخَفَّفُ
- hiç hafifletilmez
- ʿanhumu
- عَنْهُمُ
- onlardan
- l-ʿadhābu
- ٱلْعَذَابُ
- azab
- walā
- وَلَا
- ve hiç
- hum
- هُمْ
- onlara
- yunṣarūna
- يُنصَرُونَ
- yardım edilmez
Onlar ahiret karşılığında dünya hayatını satın alan kimselerdir, bu yüzden azabları hafifletilmez, onlar yardım da görmezler. ([2] Bakara: 86)Tefsir
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوْسَى الْكِتٰبَ وَقَفَّيْنَا مِنْۢ بَعْدِهٖ بِالرُّسُلِ ۖ وَاٰتَيْنَا عِيْسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنٰتِ وَاَيَّدْنٰهُ بِرُوْحِ الْقُدُسِۗ اَفَكُلَّمَا جَاۤءَكُمْ رَسُوْلٌۢ بِمَا لَا تَهْوٰىٓ اَنْفُسُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْ ۚ فَفَرِيْقًا كَذَّبْتُمْ وَفَرِيْقًا تَقْتُلُوْنَ ٨٧
- walaqad
- وَلَقَدْ
- ve andolsun
- ātaynā
- ءَاتَيْنَا
- verdik
- mūsā
- مُوسَى
- Musa'ya
- l-kitāba
- ٱلْكِتَٰبَ
- Kitabı
- waqaffaynā
- وَقَفَّيْنَا
- birbiri ardınca gönderdik
- min baʿdihi
- مِنۢ بَعْدِهِۦ
- arkasından
- bil-rusuli
- بِٱلرُّسُلِۖ
- peygamberler
- waātaynā
- وَءَاتَيْنَا
- ve verdik
- ʿīsā
- عِيسَى
- Îsa'ya
- ib'na
- ٱبْنَ
- oğlu
- maryama
- مَرْيَمَ
- Meryem
- l-bayināti
- ٱلْبَيِّنَٰتِ
- açık deliller
- wa-ayyadnāhu
- وَأَيَّدْنَٰهُ
- ve onu destekledik
- birūḥi
- بِرُوحِ
- Ruh ile (Ruh'ül-Kudüs)
- l-qudusi
- ٱلْقُدُسِۗ
- Kudüs (Ruh'ül-Kudüs)
- afakullamā
- أَفَكُلَّمَا
- öyle mi?
- jāakum
- جَآءَكُمْ
- size gelse
- rasūlun
- رَسُولٌۢ
- bir peygamber
- bimā
- بِمَا
- şey ile
- lā tahwā
- لَا تَهْوَىٰٓ
- istemediği
- anfusukumu
- أَنفُسُكُمُ
- canınızın;
- is'takbartum
- ٱسْتَكْبَرْتُمْ
- büyüklük taslayarak
- fafarīqan
- فَفَرِيقًا
- kimini
- kadhabtum
- كَذَّبْتُمْ
- yalanlayacak
- wafarīqan
- وَفَرِيقًا
- kimini de
- taqtulūna
- تَقْتُلُونَ
- öldüreceksiniz
And olsun ki, Musa'ya kitap verdik, ondan sonra ardarda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya belgeler verdik, onu Ruhul Kudüs ile destekledik. Size bir peygamber nefsinizin hoşlanmadığı bir şey getirdikçe, büyüklük taslayarak, bir kısmını yalancı sayıp, bir kısmını öldürür müsünüz? ([2] Bakara: 87)Tefsir
وَقَالُوْا قُلُوْبُنَا غُلْفٌ ۗ بَلْ لَّعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُفْرِهِمْ فَقَلِيْلًا مَّا يُؤْمِنُوْنَ ٨٨
- waqālū
- وَقَالُوا۟
- ve dediler
- qulūbunā
- قُلُوبُنَا
- kalblerimiz
- ghul'fun
- غُلْفٌۢۚ
- perdelidir
- bal
- بَل
- bilakis
- laʿanahumu
- لَّعَنَهُمُ
- onları la'netlemiştir
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- bikuf'rihim
- بِكُفْرِهِمْ
- inkarlarından dolayı
- faqalīlan
- فَقَلِيلًا
- artık çok az
- mā yu'minūna
- مَّا يُؤْمِنُونَ
- inanırlar
"Kalplerimiz perdelidir" dediler, hayır, Allah inkarlarından dolayı onları lanetlemiştir. Onların pek azı inanırlar. ([2] Bakara: 88)Tefsir
وَلَمَّا جَاۤءَهُمْ كِتٰبٌ مِّنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِّمَا مَعَهُمْۙ وَكَانُوْا مِنْ قَبْلُ يَسْتَفْتِحُوْنَ عَلَى الَّذِيْنَ كَفَرُوْاۚ فَلَمَّا جَاۤءَهُمْ مَّا عَرَفُوْا كَفَرُوْا بِهٖ ۖ فَلَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الْكٰفِرِيْنَ ٨٩
