قَالُوْا يٰٓاَبَانَا مَالَكَ لَا تَأْمَنَّ۫ا عَلٰى يُوْسُفَ وَاِنَّا لَهٗ لَنَاصِحُوْنَ ١١
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler ki
- yāabānā
- يَٰٓأَبَانَا
- ey babamız
- mā
- مَا
- neden
- laka
- لَكَ
- sen
- lā tamannā
- لَا تَأْمَ۫نَّا
- bize güvenmiyorsun
- ʿalā
- عَلَىٰ
- hakkında
- yūsufa
- يُوسُفَ
- Yusuf
- wa-innā
- وَإِنَّا
- oysa biz
- lahu
- لَهُۥ
- ona
- lanāṣiḥūna
- لَنَٰصِحُونَ
- öğüt verenleriz
Bunun üzerine "Ey babamız! Yusuf'un iyiliğini istediğimiz halde, onu niçin bize emniyet etmiyorsun? Yarın onu bizimle beraber gönder de gezsin oynasın, biz onu herhalde koruruz" dediler. ([12] Yusuf: 11)Tefsir
اَرْسِلْهُ مَعَنَا غَدًا يَّرْتَعْ وَيَلْعَبْ وَاِنَّا لَهٗ لَحٰفِظُوْنَ ١٢
- arsil'hu
- أَرْسِلْهُ
- onu gönder
- maʿanā
- مَعَنَا
- bizimle beraber
- ghadan
- غَدًا
- yarın
- yartaʿ
- يَرْتَعْ
- gezsin
- wayalʿab
- وَيَلْعَبْ
- ve oynasın;
- wa-innā
- وَإِنَّا
- ve biz elbette
- lahu
- لَهُۥ
- onu
- laḥāfiẓūna
- لَحَٰفِظُونَ
- koruruz
Bunun üzerine "Ey babamız! Yusuf'un iyiliğini istediğimiz halde, onu niçin bize emniyet etmiyorsun? Yarın onu bizimle beraber gönder de gezsin oynasın, biz onu herhalde koruruz" dediler. ([12] Yusuf: 12)Tefsir
قَالَ اِنِّيْ لَيَحْزُنُنِيْٓ اَنْ تَذْهَبُوْا بِهٖ وَاَخَافُ اَنْ يَّأْكُلَهُ الذِّئْبُ وَاَنْتُمْ عَنْهُ غٰفِلُوْنَ ١٣
- qāla
- قَالَ
- dedi ki
- innī
- إِنِّى
- şüphesiz
- layaḥzununī
- لَيَحْزُنُنِىٓ
- beni üzer
- an tadhhabū
- أَن تَذْهَبُوا۟
- götürmeniz
- bihi
- بِهِۦ
- onu
- wa-akhāfu
- وَأَخَافُ
- ve korkarım
- an
- أَن
- diye
- yakulahu
- يَأْكُلَهُ
- onu yer
- l-dhi'bu
- ٱلذِّئْبُ
- bir kurt
- wa-antum
- وَأَنتُمْ
- sizin
- ʿanhu
- عَنْهُ
- ondan
- ghāfilūna
- غَٰفِلُونَ
- haberiniz yokken
Babaları, "Onu götürmeniz beni üzüyor; siz farkına varmadan onu kurdun yemesinden korkarım" dedi. ([12] Yusuf: 13)Tefsir
قَالُوْا لَىِٕنْ اَكَلَهُ الذِّئْبُ وَنَحْنُ عُصْبَةٌ اِنَّآ اِذًا لَّخٰسِرُوْنَ ١٤
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler ki
- la-in
- لَئِنْ
- andolsun
- akalahu
- أَكَلَهُ
- onu yerse
- l-dhi'bu
- ٱلذِّئْبُ
- kurt
- wanaḥnu
- وَنَحْنُ
- biz (olduğumuz halde)
- ʿuṣ'batun
- عُصْبَةٌ
- bir topluluk
- innā
- إِنَّآ
- elbette biz
- idhan
- إِذًا
- o zaman
- lakhāsirūna
- لَّخَٰسِرُونَ
- tamamen kaybedenlerdeniz
"And olsun ki, biz kuvvetli bir toplulukken kurt onu yerse, biz aciz sayılırız" dediler. ([12] Yusuf: 14)Tefsir
