وَذَرْنِيْ وَالْمُكَذِّبِيْنَ اُولِى النَّعْمَةِ وَمَهِّلْهُمْ قَلِيْلًا ١١
- wadharnī
- وَذَرْنِى
- beni yalnız bırak
- wal-mukadhibīna
- وَٱلْمُكَذِّبِينَ
- ve yalanlayıcıları
- ulī
- أُو۟لِى
- sahibi
- l-naʿmati
- ٱلنَّعْمَةِ
- ni'met
- wamahhil'hum
- وَمَهِّلْهُمْ
- ve onlara mühlet ver
- qalīlan
- قَلِيلًا
- biraz
Varlık sahibi olup da seni yalanlayanları Bana bırak; onlara az bir mehil ver. ([73] Müzzemmil: 11)Tefsir
اِنَّ لَدَيْنَآ اَنْكَالًا وَّجَحِيْمًاۙ ١٢
- inna
- إِنَّ
- doğrusu
- ladaynā
- لَدَيْنَآ
- bizim yanımızda vardır
- ankālan
- أَنكَالًا
- bukağılar
- wajaḥīman
- وَجَحِيمًا
- ve cehennem
Şüphesiz katımızda onlar için ağır boyunduruklar, cehennem, boğazı tıkayan bir yiyecek ve can yakan azap vardır. ([73] Müzzemmil: 12)Tefsir
وَّطَعَامًا ذَا غُصَّةٍ وَّعَذَابًا اَلِيْمًا ١٣
- waṭaʿāman
- وَطَعَامًا
- ve bir yiyecek
- dhā ghuṣṣatin
- ذَا غُصَّةٍ
- boğazı tırmalayan
- waʿadhāban
- وَعَذَابًا
- ve bir azab
- alīman
- أَلِيمًا
- acı veren
Şüphesiz katımızda onlar için ağır boyunduruklar, cehennem, boğazı tıkayan bir yiyecek ve can yakan azap vardır. ([73] Müzzemmil: 13)Tefsir
يَوْمَ تَرْجُفُ الْاَرْضُ وَالْجِبَالُ وَكَانَتِ الْجِبَالُ كَثِيْبًا مَّهِيْلًا ١٤
- yawma
- يَوْمَ
- o gün
- tarjufu
- تَرْجُفُ
- sarsılır
- l-arḍu
- ٱلْأَرْضُ
- yer
- wal-jibālu
- وَٱلْجِبَالُ
- ve dağlar
- wakānati
- وَكَانَتِ
- ve olur
- l-jibālu
- ٱلْجِبَالُ
- dağlar
- kathīban
- كَثِيبًا
- kum yığınları
- mahīlan
- مَّهِيلًا
- dağılan
Kıyametin koptuğu gün, yeryüzü ve dağlar sarsılır; dağlar, yumuşak kum yığını haline gelir. ([73] Müzzemmil: 14)Tefsir
اِنَّآ اَرْسَلْنَآ اِلَيْكُمْ رَسُوْلًا ەۙ شَاهِدًا عَلَيْكُمْ كَمَآ اَرْسَلْنَآ اِلٰى فِرْعَوْنَ رَسُوْلًا ۗ ١٥
- innā
- إِنَّآ
- doğrusu biz
- arsalnā
- أَرْسَلْنَآ
- gönderdik
- ilaykum
- إِلَيْكُمْ
- size
- rasūlan
- رَسُولًا
- bir elçi
- shāhidan
- شَٰهِدًا
- tanıklık edecek
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْ
- aleyhinize
- kamā
- كَمَآ
- gibi
- arsalnā
- أَرْسَلْنَآ
- gönderdiğimiz
- ilā fir'ʿawna
- إِلَىٰ فِرْعَوْنَ
- Fir'avn'a
- rasūlan
- رَسُولًا
- bir elçi
Firavun'a bir peygamber gönderdiğimiz gibi, size de, hakkınızda şahidlik edecek bir peygamber gönderdik. ([73] Müzzemmil: 15)Tefsir
فَعَصٰى فِرْعَوْنُ الرَّسُوْلَ فَاَخَذْنٰهُ اَخْذًا وَّبِيْلًاۚ ١٦
- faʿaṣā
- فَعَصَىٰ
- karşı geldi
- fir'ʿawnu
- فِرْعَوْنُ
- Fir'avn
- l-rasūla
- ٱلرَّسُولَ
- elçiye
- fa-akhadhnāhu
- فَأَخَذْنَٰهُ
- biz de onu yakaladık
- akhdhan
- أَخْذًا
- bir yakalayışla
- wabīlan
- وَبِيلًا
- ağır
Ama Firavun o peygambere karşı gelmişti de onu çok ağır bir şekilde tutup cezalandırmıştık. ([73] Müzzemmil: 16)Tefsir
فَكَيْفَ تَتَّقُوْنَ اِنْ كَفَرْتُمْ يَوْمًا يَّجْعَلُ الْوِلْدَانَ شِيْبًاۖ ١٧
- fakayfa
- فَكَيْفَ
- peki nasıl?
