اِتَّخَذُوْٓا اَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ اَرْبَابًا مِّنْ دُوْنِ اللّٰهِ وَالْمَسِيْحَ ابْنَ مَرْيَمَۚ وَمَآ اُمِرُوْٓا اِلَّا لِيَعْبُدُوْٓا اِلٰهًا وَّاحِدًاۚ لَآ اِلٰهَ اِلَّا هُوَۗ سُبْحٰنَهٗ عَمَّا يُشْرِكُوْنَ ٣١
- ittakhadhū
- ٱتَّخَذُوٓا۟
- edindiler
- aḥbārahum
- أَحْبَارَهُمْ
- hahamlarını
- waruh'bānahum
- وَرُهْبَٰنَهُمْ
- ve rahiplerini
- arbāban
- أَرْبَابًا
- rabler
- min dūni
- مِّن دُونِ
- ayrı
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'tan
- wal-masīḥa
- وَٱلْمَسِيحَ
- ve Mesih'i de
- ib'na
- ٱبْنَ
- oğlu
- maryama
- مَرْيَمَ
- Meryem
- wamā umirū
- وَمَآ أُمِرُوٓا۟
- oysa emredilmemişti
- illā
- إِلَّا
- dışında
- liyaʿbudū
- لِيَعْبُدُوٓا۟
- ibadet etmeleri
- ilāhan
- إِلَٰهًا
- bir ilaha
- wāḥidan
- وَٰحِدًاۖ
- tek olan
- lā
- لَّآ
- yoktur
- ilāha
- إِلَٰهَ
- tanrı
- illā
- إِلَّا
- başka
- huwa
- هُوَۚ
- O'ndan
- sub'ḥānahu
- سُبْحَٰنَهُۥ
- O münezzehtir
- ʿammā
- عَمَّا
- şeylerden
- yush'rikūna
- يُشْرِكُونَ
- ortak koştukları
Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek Tanrı'dan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka tanrı yoktur. Allah, koştukları eşlerden münezzehtir. ([9] Tevbe: 31)Tefsir
يُرِيْدُوْنَ اَنْ يُّطْفِـُٔوْا نُوْرَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللّٰهُ اِلَّآ اَنْ يُّتِمَّ نُوْرَهٗ وَلَوْ كَرِهَ الْكٰفِرُوْنَ ٣٢
- yurīdūna
- يُرِيدُونَ
- istiyorlar
- an yuṭ'fiū
- أَن يُطْفِـُٔوا۟
- söndürmek
- nūra
- نُورَ
- nurunu
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- bi-afwāhihim
- بِأَفْوَٰهِهِمْ
- ağızlariyle
- wayabā
- وَيَأْبَى
- halbuki istemez
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- illā
- إِلَّآ
- başkasını
- an yutimma
- أَن يُتِمَّ
- tamamlamaktan
- nūrahu
- نُورَهُۥ
- nurunu
- walaw
- وَلَوْ
- şayet
- kariha
- كَرِهَ
- hoşlanmasa da
- l-kāfirūna
- ٱلْكَٰفِرُونَ
- kafirler
Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Kafirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır. ([9] Tevbe: 32)Tefsir
هُوَ الَّذِيْٓ اَرْسَلَ رَسُوْلَهٗ بِالْهُدٰى وَدِيْنِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهٗ عَلَى الدِّيْنِ كُلِّهٖۙ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُوْنَ ٣٣
- huwa
- هُوَ
- O
- alladhī
- ٱلَّذِىٓ
- ki
- arsala
- أَرْسَلَ
- gönderdi
- rasūlahu
- رَسُولَهُۥ
- Elçisini
- bil-hudā
- بِٱلْهُدَىٰ
- hidayetle
- wadīni
- وَدِينِ
- ve din ile
- l-ḥaqi
- ٱلْحَقِّ
- hak
- liyuẓ'hirahu
- لِيُظْهِرَهُۥ
- onu çıkarsın diye
- ʿalā
- عَلَى
- üstüne
- l-dīni
- ٱلدِّينِ
- din(ler)in
- kullihi
- كُلِّهِۦ
- bütün
- walaw
- وَلَوْ
- şeayet
- kariha
- كَرِهَ
- hoşlanmasa da
- l-mush'rikūna
- ٱلْمُشْرِكُونَ
- ortak koşanlar
Puta tapanlar hoşlanmasa da, dinini bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini doğru yol ve hak dinle gönderen Allah'tır. ([9] Tevbe: 33)Tefsir
