الَّذِيْنَ اتَّخَذُوْا دِيْنَهُمْ لَهْوًا وَّلَعِبًا وَّغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ فَالْيَوْمَ نَنْسٰىهُمْ كَمَا نَسُوْا لِقَاۤءَ يَوْمِهِمْ هٰذَاۙ وَمَا كَانُوْا بِاٰيٰتِنَا يَجْحَدُوْنَ ٥١
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- onlar ki
- ittakhadhū
- ٱتَّخَذُوا۟
- yerine koydular
- dīnahum
- دِينَهُمْ
- dinlerini
- lahwan
- لَهْوًا
- bir eğlence
- walaʿiban
- وَلَعِبًا
- ve oyun
- wagharrathumu
- وَغَرَّتْهُمُ
- ve kendilerini aldattı
- l-ḥayatu
- ٱلْحَيَوٰةُ
- hayatı
- l-dun'yā
- ٱلدُّنْيَاۚ
- dünya
- fal-yawma
- فَٱلْيَوْمَ
- bugün
- nansāhum
- نَنسَىٰهُمْ
- biz de onları unuturuz
- kamā
- كَمَا
- gibi
- nasū
- نَسُوا۟
- unuttukları
- liqāa
- لِقَآءَ
- karşılaşacaklarını
- yawmihim
- يَوْمِهِمْ
- günleriyle
- hādhā
- هَٰذَا
- bu
- wamā
- وَمَا
- ve
- kānū
- كَانُوا۟
- ettikleri
- biāyātinā
- بِـَٔايَٰتِنَا
- ayetlerimizi
- yajḥadūna
- يَجْحَدُونَ
- bile bile inkar
Cehennemlikler cennetliklere, "Bize biraz su veya Allah'ın size verdiği rızıktan gönderin" diye seslenirler, onlar da, "Doğrusu Allah dinlerini alay ve eğlenceye alan, dünya hayatına aldanan inkarcılara ikisini de haram etmiştir" derler. Bugünle karşılaşacaklarını unuttukları, ayetlerimizi bile bile inkar ettikleri gibi biz de onları unutuyoruz. ([7] Araf: 51)Tefsir
وَلَقَدْ جِئْنٰهُمْ بِكِتٰبٍ فَصَّلْنٰهُ عَلٰى عِلْمٍ هُدًى وَّرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُّؤْمِنُوْنَ ٥٢
- walaqad
- وَلَقَدْ
- gerçekten
- ji'nāhum
- جِئْنَٰهُم
- onlara getirdik
- bikitābin
- بِكِتَٰبٍ
- bir Kitap
- faṣṣalnāhu
- فَصَّلْنَٰهُ
- açıkladığımız
- ʿalā
- عَلَىٰ
- göre
- ʿil'min
- عِلْمٍ
- bilgiye
- hudan
- هُدًى
- yol gösterici
- waraḥmatan
- وَرَحْمَةً
- ve rahmet olan
- liqawmin
- لِّقَوْمٍ
- bir toplum için
- yu'minūna
- يُؤْمِنُونَ
- inanan
And olsun ki Biz onlara bir Kitap getirdik, inanan bir millet için yol gösterici ve rahmet olarak onu bilgiyle uzun uzun açıkladık. ([7] Araf: 52)Tefsir
هَلْ يَنْظُرُوْنَ اِلَّا تَأْوِيْلَهٗۗ يَوْمَ يَأْتِيْ تَأْوِيْلُهٗ يَقُوْلُ الَّذِيْنَ نَسُوْهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَاۤءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۚ فَهَلْ لَّنَا مِنْ شُفَعَاۤءَ فَيَشْفَعُوْا لَنَآ اَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذِيْ كُنَّا نَعْمَلُۗ قَدْ خَسِرُوْٓا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَّا كَانُوْا يَفْتَرُوْنَ ࣖ ٥٣
- hal
- هَلْ
- mı?
- yanẓurūna
- يَنظُرُونَ
- gözetiyorlar
- illā
- إِلَّا
- ille
- tawīlahu
- تَأْوِيلَهُۥۚ
- onun te'vilini
- yawma
- يَوْمَ
- gün
- yatī
- يَأْتِى
- geldiği
- tawīluhu
- تَأْوِيلُهُۥ
- onun te'vili
- yaqūlu
- يَقُولُ
- derler ki
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- olanlar
- nasūhu
- نَسُوهُ
- onu unutmuş
- min qablu
- مِن قَبْلُ
- önceden
- qad
- قَدْ
- doğrusu
- jāat
- جَآءَتْ
- getirmiş
- rusulu
- رُسُلُ
- elçileri
- rabbinā
- رَبِّنَا
- Rabbimizin
- bil-ḥaqi
- بِٱلْحَقِّ
- gerçeği
- fahal
- فَهَل
- var mı ki?