- tattaqūna
- تَتَّقُونَ
- kendinizi kurtaracaksınız
- in
- إِن
- eğer
- kafartum
- كَفَرْتُمْ
- inkar ederseniz
- yawman
- يَوْمًا
- o günden
- yajʿalu
- يَجْعَلُ
- yapan
- l-wil'dāna
- ٱلْوِلْدَٰنَ
- çocukları
- shīban
- شِيبًا
- ihtiyar
Eğer inkar ederseniz, gençleri ihtiyarlatan günden nasıl korunursunuz? ([73] Müzzemmil: 17)Tefsir
ۨالسَّمَاۤءُ مُنْفَطِرٌۢ بِهٖۗ كَانَ وَعْدُهٗ مَفْعُوْلًا ١٨
- al-samāu
- ٱلسَّمَآءُ
- gök
- munfaṭirun
- مُنفَطِرٌۢ
- yarılır
- bihi
- بِهِۦۚ
- onun sebebiyle
- kāna
- كَانَ
- olmuştur
- waʿduhu
- وَعْدُهُۥ
- O'nun va'di
- mafʿūlan
- مَفْعُولًا
- mutlaka yapılmıştır
O günün şiddetiyle gök bile parçalanır. O'nun sözü yerine gelir. ([73] Müzzemmil: 18)Tefsir
اِنَّ هٰذِهٖ تَذْكِرَةٌ ۚ فَمَنْ شَاۤءَ اتَّخَذَ اِلٰى رَبِّهٖ سَبِيْلًا ࣖ ١٩
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- hādhihi
- هَٰذِهِۦ
- bu
- tadhkiratun
- تَذْكِرَةٌۖ
- bir öğüttür
- faman
- فَمَن
- kimse
- shāa
- شَآءَ
- dileyen
- ittakhadha
- ٱتَّخَذَ
- tutar
- ilā
- إِلَىٰ
- varan
- rabbihi
- رَبِّهِۦ
- Rabbine
- sabīlan
- سَبِيلًا
- bir yol
Doğrusu bu anlatılanlar birer öğüttür. Dileyen kimse, Rabbine doğru giden bir yol tutar. ([73] Müzzemmil: 19)Tefsir
۞ اِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ اَنَّكَ تَقُوْمُ اَدْنٰى مِنْ ثُلُثَيِ الَّيْلِ وَنِصْفَهٗ وَثُلُثَهٗ وَطَاۤىِٕفَةٌ مِّنَ الَّذِيْنَ مَعَكَۗ وَاللّٰهُ يُقَدِّرُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۗ عَلِمَ اَنْ لَّنْ تُحْصُوْهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ فَاقْرَءُوْا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْاٰنِۗ عَلِمَ اَنْ سَيَكُوْنُ مِنْكُمْ مَّرْضٰىۙ وَاٰخَرُوْنَ يَضْرِبُوْنَ فِى الْاَرْضِ يَبْتَغُوْنَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ ۙوَاٰخَرُوْنَ يُقَاتِلُوْنَ فِيْ سَبِيْلِ اللّٰهِ ۖفَاقْرَءُوْا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُۙ وَاَقِيْمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاَقْرِضُوا اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًاۗ وَمَا تُقَدِّمُوْا لِاَنْفُسِكُمْ مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوْهُ عِنْدَ اللّٰهِ ۙهُوَ خَيْرًا وَّاَعْظَمَ اَجْرًاۗ وَاسْتَغْفِرُوا اللّٰهَ ۗاِنَّ اللّٰهَ غَفُوْرٌ رَّحِيْمٌ ࣖ ٢٠
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- rabbaka
- رَبَّكَ
- Rabbin
- yaʿlamu
- يَعْلَمُ
- biliyor
- annaka
- أَنَّكَ
- senin
- taqūmu
- تَقُومُ
- kalktığını
- adnā
- أَدْنَىٰ
- daha azında
- min thuluthayi
- مِن ثُلُثَىِ
- üçte ikisinden
- al-layli
- ٱلَّيْلِ
- gecenin
- waniṣ'fahu
- وَنِصْفَهُۥ
- ve yarısında
- wathuluthahu
- وَثُلُثَهُۥ
- ve onun üçte birinde
- waṭāifatun
- وَطَآئِفَةٌ
- bir topluluğun da
- mina alladhīna
- مِّنَ ٱلَّذِينَ
- bulunanlardan
- maʿaka
- مَعَكَۚ
- seninle beraber
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- ve Allah
- yuqaddiru
- يُقَدِّرُ
- takdir eder