۞ يٰٓاَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوْٓا اِنَّ كَثِيْرًا مِّنَ الْاَحْبَارِ وَالرُّهْبَانِ لَيَأْكُلُوْنَ اَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَيَصُدُّوْنَ عَنْ سَبِيْلِ اللّٰهِ ۗوَالَّذِيْنَ يَكْنِزُوْنَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلَا يُنْفِقُوْنَهَا فِيْ سَبِيْلِ اللّٰهِ ۙفَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَلِيْمٍۙ ٣٤
- yāayyuhā
- يَٰٓأَيُّهَا
- Ey
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- āmanū
- ءَامَنُوٓا۟
- inananlar
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- kathīran
- كَثِيرًا
- birçoğu
- mina l-aḥbāri
- مِّنَ ٱلْأَحْبَارِ
- hahamlardan
- wal-ruh'bāni
- وَٱلرُّهْبَانِ
- ve rahipler(den)
- layakulūna
- لَيَأْكُلُونَ
- yerler
- amwāla
- أَمْوَٰلَ
- mallarını
- l-nāsi
- ٱلنَّاسِ
- insanların
- bil-bāṭili
- بِٱلْبَٰطِلِ
- haksızlıkla
- wayaṣuddūna
- وَيَصُدُّونَ
- ve çevirirler
- ʿan sabīli
- عَن سَبِيلِ
- yolundan
- l-lahi
- ٱللَّهِۗ
- Allah
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- kimseler
- yaknizūna
- يَكْنِزُونَ
- yığan
- l-dhahaba
- ٱلذَّهَبَ
- altın
- wal-fiḍata
- وَٱلْفِضَّةَ
- ve gümüşü
- walā
- وَلَا
- ve
- yunfiqūnahā
- يُنفِقُونَهَا
- onları harcamayanlar
- fī sabīli
- فِى سَبِيلِ
- yolunda
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- fabashir'hum
- فَبَشِّرْهُم
- işte onlara müjdele
- biʿadhābin
- بِعَذَابٍ
- bir azabı
- alīmin
- أَلِيمٍ
- acıklı
Ey inananlar! Hahamlar ve rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler. Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele. ([9] Tevbe: 34)Tefsir
يَّوْمَ يُحْمٰى عَلَيْهَا فِيْ نَارِ جَهَنَّمَ فَتُكْوٰى بِهَا جِبَاهُهُمْ وَجُنُوْبُهُمْ وَظُهُوْرُهُمْۗ هٰذَا مَا كَنَزْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ فَذُوْقُوْا مَا كُنْتُمْ تَكْنِزُوْنَ ٣٥
- yawma
- يَوْمَ
- O gün
- yuḥ'mā
- يُحْمَىٰ
- kızdırılır
- ʿalayhā
- عَلَيْهَا
- üzerleri
- fī
- فِى
- içinde
- nāri
- نَارِ
- ateşi
- jahannama
- جَهَنَّمَ
- cehennem
- fatuk'wā
- فَتُكْوَىٰ
- dağlanır
- bihā
- بِهَا
- bunlarla
- jibāhuhum
- جِبَاهُهُمْ
- onların alınları
- wajunūbuhum
- وَجُنُوبُهُمْ
- ve yanları
- waẓuhūruhum
- وَظُهُورُهُمْۖ
- ve sırtları
- hādhā
- هَٰذَا
- (işte) budur
- mā
- مَا
- şeyler
- kanaztum
- كَنَزْتُمْ
- yığdıklarınız
- li-anfusikum
- لِأَنفُسِكُمْ
- nefisleriniz için
- fadhūqū
- فَذُوقُوا۟
- o halde tadın
- mā
- مَا
- şeyleri
- kuntum
- كُنتُمْ
- olduğunuz
- taknizūna
- تَكْنِزُونَ
- yığıyor(lar)
Bunlar cehennem ateşinde kızdırıldığı gün, alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak, "Bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir; biriktirdiğinizi tadın" denecek. ([9] Tevbe: 35)Tefsir
