۞ وَقَالَ ارْكَبُوْا فِيْهَا بِسْمِ اللّٰهِ مَجْرٰ۪ىهَا وَمُرْسٰىهَا ۗاِنَّ رَبِّيْ لَغَفُوْرٌ رَّحِيْمٌ ٤١
- waqāla
- وَقَالَ
- ve dedi ki
- ir'kabū
- ٱرْكَبُوا۟
- haydi binin
- fīhā
- فِيهَا
- ona
- bis'mi
- بِسْمِ
- adıyladır
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- majrahā
- مَجْر۪ىٰهَا
- yüzmesi de
- wamur'sāhā
- وَمُرْسَىٰهَآۚ
- ve durması da
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- rabbī
- رَبِّى
- Rabbim
- laghafūrun
- لَغَفُورٌ
- bağışlayıcıdır
- raḥīmun
- رَّحِيمٌ
- rahmet edicidir
Allah "Oraya binin; yürümesi ve durması Allah'ın ismiyledir, Rabbin bağışlar ve merhamet eder" dedi. ([11] Hud: 41)Tefsir
وَهِيَ تَجْرِيْ بِهِمْ فِيْ مَوْجٍ كَالْجِبَالِۗ وَنَادٰى نُوْحُ ِۨابْنَهٗ وَكَانَ فِيْ مَعْزِلٍ يّٰبُنَيَّ ارْكَبْ مَّعَنَا وَلَا تَكُنْ مَّعَ الْكٰفِرِيْنَ ٤٢
- wahiya
- وَهِىَ
- (Gemi)
- tajrī
- تَجْرِى
- geçirirken
- bihim
- بِهِمْ
- onları
- fī
- فِى
- içinden
- mawjin
- مَوْجٍ
- dalgaların
- kal-jibāli
- كَٱلْجِبَالِ
- dağlar gibi;
- wanādā
- وَنَادَىٰ
- ve seslendi
- nūḥun
- نُوحٌ
- Nuh
- ib'nahu
- ٱبْنَهُۥ
- oğluna
- wakāna
- وَكَانَ
- ve o (idi)
- fī maʿzilin
- فِى مَعْزِلٍ
- bir kenarda
- yābunayya
- يَٰبُنَىَّ
- Ey oğulcağızım
- ir'kab
- ٱرْكَب
- gel bin
- maʿanā walā
- مَّعَنَا وَلَا
- bizimle birlikte
- takun
- تَكُن
- olma
- maʿa
- مَّعَ
- beraber
- l-kāfirīna
- ٱلْكَٰفِرِينَ
- kâfirlerle
Gemi, dağlar gibi dalgalar içinde onları götürürken, Nuh, bir kenarda ayrı kalmış olan oğluna "Ey oğulcuğum! Bizimle beraber gel, kafirlerle birlik olma" diye seslendi. ([11] Hud: 42)Tefsir
قَالَ سَاٰوِيْٓ اِلٰى جَبَلٍ يَّعْصِمُنِيْ مِنَ الْمَاۤءِ ۗقَالَ لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ اِلَّا مَنْ رَّحِمَ ۚوَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَقِيْنَ ٤٣
- qāla
- قَالَ
- (O) dedi ki
- saāwī
- سَـَٔاوِىٓ
- sığınacağım
- ilā jabalin
- إِلَىٰ جَبَلٍ
- bir dağa
- yaʿṣimunī
- يَعْصِمُنِى
- o beni korur
- mina l-māi
- مِنَ ٱلْمَآءِۚ
- sudan
- qāla
- قَالَ
- dedi ki
- lā
- لَا
- yoktur
- ʿāṣima
- عَاصِمَ
- kurtulacak
- l-yawma
- ٱلْيَوْمَ
- bugün
- min amri
- مِنْ أَمْرِ
- emrinden
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- illā
- إِلَّا
- dışında
- man
- مَن
- kimselerin
- raḥima
- رَّحِمَۚ
- merhamet ettiği
- waḥāla
- وَحَالَ
- bu sırada girdi
- baynahumā