- lanā
- لَّنَا
- bizim
- min shufaʿāa
- مِن شُفَعَآءَ
- şefa'atçilerimiz
- fayashfaʿū
- فَيَشْفَعُوا۟
- şefa'at etsinler
- lanā
- لَنَآ
- bize
- aw
- أَوْ
- yahut
- nuraddu
- نُرَدُّ
- tekrar geri döndürülür müyüz ki
- fanaʿmala
- فَنَعْمَلَ
- yapalım
- ghayra
- غَيْرَ
- başkasını
- alladhī
- ٱلَّذِى
- şeylerden
- kunnā naʿmalu
- كُنَّا نَعْمَلُۚ
- yaptıklarımızdan
- qad
- قَدْ
- muhakkak
- khasirū
- خَسِرُوٓا۟
- onlar ziyana soktular
- anfusahum
- أَنفُسَهُمْ
- kendilerini
- waḍalla
- وَضَلَّ
- ve saptı
- ʿanhum
- عَنْهُم
- kendilerinden
- mā
- مَّا
- şeyler
- kānū
- كَانُوا۟
- oldukları
- yaftarūna
- يَفْتَرُونَ
- uyduruyor
Kitap'ın haber verdiği sonuçtan başka bir şey mi bekliyorlar? Sonuç gelip çattığı gün, önceleri onu unutmuş olanlar, "Rabbimizin peygamberleri şüphesiz bize gerçeği getirmişti, şimdi bize şefaat etsin, yahut geriye çevrilsek de işlediklerimizin başka türlüsünü işlesek" derler. Doğrusu kendilerini mahvetmişlerdir, uydurdukları şeyler onları koyup kaçmışlardır. ([7] Araf: 53)Tefsir
اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذِيْ خَلَقَ السَّمٰوٰتِ وَالْاَرْضَ فِيْ سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِۗ يُغْشِى الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهٗ حَثِيْثًاۙ وَّالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُوْمَ مُسَخَّرٰتٍۢ بِاَمْرِهٖٓ ۙاَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۗ تَبٰرَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعٰلَمِيْنَ ٥٤
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- rabbakumu
- رَبَّكُمُ
- Rabbiniz
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- o Allah'tır
- alladhī
- ٱلَّذِى
- ki
- khalaqa
- خَلَقَ
- yarattı
- l-samāwāti
- ٱلسَّمَٰوَٰتِ
- gökleri
- wal-arḍa
- وَٱلْأَرْضَ
- ve yeri
- fī
- فِى
- içinde
- sittati
- سِتَّةِ
- altı
- ayyāmin
- أَيَّامٍ
- gün
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- is'tawā
- ٱسْتَوَىٰ
- istiva etti
- ʿalā
- عَلَى
- üzerine
- l-ʿarshi
- ٱلْعَرْشِ
- Arş
- yugh'shī
- يُغْشِى
- bürüyüp örter
- al-layla
- ٱلَّيْلَ
- geceyi
- l-nahāra
- ٱلنَّهَارَ
- gündüz(ün üzerin)e
- yaṭlubuhu
- يَطْلُبُهُۥ
- onu kovalayan
- ḥathīthan
- حَثِيثًا
- durmadan
- wal-shamsa
- وَٱلشَّمْسَ
- ve güneşi
- wal-qamara
- وَٱلْقَمَرَ
- ve ayı
- wal-nujūma
- وَٱلنُّجُومَ
- ve yıldızları
- musakharātin
- مُسَخَّرَٰتٍۭ
- boyun eğmiş vaziyette
- bi-amrihi
- بِأَمْرِهِۦٓۗ
- buyruğuna
- alā
- أَلَا
- İyi bilin ki
- lahu
- لَهُ
- O'nundur
- l-khalqu
- ٱلْخَلْقُ
- yaratma
- wal-amru
- وَٱلْأَمْرُۗ
- ve emir
- tabāraka
- تَبَارَكَ
- ne uludur
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- rabbu
- رَبُّ
- Rabbi
- l-ʿālamīna
- ٱلْعَٰلَمِينَ
- Âlemlerin
Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan ve sonra arşa hükmeden, gündüzü durmadan kovalayan gece ile bürüyen; güneşi, ayı, yıldızları, hepsini buyruğuna baş eğdirerek var eden Allah'tır. Bilin ki yaratma da emir de O'nun hakkıdır. Alemlerin Rabbiolan Allah Yüce'dir. ([7] Araf: 54)Tefsir
اُدْعُوْا رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَّخُفْيَةً ۗاِنَّهٗ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَدِيْنَۚ ٥٥
- id'ʿū
- ٱدْعُوا۟
- du'a edin
- rabbakum
- رَبَّكُمْ
- Rabbinize
- taḍarruʿan
- تَضَرُّعًا
- yalvararak
- wakhuf'yatan
- وَخُفْيَةًۚ
- ve gizlice
- innahu
- إِنَّهُۥ
- çünkü O
- lā yuḥibbu
- لَا يُحِبُّ
- sevmez
- l-muʿ'tadīna
- ٱلْمُعْتَدِينَ
- haddi aşanları
Rabbinize gönülden ve gizlice yalvarın. Doğrusu O aşırı gidenleri sevmez. ([7] Araf: 55)Tefsir
وَلَا تُفْسِدُوْا فِى الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا وَادْعُوْهُ خَوْفًا وَّطَمَعًاۗ اِنَّ رَحْمَتَ اللّٰهِ قَرِيْبٌ مِّنَ الْمُحْسِنِيْنَ ٥٦
- walā tuf'sidū
- وَلَا تُفْسِدُوا۟
- bozgunculuk yapmayın
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِ
- yeryüzünde
- baʿda
- بَعْدَ
- sonra
- iṣ'lāḥihā
- إِصْلَٰحِهَا
- düzeltildikten
- wa-id'ʿūhu
- وَٱدْعُوهُ
- O'na du'a edin
- khawfan
- خَوْفًا
- korkarak
- waṭamaʿan
- وَطَمَعًاۚ
- ve umarak
- inna
- إِنَّ
- muhakkak ki
- raḥmata
- رَحْمَتَ
- rahmeti
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- qarībun
- قَرِيبٌ
- yakındır
- mina l-muḥ'sinīna
- مِّنَ ٱلْمُحْسِنِينَ
- iyilik edenlere
Düzeltilmişken, yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah'a korkarak ve umutla yalvarın. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyi davrananlara yakındır. ([7] Araf: 56)Tefsir
وَهُوَ الَّذِيْ يُرْسِلُ الرِّيٰحَ بُشْرًاۢ بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهٖۗ حَتّٰٓى اِذَآ اَقَلَّتْ سَحَابًا ثِقَالًا سُقْنٰهُ لِبَلَدٍ مَّيِّتٍ فَاَنْزَلْنَا بِهِ الْمَاۤءَ فَاَخْرَجْنَا بِهٖ مِنْ كُلِّ الثَّمَرٰتِۗ كَذٰلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتٰى لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُوْنَ ٥٧
- wahuwa
- وَهُوَ
- O ki
- alladhī yur'silu
- ٱلَّذِى يُرْسِلُ
- gönderir
- l-riyāḥa
- ٱلرِّيَٰحَ
- rüzgarları
- bush'ran
- بُشْرًۢا
- müjdeci
- bayna yaday
- بَيْنَ يَدَىْ
- önünde
- raḥmatihi
- رَحْمَتِهِۦۖ
- rahmetinin
- ḥattā
- حَتَّىٰٓ
- nihayet
- idhā
- إِذَآ
- zaman
- aqallat
- أَقَلَّتْ
- onlar yüklenince
- saḥāban
- سَحَابًا
- bulutları
- thiqālan
- ثِقَالًا
- ağır ağır
- suq'nāhu
- سُقْنَٰهُ
- onu yollarız
- libaladin
- لِبَلَدٍ
- bir ülkeye
- mayyitin
- مَّيِّتٍ
- ölü
- fa-anzalnā
- فَأَنزَلْنَا
- indiririz
- bihi
- بِهِ
- onunla
- l-māa
- ٱلْمَآءَ
- su
- fa-akhrajnā
- فَأَخْرَجْنَا
- ve çıkarırız
- bihi
- بِهِۦ
- onunla
- min kulli
- مِن كُلِّ
- türlü türlü
- l-thamarāti
- ٱلثَّمَرَٰتِۚ
- meyvalar
- kadhālika
- كَذَٰلِكَ
- işte böyle
- nukh'riju
- نُخْرِجُ
- çıkaracağız
- l-mawtā
- ٱلْمَوْتَىٰ
- ölüleri de
- laʿallakum
- لَعَلَّكُمْ
- herhalde