اِنَّ عِدَّةَ الشُّهُوْرِ عِنْدَ اللّٰهِ اثْنَا عَشَرَ شَهْرًا فِيْ كِتٰبِ اللّٰهِ يَوْمَ خَلَقَ السَّمٰوٰتِ وَالْاَرْضَ مِنْهَآ اَرْبَعَةٌ حُرُمٌ ۗذٰلِكَ الدِّيْنُ الْقَيِّمُ ەۙ فَلَا تَظْلِمُوْا فِيْهِنَّ اَنْفُسَكُمْ وَقَاتِلُوا الْمُشْرِكِيْنَ كَاۤفَّةً كَمَا يُقَاتِلُوْنَكُمْ كَاۤفَّةً ۗوَاعْلَمُوْٓا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّقِيْنَ ٣٦
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- ʿiddata
- عِدَّةَ
- sayısı
- l-shuhūri
- ٱلشُّهُورِ
- ayların
- ʿinda
- عِندَ
- katında
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- ith'nā
- ٱثْنَا
- (on) iki
- ʿashara
- عَشَرَ
- on (iki)
- shahran
- شَهْرًا
- aydır
- fī kitābi
- فِى كِتَٰبِ
- kitabında
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- yawma
- يَوْمَ
- günden beri
- khalaqa
- خَلَقَ
- yarattığı
- l-samāwāti
- ٱلسَّمَٰوَٰتِ
- gökleri
- wal-arḍa
- وَٱلْأَرْضَ
- ve yeri
- min'hā
- مِنْهَآ
- bunlardan
- arbaʿatun
- أَرْبَعَةٌ
- dördü
- ḥurumun
- حُرُمٌۚ
- haram(ay)lardır
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- işte budur
- l-dīnu
- ٱلدِّينُ
- din
- l-qayimu
- ٱلْقَيِّمُۚ
- doğru
- falā taẓlimū
- فَلَا تَظْلِمُوا۟
- zulmetmeyin
- fīhinna
- فِيهِنَّ
- (o aylar) içinde
- anfusakum
- أَنفُسَكُمْۚ
- kendinize
- waqātilū
- وَقَٰتِلُوا۟
- ve savaşın
- l-mush'rikīna
- ٱلْمُشْرِكِينَ
- ortak koşanlarla
- kāffatan
- كَآفَّةً
- topyekun
- kamā
- كَمَا
- nasıl
- yuqātilūnakum
- يُقَٰتِلُونَكُمْ
- sizinle savaşıyorlarsa
- kāffatan
- كَآفَّةًۚ
- topyekun
- wa-iʿ'lamū
- وَٱعْلَمُوٓا۟
- ve bilin ki
- anna
- أَنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- maʿa
- مَعَ
- beraberdir
- l-mutaqīna
- ٱلْمُتَّقِينَ
- korunanlarla
Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah'a göre ayların sayısı onikidir. Bunlardan dördü hürmetli aydır. Bu dosdoğru bir nizamdır. Öyleyse o aylar içinde kendinize yazık etmeyin, topyekun sizinle savaşan putperestlerle siz de topyekun savaşın, Allah'ın sakınanlarla beraber olduğunu bilin. ([9] Tevbe: 36)Tefsir
اِنَّمَا النَّسِيْۤءُ زِيَادَةٌ فِى الْكُفْرِ يُضَلُّ بِهِ الَّذِيْنَ كَفَرُوْا يُحِلُّوْنَهٗ عَامًا وَّيُحَرِّمُوْنَهٗ عَامًا لِّيُوَاطِـُٔوْا عِدَّةَ مَا حَرَّمَ اللّٰهُ فَيُحِلُّوْا مَا حَرَّمَ اللّٰهُ ۗزُيِّنَ لَهُمْ سُوْۤءُ اَعْمَالِهِمْۗ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الْكٰفِرِيْنَ ࣖ ٣٧
- innamā
- إِنَّمَا
- şüphesiz
- l-nasīu
- ٱلنَّسِىٓءُ
- ertelemek
- ziyādatun
- زِيَادَةٌ
- daha ileri gitmektir
- fī l-kuf'ri
- فِى ٱلْكُفْرِۖ
- küfürde
- yuḍallu
- يُضَلُّ
- saptırılır
- bihi
- بِهِ
- onunla
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- inkar eden(ler)
- yuḥillūnahu
- يُحِلُّونَهُۥ
- onu helal sayarlar
- ʿāman
- عَامًا
- bir yıl
- wayuḥarrimūnahu
- وَيُحَرِّمُونَهُۥ
- ve haram sayarlar
- ʿāman
- عَامًا
- bir yıl
- liyuwāṭiū
- لِّيُوَاطِـُٔوا۟
- denk gelsin diye
- ʿiddata
- عِدَّةَ
- sayısı
- mā ḥarrama
- مَا حَرَّمَ
- haram kıldığının