- al-layla
- ٱلَّيْلَ
- geceyi
- wal-nahāra
- وَٱلنَّهَارَۚ
- ve gündüzü
- ʿalima
- عَلِمَ
- bildi
- an lan
- أَن لَّن
- asla
- tuḥ'ṣūhu
- تُحْصُوهُ
- sizin onu sayamayacağınızı
- fatāba
- فَتَابَ
- bu yüzden affetti
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْۖ
- sizi
- fa-iq'raū
- فَٱقْرَءُوا۟
- artık okuyun
- mā
- مَا
- şeyi
- tayassara
- تَيَسَّرَ
- kolayınıza gelen
- mina l-qur'āni
- مِنَ ٱلْقُرْءَانِۚ
- Kur'andan
- ʿalima
- عَلِمَ
- bilmiştir
- an sayakūnu
- أَن سَيَكُونُ
- bulunacağını
- minkum
- مِنكُم
- içinizden
- marḍā
- مَّرْضَىٰۙ
- hastalar
- waākharūna
- وَءَاخَرُونَ
- ve başka kimseler
- yaḍribūna
- يَضْرِبُونَ
- gezip
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِ
- yeryüzünde
- yabtaghūna
- يَبْتَغُونَ
- arayan
- min faḍli
- مِن فَضْلِ
- lutfundan
- l-lahi
- ٱللَّهِۙ
- Allah'ın
- waākharūna
- وَءَاخَرُونَ
- ve başka insanlar
- yuqātilūna
- يُقَٰتِلُونَ
- savaşan
- fī sabīli
- فِى سَبِيلِ
- yolunda
- l-lahi
- ٱللَّهِۖ
- Allah
- fa-iq'raū
- فَٱقْرَءُوا۟
- onun için okuyun
- mā
- مَا
- şeyi
- tayassara
- تَيَسَّرَ
- kolayınıza gelen
- min'hu
- مِنْهُۚ
- O'ndan
- wa-aqīmū
- وَأَقِيمُوا۟
- ve kılın
- l-ṣalata
- ٱلصَّلَوٰةَ
- namazı
- waātū
- وَءَاتُوا۟
- ve verin
- l-zakata
- ٱلزَّكَوٰةَ
- zekatı
- wa-aqriḍū
- وَأَقْرِضُوا۟
- ve borç verin
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'a
- qarḍan
- قَرْضًا
- bir borçla
- ḥasanan
- حَسَنًاۚ
- güzel
- wamā
- وَمَا
- ve
- tuqaddimū
- تُقَدِّمُوا۟
- verdiklerinizi
- li-anfusikum
- لِأَنفُسِكُم
- kendiniz için
- min khayrin
- مِّنْ خَيْرٍ
- hayırdan
- tajidūhu
- تَجِدُوهُ
- bulacaksınız
- ʿinda
- عِندَ
- katında
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- huwa
- هُوَ
- o
- khayran
- خَيْرًا
- daha hayırlıdır
- wa-aʿẓama
- وَأَعْظَمَ
- ve daha büyüktür
- ajran
- أَجْرًاۚ
- mükafatça
- wa-is'taghfirū
- وَٱسْتَغْفِرُوا۟
- ve mağfiret dileyin
- l-laha
- ٱللَّهَۖ
- Allah'tan
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- ghafūrun
- غَفُورٌ
- çok bağışlayandır
- raḥīmun
- رَّحِيمٌۢ
- çok esirgeyendir
Şüphesiz Rabbin, senin ve beraberinde bulunanlardan bir topluluğun gecenin üçte ikisinden biraz az, yarısı ve üçte biri kadar vakit içinde kalktığını bilir. Gece ve gündüzü Allah ölçer; sizin bu vakitleri takdir edemeyeceğinizi bildiğinden tevbenizi kabul etmiştir. Artık, Kuran'dan kolayınıza geleni okuyun; Allah, içinizden, hasta olanları, Allah'ın lütfundan rızık aramak üzere yeryüzünde dolaşacak olan kimseleri ve Allah yolunda savaşacak olanları şüphesiz bilir. Kuran'dan kolayınıza geleni okuyun; namazı kılın; zekatı verin; Allah'a güzel ödünç takdiminde bulunun; kendiniz için yaptığınız iyiliği daha iyi ve daha büyük ecir olarak Allah katında bulursunuz. Allah'tan bağışlanma dileyin; Allah elbette bağışlar ve merhamet eder. ([73] Müzzemmil: 20)Tefsir