لَيْسَ عَلَى الضُّعَفَاۤءِ وَلَا عَلَى الْمَرْضٰى وَلَا عَلَى الَّذِيْنَ لَا يَجِدُوْنَ مَا يُنْفِقُوْنَ حَرَجٌ اِذَا نَصَحُوْا لِلّٰهِ وَرَسُوْلِهٖۗ مَا عَلَى الْمُحْسِنِيْنَ مِنْ سَبِيْلٍ ۗوَاللّٰهُ غَفُوْرٌ رَّحِيْمٌۙ ٩١
- laysa
- لَّيْسَ
- yoktur
- ʿalā
- عَلَى
- üzerine
- l-ḍuʿafāi
- ٱلضُّعَفَآءِ
- zayıflar
- walā
- وَلَا
- ve yoktur
- ʿalā
- عَلَى
- üzerine
- l-marḍā
- ٱلْمَرْضَىٰ
- hastalar
- walā
- وَلَا
- ve yoktur
- ʿalā
- عَلَى
- üzerine
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- lā yajidūna
- لَا يَجِدُونَ
- bulamayan(lar)
- mā
- مَا
- bir şey
- yunfiqūna
- يُنفِقُونَ
- harcayacak
- ḥarajun
- حَرَجٌ
- bir günah
- idhā
- إِذَا
- takdirde
- naṣaḥū
- نَصَحُوا۟
- öğüt verdikleri
- lillahi
- لِلَّهِ
- Allah için
- warasūlihi
- وَرَسُولِهِۦۚ
- ve Elçisi için
- mā
- مَا
- yoktur
- ʿalā
- عَلَى
- aleyhine
- l-muḥ'sinīna
- ٱلْمُحْسِنِينَ
- iyilik edenlerin
- min
- مِن
- hiçbir
- sabīlin
- سَبِيلٍۚ
- yol
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- ve Allah
- ghafūrun
- غَفُورٌ
- bağışlayandır
- raḥīmun
- رَّحِيمٌ
- esirgeyendir
Güçsüzlere, hastalara ve sarfedecek bir şeyi bulunmayanlara, Allah ve Peygamberine bağlı kaldıkları müddetçe sorumluluk yoktur. İyi davrananlara sorumluluk olmaz. Allah bağışlayandır, merhamet edendir. ([9] Tevbe: 91)Tefsir
وَّلَا عَلَى الَّذِيْنَ اِذَا مَآ اَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ قُلْتَ لَآ اَجِدُ مَآ اَحْمِلُكُمْ عَلَيْهِ ۖتَوَلَّوْا وَّاَعْيُنُهُمْ تَفِيْضُ مِنَ الدَّمْعِ حَزَنًا اَلَّا يَجِدُوْا مَا يُنْفِقُوْنَۗ ٩٢
- walā
- وَلَا
- ve yoktur (sorumluluk)
- ʿalā alladhīna
- عَلَى ٱلَّذِينَ
- kimselere
- idhā
- إِذَا
- zaman
- mā atawka
- مَآ أَتَوْكَ
- sana geldikleri
- litaḥmilahum
- لِتَحْمِلَهُمْ
- binek için
- qul'ta
- قُلْتَ
- sen deyince
- lā ajidu
- لَآ أَجِدُ
- bulamıyorum
- mā
- مَآ
- bir şey
- aḥmilukum
- أَحْمِلُكُمْ
- sizi bindirecek
- ʿalayhi
- عَلَيْهِ
- üzerine
- tawallaw
- تَوَلَّوا۟
- dönen
- wa-aʿyunuhum
- وَّأَعْيُنُهُمْ
- ve gözlerinden
- tafīḍu
- تَفِيضُ
- akarak
- mina l-damʿi
- مِنَ ٱلدَّمْعِ
- yaş
- ḥazanan
- حَزَنًا
- üzüntüden
- allā
- أَلَّا
- dolayı
- yajidū
- يَجِدُوا۟
- bulamadıklarından
- mā
- مَا
- bir şey
- yunfiqūna
- يُنفِقُونَ
- infak edecek
Binek vermen için sana geldiklerinde, "Size binek bulamıyorum" dediğin zaman, sarfedecek bir şey bulamadıkları için üzüntüden gözyaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur. ([9] Tevbe: 92)Tefsir
