وَاِنْ كَذَّبُوْكَ فَقُلْ لِّيْ عَمَلِيْ وَلَكُمْ عَمَلُكُمْۚ اَنْتُمْ بَرِيْۤـُٔوْنَ مِمَّآ اَعْمَلُ وَاَنَا۠ بَرِيْۤءٌ مِّمَّا تَعْمَلُوْنَ ٤١
- wa-in
- وَإِن
- ve eğer
- kadhabūka
- كَذَّبُوكَ
- seni yalanlarlarsa
- faqul
- فَقُل
- de ki
- lī
- لِّى
- banadır
- ʿamalī
- عَمَلِى
- benim yaptığım
- walakum
- وَلَكُمْ
- ve sizedir
- ʿamalukum
- عَمَلُكُمْۖ
- sizin yaptığınız
- antum
- أَنتُم
- siz
- barīūna
- بَرِيٓـُٔونَ
- uzaksınız
- mimmā aʿmalu
- مِمَّآ أَعْمَلُ
- benim yaptığımdan
- wa-anā
- وَأَنَا۠
- ve ben de
- barīon
- بَرِىٓءٌ
- uzağım
- mimmā taʿmalūna
- مِّمَّا تَعْمَلُونَ
- sizin yaptıklarınızdan
Seni yalanlarlarsa, "Benim yaptığım bana, sizin yaptığınız sizedir; siz benim yaptığımdan sorumlu değilsiniz, ben de sizin yaptığınızdan sorumlu değilim" de. ([10] Yunus: 41)Tefsir
وَمِنْهُمْ مَّنْ يَّسْتَمِعُوْنَ اِلَيْكَۗ اَفَاَنْتَ تُسْمِعُ الصُّمَّ وَلَوْ كَانُوْا لَا يَعْقِلُوْنَ ٤٢
- wamin'hum
- وَمِنْهُم
- içlerinde vardır
- man
- مَّن
- kimseler
- yastamiʿūna
- يَسْتَمِعُونَ
- dinleyenler
- ilayka
- إِلَيْكَۚ
- seni
- afa-anta
- أَفَأَنتَ
- sen
- tus'miʿu
- تُسْمِعُ
- duyurabilecek misin?
- l-ṣuma
- ٱلصُّمَّ
- sağırlara
- walaw
- وَلَوْ
- üstelik
- kānū lā yaʿqilūna
- كَانُوا۟ لَا يَعْقِلُونَ
- akıl etmiyorlarsa
Aralarında sana kulak veren vardır. Sen, sağırlara, üstelik akılları da almazsa, işittirebilir misin? ([10] Yunus: 42)Tefsir
وَمِنْهُمْ مَّنْ يَّنْظُرُ اِلَيْكَۗ اَفَاَنْتَ تَهْدِى الْعُمْيَ وَلَوْ كَانُوْا لَا يُبْصِرُوْنَ ٤٣
- wamin'hum
- وَمِنْهُم
- ve onlardan vardır
- man
- مَّن
- kimseler
- yanẓuru
- يَنظُرُ
- bakan(lar)
- ilayka
- إِلَيْكَۚ
- sana
- afa-anta
- أَفَأَنتَ
- sen
- tahdī
- تَهْدِى
- doğru yola iletebilecek misin?