فَلَمَّا ذَهَبُوْا بِهٖ وَاَجْمَعُوْٓا اَنْ يَّجْعَلُوْهُ فِيْ غَيٰبَتِ الْجُبِّۚ وَاَوْحَيْنَآ اِلَيْهِ لَتُنَبِّئَنَّهُمْ بِاَمْرِهِمْ هٰذَا وَهُمْ لَا يَشْعُرُوْنَ ١٥
- falammā
- فَلَمَّا
- nihayet
- dhahabū
- ذَهَبُوا۟
- götürdüler
- bihi
- بِهِۦ
- onu
- wa-ajmaʿū
- وَأَجْمَعُوٓا۟
- ve karar verdiler
- an yajʿalūhu
- أَن يَجْعَلُوهُ
- atmaya
- fī ghayābati
- فِى غَيَٰبَتِ
- dibine
- l-jubi
- ٱلْجُبِّۚ
- kuyunun
- wa-awḥaynā
- وَأَوْحَيْنَآ
- ve biz vahyettik
- ilayhi
- إِلَيْهِ
- O'na
- latunabbi-annahum
- لَتُنَبِّئَنَّهُم
- andolsun haber vereceksin
- bi-amrihim
- بِأَمْرِهِمْ
- onların işlerini
- hādhā
- هَٰذَا
- bu
- wahum
- وَهُمْ
- ve onlar
- lā
- لَا
- hiç değillerken
- yashʿurūna
- يَشْعُرُونَ
- farkında
Yusuf'u oturup bir kuyunun derinliklerine bırakmayı kararlaştırdılar. Biz ona, kardeşlerinin bu işlerini kendileri farkına varmadan haber vereceksin, diye vahyettik. ([12] Yusuf: 15)Tefsir
وَجَاۤءُوْٓ اَبَاهُمْ عِشَاۤءً يَّبْكُوْنَۗ ١٦
- wajāū
- وَجَآءُوٓ
- ve geldiler
- abāhum
- أَبَاهُمْ
- babalarına
- ʿishāan
- عِشَآءً
- akşamleyin
- yabkūna
- يَبْكُونَ
- ağlayarak
Akşam üstü ağlayarak babalarına geldiklerinde: "Ey babamız! İnan olsun biz yarış yapıyorduk; Yusuf'u eşyamızın yanına bırakmıştık; bir kurt onu yedi. Her ne kadar doğru söylüyorsak da sen bize inanmazsın" dediler. ([12] Yusuf: 16)Tefsir
قَالُوْا يٰٓاَبَانَآ اِنَّا ذَهَبْنَا نَسْتَبِقُ وَتَرَكْنَا يُوْسُفَ عِنْدَ مَتَاعِنَا فَاَكَلَهُ الذِّئْبُۚ وَمَآ اَنْتَ بِمُؤْمِنٍ لَّنَا وَلَوْ كُنَّا صٰدِقِيْنَ ١٧
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler
- yāabānā
- يَٰٓأَبَانَآ
- Ey babamız
- innā
- إِنَّا
- biz
- dhahabnā
- ذَهَبْنَا
- gittik
- nastabiqu
- نَسْتَبِقُ
- yarışıyorduk
- wataraknā
- وَتَرَكْنَا
- ve bırakmıştık
- yūsufa
- يُوسُفَ
- Yusuf'u
- ʿinda
- عِندَ
- yanında
- matāʿinā
- مَتَٰعِنَا
- yiyeceğimizin
- fa-akalahu
- فَأَكَلَهُ
- onu yemiş
- l-dhi'bu
- ٱلذِّئْبُۖ
- kurt
- wamā
- وَمَآ
- fakat değilsin
- anta
- أَنتَ
- sen
- bimu'minin
- بِمُؤْمِنٍ
- inanacak
- lanā
- لَّنَا
- bize
- walaw
- وَلَوْ
- şayet
- kunnā
- كُنَّا
- (söylesek de)
- ṣādiqīna
- صَٰدِقِينَ
- dosdoğru
Akşam üstü ağlayarak babalarına geldiklerinde: "Ey babamız! İnan olsun biz yarış yapıyorduk; Yusuf'u eşyamızın yanına bırakmıştık; bir kurt onu yedi. Her ne kadar doğru söylüyorsak da sen bize inanmazsın" dediler. ([12] Yusuf: 17)Tefsir
وَجَاۤءُوْ عَلٰى قَمِيْصِهٖ بِدَمٍ كَذِبٍۗ قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْرًاۗ فَصَبْرٌ جَمِيْلٌ ۗوَاللّٰهُ الْمُسْتَعَانُ عَلٰى مَا تَصِفُوْنَ ١٨