- tadhakkarūna
- تَذَكَّرُونَ
- ibret alırsınız
Rahmetinin önünde, müjdeci olarak rüzgarları gönderen Allah'tır. Rüzgarlar, yağmur yüklü bulutları taşıdığında, onu ölü bir memlekete gönderir, su indirir ve onunla her türlü ürünü yetiştiririz; ölüleri de bunun gibi diriltip, çıkarırız; belki bundan ibret alırsınız. ([7] Araf: 57)Tefsir
وَالْبَلَدُ الطَّيِّبُ يَخْرُجُ نَبَاتُهٗ بِاِذْنِ رَبِّهٖۚ وَالَّذِيْ خَبُثَ لَا يَخْرُجُ اِلَّا نَكِدًاۗ كَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيٰتِ لِقَوْمٍ يَّشْكُرُوْنَ ࣖ ٥٨
- wal-baladu
- وَٱلْبَلَدُ
- ve ülkenin
- l-ṭayibu
- ٱلطَّيِّبُ
- güzel olan
- yakhruju
- يَخْرُجُ
- çıkar
- nabātuhu
- نَبَاتُهُۥ
- bitkisi
- bi-idh'ni
- بِإِذْنِ
- izniyle
- rabbihi
- رَبِّهِۦۖ
- Rabbinin
- wa-alladhī
- وَٱلَّذِى
- olandan ise
- khabutha
- خَبُثَ
- kötü
- lā yakhruju
- لَا يَخْرُجُ
- çıkmaz
- illā
- إِلَّا
- başka bir şey
- nakidan
- نَكِدًاۚ
- yararsız bitkiden
- kadhālika
- كَذَٰلِكَ
- işte biz böyle
- nuṣarrifu
- نُصَرِّفُ
- döndürüp açıklarız
- l-āyāti
- ٱلْءَايَٰتِ
- ayetleri
- liqawmin
- لِقَوْمٍ
- bir toplum için
- yashkurūna
- يَشْكُرُونَ
- şükreden
İyi toprak Rabbinin izniyle bitki verir, çorak toprak kavruk bitki çıkarır. Şükredecek millet için böylece ayetleri yerli yerince açıklarız. ([7] Araf: 58)Tefsir
لَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوْحًا اِلٰى قَوْمِهٖ فَقَالَ يٰقَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِّنْ اِلٰهٍ غَيْرُهٗۗ اِنِّيْٓ اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيْمٍ ٥٩
- laqad
- لَقَدْ
- andolsun
- arsalnā
- أَرْسَلْنَا
- gönderdik
- nūḥan
- نُوحًا
- Nuh'u
- ilā qawmihi
- إِلَىٰ قَوْمِهِۦ
- kavmine
- faqāla
- فَقَالَ
- dedi ki
- yāqawmi
- يَٰقَوْمِ
- Ey kavmim
- uʿ'budū
- ٱعْبُدُوا۟
- kulluk edin
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'a
- mā
- مَا
- yoktur
- lakum
- لَكُم
- sizin
- min
- مِّنْ
- hiçbir
- ilāhin
- إِلَٰهٍ
- tanrınız
- ghayruhu
- غَيْرُهُۥٓ
- O'ndan başka
- innī
- إِنِّىٓ
- doğrusu ben
- akhāfu
- أَخَافُ
- korkuyorum
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْ
- size
- ʿadhāba
- عَذَابَ
- azabın(ın inmesin)den
- yawmin
- يَوْمٍ
- bir günün
- ʿaẓīmin
- عَظِيمٍ
- büyük
And olsun ki Nuh'u milletine gönderdik. "Ey milletim! Allah'a kulluk edin, O'ndan başka tanrınız yoktur; doğrusu sizin için büyük günün azabından korkuyorum" dedi. ([7] Araf: 59)Tefsir
قَالَ الْمَلَاُ مِنْ قَوْمِهٖٓ اِنَّا لَنَرٰىكَ فِيْ ضَلٰلٍ مُّبِيْنٍ ٦٠
- qāla
- قَالَ
- dedi(ler) ki
- l-mala-u
- ٱلْمَلَأُ
- ileri gelenler
- min qawmihi
- مِن قَوْمِهِۦٓ
- kavminden
- innā
- إِنَّا
- elbette biz
- lanarāka
- لَنَرَىٰكَ
- seni görüyoruz
- fī
- فِى
- içinde
- ḍalālin
- ضَلَٰلٍ
- bir sapıklık
- mubīnin
- مُّبِينٍ
- açık
Milletinin ileri gelenleri: "Biz senin apaçık sapıklıkta olduğunu görüyoruz" dediler. ([7] Araf: 60)Tefsir