- l-ʿum'ya
- ٱلْعُمْىَ
- körleri
- walaw
- وَلَوْ
- ve eğer
- kānū lā yub'ṣirūna
- كَانُوا۟ لَا يُبْصِرُونَ
- görmüyorlarsa
Aralarında sana bakan vardır. Sen körleri, görmezlerken doğru yola iletebilir misin? ([10] Yunus: 43)Tefsir
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَظْلِمُ النَّاسَ شَيْـًٔا وَّلٰكِنَّ النَّاسَ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُوْنَ ٤٤
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- lā yaẓlimu
- لَا يَظْلِمُ
- haksızlık etmez
- l-nāsa
- ٱلنَّاسَ
- insanlara
- shayan
- شَيْـًٔا
- hiçbir
- walākinna
- وَلَٰكِنَّ
- ancak
- l-nāsa
- ٱلنَّاسَ
- insanlar
- anfusahum
- أَنفُسَهُمْ
- kendi kendilerine
- yaẓlimūna
- يَظْلِمُونَ
- haksızlık ederler
Allah insanlara hiç zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler. ([10] Yunus: 44)Tefsir
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ كَاَنْ لَّمْ يَلْبَثُوْٓا اِلَّا سَاعَةً مِّنَ النَّهَارِ يَتَعَارَفُوْنَ بَيْنَهُمْۗ قَدْ خَسِرَ الَّذِيْنَ كَذَّبُوْا بِلِقَاۤءِ اللّٰهِ وَمَا كَانُوْا مُهْتَدِيْنَ ٤٥
- wayawma
- وَيَوْمَ
- ve gün
- yaḥshuruhum
- يَحْشُرُهُمْ
- onları toplayacağımız
- ka-an
- كَأَن
- sanki gibi
- lam yalbathū
- لَّمْ يَلْبَثُوٓا۟
- kalmamışlar
- illā
- إِلَّا
- bile
- sāʿatan
- سَاعَةً
- bir anı kadar
- mina l-nahāri
- مِّنَ ٱلنَّهَارِ
- gündüzden
- yataʿārafūna
- يَتَعَارَفُونَ
- tanışırlar
- baynahum
- بَيْنَهُمْۚ
- kendi aralarında
- qad
- قَدْ
- muhakkak
- khasira
- خَسِرَ
- zarara uğramışlardır
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- kadhabū
- كَذَّبُوا۟
- yalanlayan(lar)
- biliqāi
- بِلِقَآءِ
- kavuşmayı
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'a
- wamā
- وَمَا
- ve
- kānū muh'tadīna
- كَانُوا۟ مُهْتَدِينَ
- doğru yola girmeyenler
Onları toplayacağı kıyamet günü, sanki gündüz, birbirleriyle sadece tanışacakları bir saat kadar kalmış gibidirler. Allah'ın karşısına çıkmayı yalan sayanlar kaybetmişlerdir. ([10] Yunus: 45)Tefsir
وَاِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذِيْ نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَاِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ ثُمَّ اللّٰهُ شَهِيْدٌ عَلٰى مَا يَفْعَلُوْنَ ٤٦
- wa-immā
- وَإِمَّا
- veya
- nuriyannaka
- نُرِيَنَّكَ
- sana göstersek
- baʿḍa
- بَعْضَ
- bir kısmını
- alladhī naʿiduhum
- ٱلَّذِى نَعِدُهُمْ
- onlara vaadettiklerimizin
- aw
- أَوْ
- ya da
- natawaffayannaka
- نَتَوَفَّيَنَّكَ
- seni vefat ettirsek
- fa-ilaynā
- فَإِلَيْنَا
- sonuçta bizedir
- marjiʿuhum
- مَرْجِعُهُمْ
- onların dönüşü
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- shahīdun
- شَهِيدٌ
- şahittir
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerine
- mā
- مَا
- şey
- yafʿalūna
- يَفْعَلُونَ
- onların yaptıkları
Onlara, söz verdiğimiz azabın bir kısmını ya dünyada sana gösteririz, veya senin ruhunu alırız da nasıl olsa onların dönüşü Bizedir; (ahirette görürsün) Allah onların yaptıklarına şahiddir. ([10] Yunus: 46)Tefsir
وَلِكُلِّ اُمَّةٍ رَّسُوْلٌ ۚفَاِذَا جَاۤءَ رَسُوْلُهُمْ قُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لَا يُظْلَمُوْنَ ٤٧
- walikulli
- وَلِكُلِّ
- ve hepsi için vardır
- ummatin
- أُمَّةٍ
- ümmetin
- rasūlun
- رَّسُولٌۖ
- bir peygamberi
- fa-idhā
- فَإِذَا
- ne zaman ki
- jāa
- جَآءَ
- geldiğinde
- rasūluhum
- رَسُولُهُمْ
- Peygamberleri
- quḍiya
- قُضِىَ
- hükmedilir
- baynahum
- بَيْنَهُم
- aralarında
- bil-qis'ṭi
- بِٱلْقِسْطِ
- adaletle
- wahum
- وَهُمْ
- ve onlar
- lā yuẓ'lamūna
- لَا يُظْلَمُونَ
- haksızlığa uğratılmazlar
Her ümmetin bir peygamberi vardır. Onlara peygamberleri geldiğinde aralarında adaletle hüküm verilmiş olur. Onların hakları yenmez. ([10] Yunus: 47)Tefsir
وَيَقُوْلُوْنَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صٰدِقِيْنَ ٤٨
- wayaqūlūna
- وَيَقُولُونَ
- ve diyorlar ki
- matā
- مَتَىٰ
- ne zamandır?