- بَيْنَهُمَا
- aralarına
- l-mawju
- ٱلْمَوْجُ
- bir dalga
- fakāna
- فَكَانَ
- ve o da oldu
- mina l-mugh'raqīna
- مِنَ ٱلْمُغْرَقِينَ
- boğulanlardan
Oğlu: "Dağa sığınırım, beni sudan kurtarır" deyince, Nuh: "Bugün Allah'ın buyruğundan O'nun acıdıkları dışında kurtulacak yoktur" dedi. Aralarına dalga girdi, oğlu da boğulanlara karıştı. ([11] Hud: 43)Tefsir
وَقِيْلَ يٰٓاَرْضُ ابْلَعِيْ مَاۤءَكِ وَيَا سَمَاۤءُ اَقْلِعِيْ وَغِيْضَ الْمَاۤءُ وَقُضِيَ الْاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُوْدِيِّ وَقِيْلَ بُعْدًا لِّلْقَوْمِ الظّٰلِمِيْنَ ٤٤
- waqīla
- وَقِيلَ
- ve denildi
- yāarḍu
- يَٰٓأَرْضُ
- ey yer
- ib'laʿī
- ٱبْلَعِى
- çek
- māaki
- مَآءَكِ
- suyunu
- wayāsamāu
- وَيَٰسَمَآءُ
- ve ey gök
- aqliʿī
- أَقْلِعِى
- sen de tut
- waghīḍa
- وَغِيضَ
- ve çekildi
- l-māu
- ٱلْمَآءُ
- su
- waquḍiya
- وَقُضِىَ
- ve bitirildi
- l-amru
- ٱلْأَمْرُ
- iş
- wa-is'tawat
- وَٱسْتَوَتْ
- ve oturdu
- ʿalā
- عَلَى
- üzerine
- l-jūdiyi
- ٱلْجُودِىِّۖ
- Cudi'nin
- waqīla
- وَقِيلَ
- ve denildi
- buʿ'dan
- بُعْدًا
- yok olsun
- lil'qawmi
- لِّلْقَوْمِ
- topluluğu
- l-ẓālimīna
- ٱلظَّٰلِمِينَ
- zalimler
Yere, "Suyunu çek!", göğe, "Ey gök sen de tut!" denildi. Su çekildi, iş de bitti; gemi Cudi'ye oturdu. "Haksızlık yapan millet Allah'ın rahmetinden uzak olsun" denildi. ([11] Hud: 44)Tefsir
وَنَادٰى نُوْحٌ رَّبَّهٗ فَقَالَ رَبِّ اِنَّ ابْنِيْ مِنْ اَهْلِيْۚ وَاِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَاَنْتَ اَحْكَمُ الْحٰكِمِيْنَ ٤٥
- wanādā
- وَنَادَىٰ
- ve seslendi
- nūḥun
- نُوحٌ
- Nuh
- rabbahu
- رَّبَّهُۥ
- Rabbine
- faqāla
- فَقَالَ
- ve dedi ki
- rabbi
- رَبِّ
- Rabbim
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- ib'nī
- ٱبْنِى
- oğlum
- min ahlī
- مِنْ أَهْلِى
- benim ailemdendir
- wa-inna
- وَإِنَّ
- ve şüphesiz
- waʿdaka
- وَعْدَكَ
- senin vaadin
- l-ḥaqu
- ٱلْحَقُّ
- haktır
- wa-anta
- وَأَنتَ
- ve sen
- aḥkamu
- أَحْكَمُ
- en iyi hükmedenisin
- l-ḥākimīna
- ٱلْحَٰكِمِينَ
- hükmedenlerin
Nuh Rabbine seslendi: "Rabbim! Oğlum benim ailemdendi. Doğrusu Senin vadin haktır. Sen hükmedenlerin en iyi hükmedenisin" dedi. ([11] Hud: 45)Tefsir
قَالَ يٰنُوْحُ اِنَّهٗ لَيْسَ مِنْ اَهْلِكَ ۚاِنَّهٗ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ فَلَا تَسْـَٔلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِهٖ عِلْمٌ ۗاِنِّيْٓ اَعِظُكَ اَنْ تَكُوْنَ مِنَ الْجٰهِلِيْنَ ٤٦