اِنَّمَا السَّبِيْلُ عَلَى الَّذِيْنَ يَسْتَأْذِنُوْنَكَ وَهُمْ اَغْنِيَاۤءُۚ رَضُوْا بِاَنْ يَّكُوْنُوْا مَعَ الْخَوَالِفِۙ وَطَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوْبِهِمْ فَهُمْ لَا يَعْلَمُوْنَ ۔ ٩٣
- innamā
- إِنَّمَا
- ancak
- l-sabīlu
- ٱلسَّبِيلُ
- (kınanmasına) yol vardır
- ʿalā alladhīna
- عَلَى ٱلَّذِينَ
- kimselerin
- yastadhinūnaka
- يَسْتَـْٔذِنُونَكَ
- senden izin isteyen
- wahum
- وَهُمْ
- onlar
- aghniyāu
- أَغْنِيَآءُۚ
- zengin oldukları halde
- raḍū
- رَضُوا۟
- onlar razı oldular
- bi-an yakūnū
- بِأَن يَكُونُوا۟
- olmağa
- maʿa
- مَعَ
- beraber
- l-khawālifi
- ٱلْخَوَالِفِ
- geri kalan kadınlarla
- waṭabaʿa
- وَطَبَعَ
- ve mühürledi
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerini
- qulūbihim
- قُلُوبِهِمْ
- onların kalbleri
- fahum
- فَهُمْ
- artık onlar
- lā yaʿlamūna
- لَا يَعْلَمُونَ
- bilmezler
Sorumluluk ancak, zengin oldukları halde senden izin isteyen, geride kalan kadınlarla bulunmaya razı olanlara ve Allah kalblerini mühürlemiş olduğu için bilmeyenleredir. ([9] Tevbe: 93)Tefsir
يَعْتَذِرُوْنَ اِلَيْكُمْ اِذَا رَجَعْتُمْ اِلَيْهِمْ ۗ قُلْ لَّا تَعْتَذِرُوْا لَنْ نُّؤْمِنَ لَكُمْ قَدْ نَبَّاَنَا اللّٰهُ مِنْ اَخْبَارِكُمْ وَسَيَرَى اللّٰهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُوْلُهٗ ثُمَّ تُرَدُّوْنَ اِلٰى عٰلِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُوْنَ ٩٤
- yaʿtadhirūna
- يَعْتَذِرُونَ
- özür dilerler
- ilaykum
- إِلَيْكُمْ
- sizden
- idhā
- إِذَا
- zaman
- rajaʿtum
- رَجَعْتُمْ
- geri dönüp geldiğiniz
- ilayhim
- إِلَيْهِمْۚ
- onların yanına
- qul
- قُل
- de ki
- lā
- لَّا
- hiç
- taʿtadhirū
- تَعْتَذِرُوا۟
- özür dilemeyin
- lan
- لَن
- asla
- nu'mina
- نُّؤْمِنَ
- inanmayız
- lakum
- لَكُمْ
- size
- qad
- قَدْ
- muhakkak
- nabba-anā
- نَبَّأَنَا
- bize bildirdi
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- min akhbārikum
- مِنْ أَخْبَارِكُمْۚ
- sizin haberlerinizi
- wasayarā
- وَسَيَرَى
- ve görecektir
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- ʿamalakum
- عَمَلَكُمْ
- yaptığınızı
- warasūluhu
- وَرَسُولُهُۥ
- ve Elçisi de
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- turaddūna
- تُرَدُّونَ
- döndürüleceksiniz
- ilā ʿālimi
- إِلَىٰ عَٰلِمِ
- bilene
- l-ghaybi
- ٱلْغَيْبِ
- görülmeyeni
- wal-shahādati
- وَٱلشَّهَٰدَةِ
- ve görüleni
- fayunabbi-ukum
- فَيُنَبِّئُكُم
- O size haber verecek
- bimā
- بِمَا
- ne
- kuntum
- كُنتُمْ
- varsa
- taʿmalūna
- تَعْمَلُونَ
