وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيٰتُنَا قَالُوْا قَدْ سَمِعْنَا لَوْ نَشَاۤءُ لَقُلْنَا مِثْلَ هٰذَآ ۙاِنْ هٰذَآ اِلَّآ اَسَاطِيْرُ الْاَوَّلِيْنَ ٣١
- wa-idhā
- وَإِذَا
- zaman
- tut'lā
- تُتْلَىٰ
- okunduğu
- ʿalayhim
- عَلَيْهِمْ
- onlara
- āyātunā
- ءَايَٰتُنَا
- ayetlerimiz
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler
- qad
- قَدْ
- muhakkak
- samiʿ'nā
- سَمِعْنَا
- İşittik
- law
- لَوْ
- şayet
- nashāu
- نَشَآءُ
- istesek
- laqul'nā
- لَقُلْنَا
- biz de söyleriz
- mith'la
- مِثْلَ
- gibisini
- hādhā
- هَٰذَآۙ
- bunun
- in hādhā
- إِنْ هَٰذَآ
- bu
- illā
- إِلَّآ
- ancak
- asāṭīru
- أَسَٰطِيرُ
- masallarındandır
- l-awalīna
- ٱلْأَوَّلِينَ
- evvelkilerin
Ayetlerimiz onlara okunduğu zaman, "İşittik, işittik! İstesek biz de aynını söyleyebiliriz; bu sadece eskilerin masallarıdır" derlerdi. ([8] Enfal: 31)Tefsir
وَاِذْ قَالُوا اللهم اِنْ كَانَ هٰذَا هُوَ الْحَقَّ مِنْ عِنْدِكَ فَاَمْطِرْ عَلَيْنَا حِجَارَةً مِّنَ السَّمَاۤءِ اَوِ ائْتِنَا بِعَذَابٍ اَلِيْمٍ ٣٢
- wa-idh
- وَإِذْ
- ve hani
- qālū
- قَالُوا۟
- demişlerdi
- l-lahuma
- ٱللَّهُمَّ
- Allah'ım
- in
- إِن
- eğer
- kāna
- كَانَ
- ise
- hādhā
- هَٰذَا
- bu
- huwa
- هُوَ
- (kişi)
- l-ḥaqa
- ٱلْحَقَّ
- bir gerçek
- min ʿindika
- مِنْ عِندِكَ
- senin yanından gelmiş
- fa-amṭir
- فَأَمْطِرْ
- yağdır
- ʿalaynā
- عَلَيْنَا
- başımıza
- ḥijāratan
- حِجَارَةً
- taş
- mina l-samāi
- مِّنَ ٱلسَّمَآءِ
- gökten
- awi
- أَوِ
- yahut
- i'tinā
- ٱئْتِنَا
- bize getir
- biʿadhābin
- بِعَذَابٍ
- bir azab
- alīmin
- أَلِيمٍ
- acıklı
"Allah'ımız! Eğer bu Kitap, gerçekten Senin katından ise bize gökten taş yağdır veya can yakıcı bir azab ver" demişlerdi. ([8] Enfal: 32)Tefsir
وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَاَنْتَ فِيْهِمْۚ وَمَا كَانَ اللّٰهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُوْنَ ٣٣
- wamā
- وَمَا
- oysa
- kāna
- كَانَ
- değildi
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- liyuʿadhibahum
- لِيُعَذِّبَهُمْ
- onlara azab edecek
- wa-anta
- وَأَنتَ
- ve sen
- fīhim
- فِيهِمْۚ
- onların içinde bulundukça
- wamā
- وَمَا
- ve
- kāna
- كَانَ
- değildi
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- muʿadhibahum
- مُعَذِّبَهُمْ
- onlara azab edecek
- wahum
- وَهُمْ
- ve onlar
- yastaghfirūna
- يَسْتَغْفِرُونَ
- istiğfar ederlerken
Oysa, sen içlerinde iken Allah onlara azabetmez. Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir. ([8] Enfal: 33)Tefsir
وَمَا لَهُمْ اَلَّا يُعَذِّبَهُمُ اللّٰهُ وَهُمْ يَصُدُّوْنَ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَمَا كَانُوْٓا اَوْلِيَاۤءَهٗۗ اِنْ اَوْلِيَاۤؤُهٗٓ اِلَّا الْمُتَّقُوْنَ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُوْنَ ٣٤
- wamā
- وَمَا
- neden
- lahum
- لَهُمْ
- onlara
- allā yuʿadhibahumu
- أَلَّا يُعَذِّبَهُمُ
- azabetmesin?