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'ın
- fayuḥillū
- فَيُحِلُّوا۟
- helal yapsınlar
- mā ḥarrama
- مَا حَرَّمَ
- haram kıldığını
- l-lahu
- ٱللَّهُۚ
- Allah'ın
- zuyyina
- زُيِّنَ
- süslü gösterildi
- lahum
- لَهُمْ
- kendilerine
- sūu
- سُوٓءُ
- kötülüğü
- aʿmālihim
- أَعْمَٰلِهِمْۗ
- yaptıkları işin
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- ve Allah
- lā yahdī
- لَا يَهْدِى
- yol göstermez
- l-qawma
- ٱلْقَوْمَ
- toplumuna
- l-kāfirīna
- ٱلْكَٰفِرِينَ
- kafirler
Sapıtmak için hürmetli ayların yerlerini değiştirip geciktirmek, küfürde gerçekten ileri gitmekdir. İnkar edenler Allah'ın haram kıldığı ayların sayısına uydurmak için, onu bir yıl haram, bir yıl helal sayıyor, böylece Allah'ın haram kıldığını helalkılıyorlar. Kötü işleri kendilerine güzel göründü. Allah inkar eden toplumu doğru yola eriştirmez. ([9] Tevbe: 37)Tefsir
يٰٓاَيُّهَا الَّذِيْنَ اٰمَنُوْا مَا لَكُمْ اِذَا قِيْلَ لَكُمُ انْفِرُوْا فِيْ سَبِيْلِ اللّٰهِ اثَّاقَلْتُمْ اِلَى الْاَرْضِۗ اَرَضِيْتُمْ بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا مِنَ الْاٰخِرَةِۚ فَمَا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا فِى الْاٰخِرَةِ اِلَّا قَلِيْلٌ ٣٨
- yāayyuhā
- يَٰٓأَيُّهَا
- Ey
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- inanan(lar)
- mā
- مَا
- ne oldu ki?
- lakum
- لَكُمْ
- size
- idhā
- إِذَا
- zaman
- qīla
- قِيلَ
- dendiği
- lakumu
- لَكُمُ
- size
- infirū
- ٱنفِرُوا۟
- savaşa çıkın
- fī sabīli
- فِى سَبِيلِ
- yolunda
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- ithāqaltum
- ٱثَّاقَلْتُمْ
- çakılıp kaldınız
- ilā l-arḍi
- إِلَى ٱلْأَرْضِۚ
- yere
- araḍītum
- أَرَضِيتُم
- razı mı oldunuz?
- bil-ḥayati
- بِٱلْحَيَوٰةِ
- hayatına
- l-dun'yā
- ٱلدُّنْيَا
- dünya
- mina
- مِنَ
- karşılık
- l-ākhirati
- ٱلْءَاخِرَةِۚ
- ahirete
- famā
- فَمَا
- ama
- matāʿu
- مَتَٰعُ
- geçimi
- l-ḥayati
- ٱلْحَيَوٰةِ
- hayatının
- l-dun'yā
- ٱلدُّنْيَا
- dünya
- fī
- فِى
- göre
- l-ākhirati
- ٱلْءَاخِرَةِ
- ahirete
- illā
- إِلَّا
- pek
- qalīlun
- قَلِيلٌ
- azdır
Ey inananlar! Size ne oldu ki, "Allah yolunda, savaşa çıkın" dendiği zaman yere çöküp kaldınız? Oysa dünya hayatının geçimi ahirete göre pek az bir şeydir. ([9] Tevbe: 38)Tefsir
اِلَّا تَنْفِرُوْا يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا اَلِيمًاۙ وَّيَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلَا تَضُرُّوْهُ شَيْـًٔاۗ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيْرٌ ٣٩
- illā
- إِلَّا
- eğer
- tanfirū
- تَنفِرُوا۟
- topluca (savaşa) çıkmazsanız
- yuʿadhib'kum
- يُعَذِّبْكُمْ
- size azabeder
- ʿadhāban
- عَذَابًا
- bir azapla
- alīman
- أَلِيمًا
- acıklı
- wayastabdil
- وَيَسْتَبْدِلْ
- ve yerinize getirir
- qawman
- قَوْمًا
- bir topluluk
- ghayrakum
- غَيْرَكُمْ
- sizden başka
- walā taḍurrūhu
- وَلَا تَضُرُّوهُ
- O'na zarar veremezsiniz
- shayan