- yaptıklarınız
Savaştan döndüğünüzde size özür beyan ederler. Onlara de ki: "özür beyan etmeyin, size inanmayacağız, Allah haberlerinizi bize bildirmiştir. Allah da, Peygamberi de işleyeceklerinizi görecektir. Sonunda, görülmeyeni ve görüneni bilen Allah'a geri çevrileceksiniz. O, işlediklerinizi size haber verecektir." ([9] Tevbe: 94)Tefsir
سَيَحْلِفُوْنَ بِاللّٰهِ لَكُمْ اِذَا انْقَلَبْتُمْ اِلَيْهِمْ لِتُعْرِضُوْا عَنْهُمْ ۗ فَاَعْرِضُوْا عَنْهُمْ ۗ اِنَّهُمْ رِجْسٌۙ وَّمَأْوٰىهُمْ جَهَنَّمُ جَزَاۤءً ۢبِمَا كَانُوْا يَكْسِبُوْنَ ٩٥
- sayaḥlifūna
- سَيَحْلِفُونَ
- yemin edecekler
- bil-lahi
- بِٱللَّهِ
- Allah'a
- lakum
- لَكُمْ
- siz
- idhā
- إِذَا
- zaman
- inqalabtum
- ٱنقَلَبْتُمْ
- yanlarına geldiğiniz
- ilayhim
- إِلَيْهِمْ
- onların
- lituʿ'riḍū
- لِتُعْرِضُوا۟
- vazgeçmeniz için
- ʿanhum
- عَنْهُمْۖ
- kendilerinden
- fa-aʿriḍū
- فَأَعْرِضُوا۟
- vazgeçin
- ʿanhum
- عَنْهُمْۖ
- onlardan
- innahum
- إِنَّهُمْ
- çünkü onlar
- rij'sun
- رِجْسٌۖ
- murdardır
- wamawāhum
- وَمَأْوَىٰهُمْ
- ve varacakları yer
- jahannamu
- جَهَنَّمُ
- cehennemdir
- jazāan
- جَزَآءًۢ
- cezası olarak
- bimā
- بِمَا
- şeylerin
- kānū yaksibūna
- كَانُوا۟ يَكْسِبُونَ
- kazandıkları
Döndüğünüzde kendilerine çıkışmamanız için, Allah'a yemin edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin; çünkü pistirler. Yaptıklarının karşılığı olarak varacakları yer cehennemdir. ([9] Tevbe: 95)Tefsir
يَحْلِفُوْنَ لَكُمْ لِتَرْضَوْا عَنْهُمْ ۚفَاِنْ تَرْضَوْا عَنْهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يَرْضٰى عَنِ الْقَوْمِ الْفٰسِقِيْنَ ٩٦
- yaḥlifūna
- يَحْلِفُونَ
- yemin ediyorlar
- lakum
- لَكُمْ
- size
- litarḍaw
- لِتَرْضَوْا۟
- razı olmanız için
- ʿanhum
- عَنْهُمْۖ
- kendilerinden
- fa-in
- فَإِن
- eğer
- tarḍaw
- تَرْضَوْا۟
- siz razı olsanız bile
- ʿanhum
- عَنْهُمْ
- onlardan
- fa-inna
- فَإِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- lā yarḍā
- لَا يَرْضَىٰ
- razı olmaz
- ʿani l-qawmi
- عَنِ ٱلْقَوْمِ
- topluluktan
- l-fāsiqīna
- ٱلْفَٰسِقِينَ
- yoldan çıkan
Kendilerinden hoşnut olasınız diye, size and verirler. Siz onlardan hoşnut olsanız bile, Allah, yoldan çıkmış kimselerden razı olmaz. ([9] Tevbe: 96)Tefsir
اَلْاَعْرَابُ اَشَدُّ كُفْرًا وَّنِفَاقًا وَّاَجْدَرُ اَلَّا يَعْلَمُوْا حُدُوْدَ مَآ اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُوْلِهٖ ۗوَاللّٰهُ عَلِيْمٌ حَكِيْمٌ ٩٧
- al-aʿrābu
- ٱلْأَعْرَابُ
- bedevi Araplar
- ashaddu
- أَشَدُّ
- daha yamandır