- wajāū
- وَجَآءُو
- ve getirdiler
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzeri
- qamīṣihi
- قَمِيصِهِۦ
- gömleğinin
- bidamin
- بِدَمٍ
- kanlı
- kadhibin
- كَذِبٍۚ
- yalandan
- qāla
- قَالَ
- dedi ki
- bal
- بَلْ
- herhalde
- sawwalat
- سَوَّلَتْ
- aldattıp sürüklemiş
- lakum
- لَكُمْ
- sizi
- anfusukum
- أَنفُسُكُمْ
- nefisleriniz
- amran
- أَمْرًاۖ
- bir işe
- faṣabrun
- فَصَبْرٌ
- artık (tek çarem) sabretmektir
- jamīlun
- جَمِيلٌۖ
- güzelce
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- ancak Allan'tan
- l-mus'taʿānu
- ٱلْمُسْتَعَانُ
- yardım istenir
- ʿalā
- عَلَىٰ
- kaşı
- mā taṣifūna
- مَا تَصِفُونَ
- dediğinize
Üzerine başka bir kan bulaşmış olarak Yusuf'un gömleğini de getirmişlerdi. Babaları: "Sizi nefsiniz bir iş yapmaya sürükledi; artık bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah'tan yardım istenir" dedi. ([12] Yusuf: 18)Tefsir
وَجَاۤءَتْ سَيَّارَةٌ فَاَرْسَلُوْا وَارِدَهُمْ فَاَدْلٰى دَلْوَهٗ ۗقَالَ يٰبُشْرٰى هٰذَا غُلٰمٌ ۗوَاَسَرُّوْهُ بِضَاعَةً ۗوَاللّٰهُ عَلِيْمٌ ۢبِمَا يَعْمَلُوْنَ ١٩
- wajāat
- وَجَآءَتْ
- ve geldi
- sayyāratun
- سَيَّارَةٌ
- bir kervan
- fa-arsalū
- فَأَرْسَلُوا۟
- gönderdiler
- wāridahum
- وَارِدَهُمْ
- sucularını
- fa-adlā
- فَأَدْلَىٰ
- sarkıttı
- dalwahu
- دَلْوَهُۥۖ
- kovasını
- qāla
- قَالَ
- dedi ki
- yābush'rā
- يَٰبُشْرَىٰ
- Ey! müjde!
- hādhā
- هَٰذَا
- bu
- ghulāmun
- غُلَٰمٌۚ
- bir oğlan!
- wa-asarrūhu
- وَأَسَرُّوهُ
- ve onu sakladılar
- biḍāʿatan
- بِضَٰعَةًۚ
- ticaret için
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- halbuki Allah
- ʿalīmun
- عَلِيمٌۢ
- biliyordu
- bimā
- بِمَا
- şeyleri
- yaʿmalūna
- يَعْمَلُونَ
- onların yaptıkları
Bir kervan geldi, sucularını gönderdiler; sucu kovasını kuyuya saldı, "Müjde! İşte bir oğlan" dedi. Yusuf'u alıp onu ticari bir mal olarak sakladılar. Oysa Allah yaptıklarını bilir. ([12] Yusuf: 19)Tefsir
وَشَرَوْهُ بِثَمَنٍۢ بَخْسٍ دَرَاهِمَ مَعْدُوْدَةٍ ۚوَكَانُوْا فِيْهِ مِنَ الزَّاهِدِيْنَ ࣖ ٢٠
- washarawhu
- وَشَرَوْهُ
- ve onu sattılar
- bithamanin
- بِثَمَنٍۭ
- bir pahaya
- bakhsin
- بَخْسٍ
- düşük
- darāhima
- دَرَٰهِمَ
- paraya
- maʿdūdatin
- مَعْدُودَةٍ
- birkaç
- wakānū
- وَكَانُوا۟
- ve idiler
- fīhi
- فِيهِ
- ona karşı
- mina l-zāhidīna
- مِنَ ٱلزَّٰهِدِينَ
- isteksiz
Onu yanlarında alıkoymak istemedikleri için ucuz bir fiyata, birkaç dirheme sattılar. ([12] Yusuf: 20)Tefsir