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- wahum
- وَهُمْ
- onlar
- yaṣuddūna
- يَصُدُّونَ
- geri çevirdikleri
- ʿani l-masjidi
- عَنِ ٱلْمَسْجِدِ
- Mescid-i
- l-ḥarāmi
- ٱلْحَرَامِ
- haramdan
- wamā
- وَمَا
- ve
- kānū
- كَانُوٓا۟
- olmadıkları halde
- awliyāahu
- أَوْلِيَآءَهُۥٓۚ
- onun velisi
- in awliyāuhu
- إِنْ أَوْلِيَآؤُهُۥٓ
- onun velileri
- illā
- إِلَّا
- sadece
- l-mutaqūna
- ٱلْمُتَّقُونَ
- korunanlardır
- walākinna
- وَلَٰكِنَّ
- fakat
- aktharahum
- أَكْثَرَهُمْ
- çokları
- lā yaʿlamūna
- لَا يَعْلَمُونَ
- bilmezler
Yoksa Mescidi Haram'a girmekten menederlerken Allah onlara niçin azab etmesin? Hem de O'nun dostu değiller; O'nun dostları ancak karşı gelmekten sakınanlardır. Fakat çoğu bunu bilmiyorlar. ([8] Enfal: 34)Tefsir
وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِنْدَ الْبَيْتِ اِلَّا مُكَاۤءً وَّتَصْدِيَةًۗ فَذُوْقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُوْنَ ٣٥
- wamā
- وَمَا
- ve
- kāna
- كَانَ
- değildir
- ṣalātuhum
- صَلَاتُهُمْ
- onların namazları
- ʿinda
- عِندَ
- yanındaki
- l-bayti
- ٱلْبَيْتِ
- Beyt(ullah)
- illā
- إِلَّا
- başka
- mukāan
- مُكَآءً
- ıslık çalmadan
- wataṣdiyatan
- وَتَصْدِيَةًۚ
- ve el çırpmadan
- fadhūqū
- فَذُوقُوا۟
- O halde tadın
- l-ʿadhāba
- ٱلْعَذَابَ
- azabı
- bimā
- بِمَا
- dolayı
- kuntum
- كُنتُمْ
- olmanızdan
- takfurūna
- تَكْفُرُونَ
- inkar ediyor(lar)
Kabe'deki tapınmaları sadece ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. İnkarınıza karşılık artık azabı tadın. ([8] Enfal: 35)Tefsir
اِنَّ الَّذِيْنَ كَفَرُوْا يُنْفِقُوْنَ اَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوْا عَنْ سَبِيْلِ اللّٰهِ ۗفَسَيُنْفِقُوْنَهَا ثُمَّ تَكُوْنُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُوْنَ ەۗ وَالَّذِيْنَ كَفَرُوْٓا اِلٰى جَهَنَّمَ يُحْشَرُوْنَۙ ٣٦
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- inkar eden(ler)
- yunfiqūna
- يُنفِقُونَ
- harcarlar
- amwālahum
- أَمْوَٰلَهُمْ
- mallarını
- liyaṣuddū
- لِيَصُدُّوا۟
- engel olmak için
- ʿan sabīli
- عَن سَبِيلِ
- yoluna
- l-lahi
- ٱللَّهِۚ
- Allah
- fasayunfiqūnahā
- فَسَيُنفِقُونَهَا
- ve harcayacaklar
- thumma
- ثُمَّ
- sonra (bu)
- takūnu
- تَكُونُ
- olacak
- ʿalayhim
- عَلَيْهِمْ
- kendilerine
- ḥasratan
- حَسْرَةً
- dert
- thumma
- ثُمَّ
- nihayet
- yugh'labūna
- يُغْلَبُونَۗ
- yenilecekler
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- ve kimseler
- kafarū
- كَفَرُوٓا۟
- inkar eden(ler)
- ilā jahannama
- إِلَىٰ جَهَنَّمَ
- cehenneme
- yuḥ'sharūna
- يُحْشَرُونَ
- sürüleceklerdir
Doğrusu inkar edenler mallarını Allah'ın yolundan insanları alıkoymak için sarfederler ve daha da sarfedeceklerdir; ama sonra içleri yanacak, hem de mağlup olacaklardır. Bu, Allah'ın, temizi murdardan ayırması ve murdarları üstüste koyup hepsini yığarak cehenneme yerleştirmesi içindir; inkar edenler cehenneme toplanacaklardır. İşte onlar mahvolanlardır. ([8] Enfal: 36)Tefsir
لِيَمِيْزَ اللّٰهُ الْخَبِيْثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَيَجْعَلَ الْخَبِيْثَ بَعْضَهٗ عَلٰى بَعْضٍ فَيَرْكُمَهٗ جَمِيْعًا فَيَجْعَلَهٗ فِيْ جَهَنَّمَۗ اُولٰۤىِٕكَ هُمُ الْخٰسِرُوْنَ ࣖ ٣٧
- liyamīza
- لِيَمِيزَ
- ayıklasın diye
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- l-khabītha
- ٱلْخَبِيثَ