- hādhā
- هَٰذَا
- bu
- l-waʿdu
- ٱلْوَعْدُ
- vaad edilen
- in
- إِن
- eğer
- kuntum
- كُنتُمْ
- iseniz
- ṣādiqīna
- صَٰدِقِينَ
- doğru sözlü
"Bu iddiada samimi iseniz, bu azabın gerçekleşmesi ne zamandır? söyle" derler. ([10] Yunus: 48)Tefsir
قُلْ لَّآ اَمْلِكُ لِنَفْسِيْ ضَرًّا وَّلَا نَفْعًا اِلَّا مَا شَاۤءَ اللّٰهُ ۗ لِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌ ۚاِذَا جَاۤءَ اَجَلُهُمْ فَلَا يَسْتَأْخِرُوْنَ سَاعَةً وَّلَا يَسْتَقْدِمُوْنَ ٤٩
- qul
- قُل
- de ki
- lā amliku
- لَّآ أَمْلِكُ
- ben dokunduramam
- linafsī
- لِنَفْسِى
- kendime
- ḍarran
- ضَرًّا
- bir zarar
- walā
- وَلَا
- veya
- nafʿan
- نَفْعًا
- yarar
- illā
- إِلَّا
- başka
- mā shāa
- مَا شَآءَ
- dilediğinden
- l-lahu
- ٱللَّهُۗ
- Allah'ın
- likulli
- لِكُلِّ
- hepsi için vardır
- ummatin
- أُمَّةٍ
- ümmetin
- ajalun
- أَجَلٌۚ
- bir eceli
- idhā
- إِذَا
- zaman
- jāa
- جَآءَ
- geldiği
- ajaluhum
- أَجَلُهُمْ
- ecelleri
- falā
- فَلَا
- ne
- yastakhirūna
- يَسْتَـْٔخِرُونَ
- öne alınırlar
- sāʿatan
- سَاعَةًۖ
- bir saat
- walā
- وَلَا
- ne de
- yastaqdimūna
- يَسْتَقْدِمُونَ
- geriye bırakılırlar
De ki: "Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Her ümmet için bir süre vardır; süreleri sona erince bir saat bile geciktirilmezler ve öne de alınmazlar." ([10] Yunus: 49)Tefsir
قُلْ اَرَءَيْتُمْ اِنْ اَتٰىكُمْ عَذَابُهٗ بَيَاتًا اَوْ نَهَارًا مَّاذَا يَسْتَعْجِلُ مِنْهُ الْمُجْرِمُوْنَ ٥٠
- qul
- قُلْ
- de ki
- ara-aytum
- أَرَءَيْتُمْ
- söyleyin bakalım
- in
- إِنْ
- eğer
- atākum
- أَتَىٰكُمْ
- size gelirse
- ʿadhābuhu
- عَذَابُهُۥ
- O'nun azabı
- bayātan
- بَيَٰتًا
- gece vakti
- aw
- أَوْ
- veya
- nahāran
- نَهَارًا
- gündüz
- mādhā
- مَّاذَا
- ne diye
- yastaʿjilu
- يَسْتَعْجِلُ
- acele ediyorlar
- min'hu
- مِنْهُ
- bunda
- l-muj'rimūna
- ٱلْمُجْرِمُونَ
- suçlular
De ki: "Allah'ın azabı size gece veya gündüz gelirse, ne yaparsınız? Suçlular neye bunda acele ediyorlar?" ([10] Yunus: 50)Tefsir