- qāla
- قَالَ
- (Allah) dedi ki
- yānūḥu
- يَٰنُوحُ
- ey Nuh
- innahu
- إِنَّهُۥ
- şüphesiz o
- laysa
- لَيْسَ
- değildir
- min ahlika
- مِنْ أَهْلِكَۖ
- senin ailenden
- innahu
- إِنَّهُۥ
- elbette o
- ʿamalun
- عَمَلٌ
- bir iş yapmıştı
- ghayru
- غَيْرُ
- olmayan
- ṣāliḥin
- صَٰلِحٍۖ
- iyi
- falā tasalni
- فَلَا تَسْـَٔلْنِ
- benden isteme
- mā
- مَا
- bir şeyi
- laysa
- لَيْسَ
- olmayan
- laka
- لَكَ
- senin
- bihi
- بِهِۦ
- hakkında
- ʿil'mun
- عِلْمٌۖ
- bilgin
- innī
- إِنِّىٓ
- şüphesiz ben
- aʿiẓuka
- أَعِظُكَ
- seni sakındırıyorum
- an takūna
- أَن تَكُونَ
- olmanı
- mina l-jāhilīna
- مِنَ ٱلْجَٰهِلِينَ
- bilgisizlerden
Allah: "Ey Nuh! O senin ailenden sayılmaz; çünkü kötü bir iş işlemiştir; öyleyse bilmediğin şeyi Benden isteme. İşte sana öğüt, bilgisizlerden olma" dedi. ([11] Hud: 46)Tefsir
قَالَ رَبِّ اِنِّيْٓ اَعُوْذُ بِكَ اَنْ اَسْـَٔلَكَ مَا لَيْسَ لِيْ بِهٖ عِلْمٌ ۗوَاِلَّا تَغْفِرْ لِيْ وَتَرْحَمْنِيْٓ اَكُنْ مِّنَ الْخٰسِرِيْنَ ٤٧
- qāla
- قَالَ
- dedi
- rabbi
- رَبِّ
- Rabbim
- innī
- إِنِّىٓ
- muhakkak ben
- aʿūdhu
- أَعُوذُ
- sığınırım
- bika
- بِكَ
- sana
- an asalaka
- أَنْ أَسْـَٔلَكَ
- senden istemekten
- mā
- مَا
- bir şeyi
- laysa
- لَيْسَ
- olmayan
- lī
- لِى
- benim
- bihi
- بِهِۦ
- hakkında
- ʿil'mun
- عِلْمٌۖ
- bilgim
- wa-illā
- وَإِلَّا
- eğer
- taghfir
- تَغْفِرْ
- bağışlamazsan
- lī
- لِى
- beni
- watarḥamnī
- وَتَرْحَمْنِىٓ
- ve bana rahmet etmezsen
- akun
- أَكُن
- olurum
- mina l-khāsirīna
- مِّنَ ٱلْخَٰسِرِينَ
- hüsrana uğrayanlardan
"Rabbim! Bilmediğim şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen kaybedenlerden olurum" dedi. ([11] Hud: 47)Tefsir
قِيْلَ يٰنُوْحُ اهْبِطْ بِسَلٰمٍ مِّنَّا وَبَرَكٰتٍ عَلَيْكَ وَعَلٰٓى اُمَمٍ مِّمَّنْ مَّعَكَ ۗوَاُمَمٌ سَنُمَتِّعُهُمْ ثُمَّ يَمَسُّهُمْ مِّنَّا عَذَابٌ اَلِيْمٌ ٤٨
- qīla
- قِيلَ
- denildi ki
- yānūḥu
- يَٰنُوحُ
- ey Nuh
- ih'biṭ
- ٱهْبِطْ
- in
- bisalāmin
- بِسَلَٰمٍ
- selam ile
- minnā
- مِّنَّا
- bizden
- wabarakātin
- وَبَرَكَٰتٍ
- ve bereketlerle
- ʿalayka
- عَلَيْكَ
- sana
- waʿalā
- وَعَلَىٰٓ
- ve üzerine
- umamin
- أُمَمٍ
- ümmetler
- mimman
- مِّمَّن
- olanlardan
- maʿaka
- مَّعَكَۚ
- seninle birlikte
- wa-umamun
- وَأُمَمٌ
- ve (bazı) ümmetlere
- sanumattiʿuhum