- kuf'ran
- كُفْرًا
- küfürde
- wanifāqan
- وَنِفَاقًا
- ve iki yüzlülükte
- wa-ajdaru
- وَأَجْدَرُ
- ve daha müsaittirler
- allā yaʿlamū
- أَلَّا يَعْلَمُوا۟
- tanımamaya
- ḥudūda
- حُدُودَ
- sınırlarını
- mā
- مَآ
- şeylerin
- anzala
- أَنزَلَ
- indirdiği
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'ın
- ʿalā rasūlihi
- عَلَىٰ رَسُولِهِۦۗ
- Elçisine
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- ve Allah
- ʿalīmun
- عَلِيمٌ
- bilendir
- ḥakīmun
- حَكِيمٌ
- hüküm ve hikmet sahibidir
Bedevilerin küfür ve nifakları her yönden, daha ileridir. Allah'ın, Peygamberine indirdiğinin sınırlarını bilmemek, onlara daha layıktır. Allah bilendir, hakimdir. ([9] Tevbe: 97)Tefsir
وَمِنَ الْاَعْرَابِ مَنْ يَّتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ مَغْرَمًا وَّيَتَرَبَّصُ بِكُمُ الدَّوَاۤىِٕرَ ۗعَلَيْهِمْ دَاۤىِٕرَةُ السَّوْءِ ۗوَاللّٰهُ سَمِيْعٌ عَلِيْمٌ ٩٨
- wamina
- وَمِنَ
- ve
- l-aʿrābi
- ٱلْأَعْرَابِ
- bedevi Araplardan
- man
- مَن
- kimi var ki
- yattakhidhu
- يَتَّخِذُ
- sayar
- mā
- مَا
- şeyi
- yunfiqu
- يُنفِقُ
- verdiği
- maghraman
- مَغْرَمًا
- angarya
- wayatarabbaṣu
- وَيَتَرَبَّصُ
- ve gözetler
- bikumu
- بِكُمُ
- size
- l-dawāira
- ٱلدَّوَآئِرَۚ
- belalar gelmesini
- ʿalayhim
- عَلَيْهِمْ
- onların
- dāiratu
- دَآئِرَةُ
- bela başına gelsin
- l-sawi
- ٱلسَّوْءِۗ
- kötü
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- samīʿun
- سَمِيعٌ
- işitendir
- ʿalīmun
- عَلِيمٌ
- bilendir
Bedevilerden, Allah yolunda sarfettiklerini angarya sayanlar ve sizin başınıza belalar gelmesini bekleyenler vardır. Belalar onlara olsun; Allah işitir ve bilir. ([9] Tevbe: 98)Tefsir
وَمِنَ الْاَعْرَابِ مَنْ يُّؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَيَتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ قُرُبٰتٍ عِنْدَ اللّٰهِ وَصَلَوٰتِ الرَّسُوْلِ ۗ اَلَآ اِنَّهَا قُرْبَةٌ لَّهُمْ ۗ سَيُدْخِلُهُمُ اللّٰهُ فِيْ رَحْمَتِهٖ ۗاِنَّ اللّٰهَ غَفُوْرٌ رَّحِيْمٌ ࣖ ٩٩
- wamina l-aʿrābi
- وَمِنَ ٱلْأَعْرَابِ
- bedevi Araplardan
- man
- مَن
- kimi de var ki
- yu'minu
- يُؤْمِنُ
- inanır
- bil-lahi
- بِٱللَّهِ
- Allah'a
- wal-yawmi
- وَٱلْيَوْمِ
- ve gününe
- l-ākhiri
- ٱلْءَاخِرِ
- ahiret
- wayattakhidhu
- وَيَتَّخِذُ
- ve vesile sayar
- mā
- مَا
- şeyi
- yunfiqu
- يُنفِقُ
- verdiği
- qurubātin
- قُرُبَٰتٍ
- yakınlaşmaya
- ʿinda
- عِندَ
- katında
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- waṣalawāti
- وَصَلَوَٰتِ
- ve du'alarını almaya
- l-rasūli