- walammā
- وَلَمَّا
- Ne zaman ki
- jāahum
- جَآءَهُمْ
- onlara geldi
- kitābun
- كِتَٰبٌ
- bir Kitap (Kur'an)
- min ʿindi
- مِّنْ عِندِ
- katından
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- muṣaddiqun
- مُصَدِّقٌ
- doğrulayıcı
- limā
- لِّمَا
- şeyi
- maʿahum
- مَعَهُمْ
- yanlarında bulunan (Tevrat)ı
- wakānū
- وَكَانُوا۟
- ve idiler
- min qablu
- مِن قَبْلُ
- daha önce
- yastaftiḥūna
- يَسْتَفْتِحُونَ
- yardım istedikleri
- ʿalā
- عَلَى
- karşı
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselere
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- inkar eden
- falammā
- فَلَمَّا
- ne zaman
- jāahum
- جَآءَهُم
- kendilerine gelince
- mā
- مَّا
- şey
- ʿarafū
- عَرَفُوا۟
- o bildikleri (Kur'an)
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- inkar ettiler
- bihi
- بِهِۦۚ
- onu
- falaʿnatu
- فَلَعْنَةُ
- artık la'neti
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- ʿalā
- عَلَى
- üzerine olsun!
- l-kāfirīna
- ٱلْكَٰفِرِينَ
- inkarcıların
Vaktaki Allah katından onlara, kendilerinde olanı tasdik eden Kitap geldi ki onlar bundan önceleri, inkar edenlere karşı kendilerine yardım gelmesini beklerlerdi, bildikleri gelince onu inkar ettiler. Allah'ın laneti, inkar edenlerin üzerine olsun. ([2] Bakara: 89)Tefsir
بِئْسَمَا اشْتَرَوْا بِهٖٓ اَنْفُسَهُمْ اَنْ يَّكْفُرُوْا بِمَآ اَنْزَلَ اللّٰهُ بَغْيًا اَنْ يُّنَزِّلَ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِهٖ عَلٰى مَنْ يَّشَاۤءُ مِنْ عِبَادِهٖ ۚ فَبَاۤءُوْ بِغَضَبٍ عَلٰى غَضَبٍۗ وَلِلْكٰفِرِيْنَ عَذَابٌ مُّهِيْنٌ ٩٠
- bi'samā
- بِئْسَمَا
- ne kötüdür
- ish'taraw
- ٱشْتَرَوْا۟
- sattıkları şey
- bihi
- بِهِۦٓ
- onunla
- anfusahum
- أَنفُسَهُمْ
- kendilerini
- an
- أَن
- için
- yakfurū
- يَكْفُرُوا۟
- inkar etmek
- bimā
- بِمَآ
- şeyi
- anzala
- أَنزَلَ
- indirdiği
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'ın
- baghyan
- بَغْيًا
- çekemeyerek
- an yunazzila
- أَن يُنَزِّلَ
- (vahiy) indirmesini
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'ın
- min faḍlihi
- مِن فَضْلِهِۦ
- lutfundan
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerine
- man
- مَن
- kimsenin
- yashāu
- يَشَآءُ
- dilediği
- min ʿibādihi
- مِنْ عِبَادِهِۦۖ
- kullarından
- fabāū
- فَبَآءُو
- uğradılar
- bighaḍabin
- بِغَضَبٍ
- gazab
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üstüne
- ghaḍabin
- غَضَبٍۚ
- gazaba
- walil'kāfirīna
- وَلِلْكَٰفِرِينَ
- ve inkar edenler için
- ʿadhābun
- عَذَابٌ
- bir azab vardır
- muhīnun
- مُّهِينٌ
- alçaltıcı
Allah'ın kullarından dilediğine, bol ihsanından indirmesini çekemeyerek, Allah'ın indirdiğini inkar etmekle, kendilerini ne kötü bir şey karşılığında sattılar. Bu yüzden gazab üstüne gazaba uğradılar. Kafirlere alçaltıcı bir azab vardır. ([2] Bakara: 90)Tefsir