- سَنُمَتِّعُهُمْ
- geçimlik vereceğiz
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- yamassuhum
- يَمَسُّهُم
- onlara dokunacaktır
- minnā
- مِّنَّا
- bizden
- ʿadhābun
- عَذَابٌ
- bir azap
- alīmun
- أَلِيمٌ
- acıklı
"Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan topluluklara bizden bir selamet ve bereketle gemiden in. Ama birçok toplulukları da geçindireceğiz, sonra onlara can yakıcı bir azab vereceğiz" denildi. ([11] Hud: 48)Tefsir
تِلْكَ مِنْ اَنْۢبَاۤءِ الْغَيْبِ نُوْحِيْهَآ اِلَيْكَ ۚمَا كُنْتَ تَعْلَمُهَآ اَنْتَ وَلَا قَوْمُكَ مِنْ قَبْلِ هٰذَاۚ فَاصْبِرْۚ اِنَّ الْعَاقِبَةَ لِلْمُتَّقِيْنَ ࣖ ٤٩
- til'ka
- تِلْكَ
- bunlar
- min anbāi
- مِنْ أَنۢبَآءِ
- haberlerindendir
- l-ghaybi
- ٱلْغَيْبِ
- gayb
- nūḥīhā
- نُوحِيهَآ
- vahyettiğimiz
- ilayka
- إِلَيْكَۖ
- sana
- mā
- مَا
- değildin
- kunta
- كُنتَ
- sen
- taʿlamuhā
- تَعْلَمُهَآ
- onu biliyor
- anta
- أَنتَ
- (ne) sen
- walā
- وَلَا
- ve ne de
- qawmuka
- قَوْمُكَ
- senin kavmin
- min qabli
- مِن قَبْلِ
- önce
- hādhā
- هَٰذَاۖ
- bundan
- fa-iṣ'bir
- فَٱصْبِرْۖ
- sabret
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-ʿāqibata
- ٱلْعَٰقِبَةَ
- sonuç
- lil'muttaqīna
- لِلْمُتَّقِينَ
- takva sahiplerinindir
Bunlar sana vahyettiğimiz bilinmeyen olaylardır. Sen de, milletin de daha önce bunları bilmezdiniz. Sabret, sonuç, Allah'tan sakınanlarındır. ([11] Hud: 49)Tefsir
وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُوْدًا ۗقَالَ يٰقَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِّنْ اِلٰهٍ غَيْرُهٗ ۗاِنْ اَنْتُمْ اِلَّا مُفْتَرُوْنَ ٥٠
- wa-ilā
- وَإِلَىٰ
- ve (kavmin)e
- ʿādin
- عَادٍ
- Ad
- akhāhum
- أَخَاهُمْ
- kardeşleri
- hūdan
- هُودًاۚ
- Hud'u (gönderdik)
- qāla
- قَالَ
- dedi ki
- yāqawmi
- يَٰقَوْمِ
- ey kavmim
- uʿ'budū
- ٱعْبُدُوا۟
- kulluk edin
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'a
- mā
- مَا
- yoktur
- lakum
- لَكُم
- sizin için
- min
- مِّنْ
- hiç bir
- ilāhin
- إِلَٰهٍ
- ilah
- ghayruhu
- غَيْرُهُۥٓۖ
- O'ndan başka
- in antum
- إِنْ أَنتُمْ
- siz
- illā
- إِلَّا
- ancak
- muf'tarūna
- مُفْتَرُونَ
- yalan uyduranlarsınız
Ad milletine kardeşleri Hud'u gönderdik. Şöyle dedi: "Ey milletim! Allah'a kulluk edin. O'ndan başka tanrınız yoktur; yoksa sadece yalan uyduran kimseler olursunuz." ([11] Hud: 50)Tefsir