- murdarı
- mina l-ṭayibi
- مِنَ ٱلطَّيِّبِ
- temizden
- wayajʿala
- وَيَجْعَلَ
- ve koyup
- l-khabītha
- ٱلْخَبِيثَ
- bütün murdarları
- baʿḍahu
- بَعْضَهُۥ
- birini
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerine
- baʿḍin
- بَعْضٍ
- diğerinin
- fayarkumahu
- فَيَرْكُمَهُۥ
- yığsın da
- jamīʿan
- جَمِيعًا
- hepsini
- fayajʿalahu
- فَيَجْعَلَهُۥ
- atsın
- fī jahannama
- فِى جَهَنَّمَۚ
- cehenneme
- ulāika
- أُو۟لَٰٓئِكَ
- işte
- humu
- هُمُ
- onlardır
- l-khāsirūna
- ٱلْخَٰسِرُونَ
- ziyana uğrayanlar
Doğrusu inkar edenler mallarını Allah'ın yolundan insanları alıkoymak için sarfederler ve daha da sarfedeceklerdir; ama sonra içleri yanacak, hem de mağlup olacaklardır. Bu, Allah'ın, temizi murdardan ayırması ve murdarları üstüste koyup hepsini yığarak cehenneme yerleştirmesi içindir; inkar edenler cehenneme toplanacaklardır. İşte onlar mahvolanlardır. ([8] Enfal: 37)Tefsir
قُلْ لِّلَّذِيْنَ كَفَرُوْٓا اِنْ يَّنْتَهُوْا يُغْفَرْ لَهُمْ مَّا قَدْ سَلَفَۚ وَاِنْ يَّعُوْدُوْا فَقَدْ مَضَتْ سُنَّتُ الْاَوَّلِيْنَ ٣٨
- qul
- قُل
- söyle
- lilladhīna
- لِّلَّذِينَ
- kimselere
- kafarū
- كَفَرُوٓا۟
- inkar eden(lere)
- in
- إِن
- eğer
- yantahū
- يَنتَهُوا۟
- vazgeçerlerse
- yugh'far
- يُغْفَرْ
- bağışlanır
- lahum
- لَهُم
- kendilerine
- mā
- مَّا
- olanlar
- qad salafa
- قَدْ سَلَفَ
- geçmiştekiler
- wa-in
- وَإِن
- yok yine
- yaʿūdū
- يَعُودُوا۟
- dönerlerse
- faqad
- فَقَدْ
- elbette
- maḍat
- مَضَتْ
- geçerlidir
- sunnatu
- سُنَّتُ
- kanunu
- l-awalīna
- ٱلْأَوَّلِينَ
- öncekilerin
İnkar edenlere, eğer savaştan vazgeçerlerse, geçmişlerinin bağışlanacağını ve tekrar başlarlarsa evvelkilerin hükmünün uygulanacağını söyle. ([8] Enfal: 38)Tefsir
وَقَاتِلُوْهُمْ حَتّٰى لَا تَكُوْنَ فِتْنَةٌ وَّيَكُوْنَ الدِّيْنُ كُلُّهٗ لِلّٰهِۚ فَاِنِ انْتَهَوْا فَاِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُوْنَ بَصِيْرٌ ٣٩
- waqātilūhum
- وَقَٰتِلُوهُمْ
- ve onlarla savaşın
- ḥattā
- حَتَّىٰ
- kadar
- lā takūna
- لَا تَكُونَ
- kalmayıncaya
- fit'natun
- فِتْنَةٌ
- fitne
- wayakūna
- وَيَكُونَ
- ve oluncaya (kadar)
- l-dīnu
- ٱلدِّينُ
- din
- kulluhu
- كُلُّهُۥ
- tamamen
- lillahi
- لِلَّهِۚ
- Allah'ın
- fa-ini
- فَإِنِ
- eğer
- intahaw
- ٱنتَهَوْا۟
- son verirlerse
- fa-inna
- فَإِنَّ
- muhakkak ki
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- bimā
- بِمَا
- ne
- yaʿmalūna
- يَعْمَلُونَ
- yaptıklarını
- baṣīrun
- بَصِيرٌ
- görmektedir
Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dini kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki Allah onların işlediklerini şüphesiz görür. ([8] Enfal: 39)Tefsir
وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمُوْٓا اَنَّ اللّٰهَ مَوْلٰىكُمْ ۗنِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّصِيْرُ ۔ ٤٠
- wa-in
- وَإِن
- eğer
- tawallaw
- تَوَلَّوْا۟
- dönerlerse
- fa-iʿ'lamū
- فَٱعْلَمُوٓا۟
- bilin ki
- anna
- أَنَّ
- muhakkak
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- mawlākum
- مَوْلَىٰكُمْۚ
- sizin sahibinizdir
- niʿ'ma
- نِعْمَ
- O ne güzel'
- l-mawlā
- ٱلْمَوْلَىٰ
- sahip
- waniʿ'ma
- وَنِعْمَ
- ve ne güzel
- l-naṣīru
- ٱلنَّصِيرُ
- yardımcıdır
Eğer yüz çevirirlerse Allah'ın sizin dostunuz olduğunu bilin; O ne güzel dost, ne güzel yardımcıdır! ([8] Enfal: 40)Tefsir