- ٱلرَّسُولِۚ
- Elçinin
- alā
- أَلَآ
- iyi bilin ki
- innahā
- إِنَّهَا
- gerçekten o
- qur'batun
- قُرْبَةٌ
- yakınlık vesilesidir
- lahum
- لَّهُمْۚ
- kendileri için
- sayud'khiluhumu
- سَيُدْخِلُهُمُ
- onları sokacaktır
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- fī
- فِى
- içine
- raḥmatihi
- رَحْمَتِهِۦٓۗ
- rahmetinin
- inna
- إِنَّ
- muhakkak ki
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- ghafūrun
- غَفُورٌ
- bağışlayandır
- raḥīmun
- رَّحِيمٌ
- esirgeyendir
Bedevilerden, Allah'a ve ahiret gününe inanan, sarfettiğini, Allah katında ibadet ve Peygamberin dualarına nail olmağa vesile sayanlar da vardır. Bilin ki, verdikleri onlar için ibadettir. Allah, onlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz bağışlar ve merhamet eder. ([9] Tevbe: 99)Tefsir
وَالسّٰبِقُوْنَ الْاَوَّلُوْنَ مِنَ الْمُهٰجِرِيْنَ وَالْاَنْصَارِ وَالَّذِيْنَ اتَّبَعُوْهُمْ بِاِحْسَانٍۙ رَّضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوْا عَنْهُ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَنّٰتٍ تَجْرِيْ تَحْتَهَا الْاَنْهٰرُ خٰلِدِيْنَ فِيْهَآ اَبَدًا ۗذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيْمُ ١٠٠
- wal-sābiqūna
- وَٱلسَّٰبِقُونَ
- öne geçenlerden
- l-awalūna
- ٱلْأَوَّلُونَ
- ilk olanlar
- mina l-muhājirīna
- مِنَ ٱلْمُهَٰجِرِينَ
- Muhacirlerden
- wal-anṣāri
- وَٱلْأَنصَارِ
- ve Ensardan
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- ve kimseler
- ittabaʿūhum
- ٱتَّبَعُوهُم
- ona tabi olan(lar)
- bi-iḥ'sānin
- بِإِحْسَٰنٍ
- güzelce
- raḍiya
- رَّضِىَ
- razı olmuştur
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- ʿanhum
- عَنْهُمْ
- onlardan
- waraḍū
- وَرَضُوا۟
- onlar da razı olmuşlardır
- ʿanhu
- عَنْهُ
- O'ndan
- wa-aʿadda
- وَأَعَدَّ
- ve hazırlamıştır
- lahum
- لَهُمْ
- onlara
- jannātin
- جَنَّٰتٍ
- cennetler
- tajrī
- تَجْرِى
- akan
- taḥtahā
- تَحْتَهَا
- altlarından
- l-anhāru
- ٱلْأَنْهَٰرُ
- ırmaklar
- khālidīna
- خَٰلِدِينَ
- kalacakları
- fīhā
- فِيهَآ
- içinde
- abadan
- أَبَدًاۚ
- ebedi
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- işte budur
- l-fawzu
- ٱلْفَوْزُ
- kurtuluş
- l-ʿaẓīmu
- ٱلْعَظِيمُ
- büyük
İyilik yarışında önceliği kazanan Muhacirler ve Ensar ile, onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur, onlar da Allah'tan hoşnuddurlar. Allah onlara, içinde temelli ve ebedi kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır; işte büyük kurtuluş budur. ([9] Tevbe: 100)Tefsir