- شَيْـًٔاۗ
- hiçbir
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- ve Allah
- ʿalā kulli
- عَلَىٰ كُلِّ
- her
- shayin
- شَىْءٍ
- şeyi
- qadīrun
- قَدِيرٌ
- yapabilendir
Çıkmazsanız Allah size can yakıcı azabla azabeder ve yerinize başka bir millet getirir. O'na bir şey de yapamazsınız. Allah her şeye kadirdir. ([9] Tevbe: 39)Tefsir
اِلَّا تَنْصُرُوْهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّٰهُ اِذْ اَخْرَجَهُ الَّذِيْنَ كَفَرُوْا ثَانِيَ اثْنَيْنِ اِذْ هُمَا فِى الْغَارِ اِذْ يَقُوْلُ لِصَاحِبِهٖ لَا تَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَاۚ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَكِيْنَتَهٗ عَلَيْهِ وَاَيَّدَهٗ بِجُنُوْدٍ لَّمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذِيْنَ كَفَرُوا السُّفْلٰىۗ وَكَلِمَةُ اللّٰهِ هِيَ الْعُلْيَاۗ وَاللّٰهُ عَزِيْزٌ حَكِيْمٌ ٤٠
- illā
- إِلَّا
- eğer
- tanṣurūhu
- تَنصُرُوهُ
- siz ona yardım etmezseniz
- faqad
- فَقَدْ
- iyi bilin ki
- naṣarahu
- نَصَرَهُ
- ona yardım etmişti
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- idh
- إِذْ
- hani
- akhrajahu
- أَخْرَجَهُ
- (Mekke'den) çıkardıklarında
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- inkar eden(ler)
- thāniya
- ثَانِىَ
- ikincisiydi
- ith'nayni
- ٱثْنَيْنِ
- iki kişiden
- idh
- إِذْ
- iken
- humā
- هُمَا
- ikisi
- fī l-ghāri
- فِى ٱلْغَارِ
- mağarada
- idh
- إِذْ
- hani
- yaqūlu
- يَقُولُ
- diyordu
- liṣāḥibihi
- لِصَٰحِبِهِۦ
- arkadaşına
- lā taḥzan
- لَا تَحْزَنْ
- üzülme
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- maʿanā
- مَعَنَاۖ
- bizimle beraberdir
- fa-anzala
- فَأَنزَلَ
- (İşte o zaman) indirdi
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- sakīnatahu
- سَكِينَتَهُۥ
- sekinesini
- ʿalayhi
- عَلَيْهِ
- onun üzerine
- wa-ayyadahu
- وَأَيَّدَهُۥ
- ve onu destekledi
- bijunūdin
- بِجُنُودٍ
- askerlerle
- lam tarawhā
- لَّمْ تَرَوْهَا
- sizin görmediğiniz
- wajaʿala
- وَجَعَلَ
- ve kıldı
- kalimata
- كَلِمَةَ
- sözünü
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselerin
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- inanmayan(ların)
- l-suf'lā
- ٱلسُّفْلَىٰۗ
- alçak
- wakalimatu
- وَكَلِمَةُ
- ve sözü ise
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- hiya
- هِىَ
- o
- l-ʿul'yā
- ٱلْعُلْيَاۗ
- yüce olandır
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- ve Allah
- ʿazīzun
- عَزِيزٌ
- daima üstündür
- ḥakīmun
- حَكِيمٌ
- hüküm ve hikmet sahibidir
Ona (Muhammed'e) yardım etmezseniz, bilin ki, inkar edenler onu Mekke'den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti. Arkadaşına (Ebu Bekir'e) "Üzülme, Allah bizimledir" diyordu; Allah da ona güven vermiş, görmediğiniz askerlerle onu desteklemiş, inkar edenlerin sözünü alçaltmıştı. Ancak Allah'ın sözü yücedir. Allah güçlüdür, hakimdir. ([9] Tevbe: 40)Tefsir