اَيُشْرِكُوْنَ مَا لَا يَخْلُقُ شَيْـًٔا وَّهُمْ يُخْلَقُوْنَۖ ١٩١
- ayush'rikūna
- أَيُشْرِكُونَ
- ortak mı koşuyorlar?
- mā
- مَا
- şeyleri
- lā yakhluqu
- لَا يَخْلُقُ
- yaratmayan
- shayan
- شَيْـًٔا
- hiçbir şey
- wahum
- وَهُمْ
- ve kendileri
- yukh'laqūna
- يُخْلَقُونَ
- yaratılan
Kendileri yaratılmışken, bir şey yaratamayan putları mı ortak koşuyorlar? ([7] Araf: 191)Tefsir
وَلَا يَسْتَطِيْعُوْنَ لَهُمْ نَصْرًا وَّلَآ اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُوْنَ ١٩٢
- walā yastaṭīʿūna
- وَلَا يَسْتَطِيعُونَ
- güçleri yetmez
- lahum
- لَهُمْ
- onlara
- naṣran
- نَصْرًا
- yardım etmeye
- walā
- وَلَآ
- ne de
- anfusahum
- أَنفُسَهُمْ
- kendilerine
- yanṣurūna
- يَنصُرُونَ
- yardım edebilirler
Oysa putlar ne onlara yardım edebilir ve ne de kendilerine bir yardımları olur. ([7] Araf: 192)Tefsir
وَاِنْ تَدْعُوْهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَتَّبِعُوْكُمْۗ سَوَۤاءٌ عَلَيْكُمْ اَدَعَوْتُمُوْهُمْ اَمْ اَنْتُمْ صَامِتُوْنَ ١٩٣
- wa-in
- وَإِن
- şayet
- tadʿūhum
- تَدْعُوهُمْ
- onları çağırsanız
- ilā l-hudā
- إِلَى ٱلْهُدَىٰ
- doğru yola
- lā yattabiʿūkum
- لَا يَتَّبِعُوكُمْۚ
- size uymazlar
- sawāon
- سَوَآءٌ
- birdir
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْ
- sizin için
- adaʿawtumūhum
- أَدَعَوْتُمُوهُمْ
- onları çağırmanız
- am
- أَمْ
- ya da
- antum
- أَنتُمْ
- sizin
- ṣāmitūna
- صَٰمِتُونَ
- susmanız
Onları doğru yola çağırırsanız, size uymazlar; çağırmanız da, susmanız da onlar için birdir. ([7] Araf: 193)Tefsir
اِنَّ الَّذِيْنَ تَدْعُوْنَ مِنْ دُوْنِ اللّٰهِ عِبَادٌ اَمْثَالُكُمْ فَادْعُوْهُمْ فَلْيَسْتَجِيْبُوْا لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صٰدِقِيْنَ ١٩٤
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- tadʿūna
- تَدْعُونَ
- yalvardıklarınız
- min dūni
- مِن دُونِ
- başka
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'tan
- ʿibādun
- عِبَادٌ
- kullardır
- amthālukum
- أَمْثَالُكُمْۖ
- sizler gibi
- fa-id'ʿūhum
- فَٱدْعُوهُمْ
- çağırın onları da
- falyastajībū
- فَلْيَسْتَجِيبُوا۟
- cevap versinler
- lakum
- لَكُمْ
- size
- in
- إِن
- eğer
- kuntum
- كُنتُمْ
- iseniz
- ṣādiqīna
- صَٰدِقِينَ
- doğru
Allah'tan başka taptıklarınız putlar da, sizin gibi yaratıklardır. Eğer doğru sözlü iseniz, onları çağırın da size cevap versinler bakalım. ([7] Araf: 194)Tefsir
اَلَهُمْ اَرْجُلٌ يَّمْشُوْنَ بِهَآ ۖ اَمْ لَهُمْ اَيْدٍ يَّبْطِشُوْنَ بِهَآ ۖ اَمْ لَهُمْ اَعْيُنٌ يُّبْصِرُوْنَ بِهَآ ۖ اَمْ لَهُمْ اٰذَانٌ يَّسْمَعُوْنَ بِهَاۗ قُلِ ادْعُوْا شُرَكَاۤءَكُمْ ثُمَّ كِيْدُوْنِ فَلَا تُنْظِرُوْنِ ١٩٥
- alahum
- أَلَهُمْ
- onların var mı?
- arjulun
- أَرْجُلٌ
- ayakları
- yamshūna
- يَمْشُونَ
- yürüyecekleri
- bihā
- بِهَآۖ
- onunla
- am
- أَمْ
- yada
- lahum
- لَهُمْ
- var mı?
- aydin
- أَيْدٍ
- elleri
- yabṭishūna
- يَبْطِشُونَ
- tutacakları
- bihā
- بِهَآۖ
- onunla
- am
- أَمْ
- yoksa
- lahum
- لَهُمْ
- var mı?
- aʿyunun
- أَعْيُنٌ
- gözleri
- yub'ṣirūna
- يُبْصِرُونَ
- görecekleri
- bihā
- بِهَآۖ
- onunla
- am
- أَمْ
- yahut
- lahum
- لَهُمْ
- mı var?
- ādhānun
- ءَاذَانٌ
- kulakları
- yasmaʿūna
- يَسْمَعُونَ
- işitecekleri
- bihā
- بِهَاۗ
- onunla
- quli
- قُلِ
- de ki
- id'ʿū
- ٱدْعُوا۟
- çağırın
- shurakāakum
- شُرَكَآءَكُمْ
- ortak(koştuk)larınızı
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- kīdūni
- كِيدُونِ
- bana tuzak kurun
- falā
- فَلَا
- hiç
- tunẓirūni
- تُنظِرُونِ
- göz açtırmayın bana
Onların yürüyecek ayakları mı var, yoksa tutacak elleri mi var, ya da görecek gözleri mi var, veya işitecek kulakları mı var? De ki: "Ortaklarınızı çağırın elinizden gelirse bana tuzak kurun, göz açtırmayın." ([7] Araf: 195)Tefsir
اِنَّ وَلِيِّ َۧ اللّٰهُ الَّذِيْ نَزَّلَ الْكِتٰبَۖ وَهُوَ يَتَوَلَّى الصّٰلِحِيْنَ ١٩٦
- inna
- إِنَّ
- muhakkak
- waliyyiya
- وَلِۦِّىَ
- benim velim
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'tır
- alladhī
- ٱلَّذِى
- o ki
- nazzala
- نَزَّلَ
- indirdi
- l-kitāba
- ٱلْكِتَٰبَۖ
- Kitabı
- wahuwa
- وَهُوَ
- ve O
- yatawallā
- يَتَوَلَّى
- yönetir
- l-ṣāliḥīna
- ٱلصَّٰلِحِينَ
- iyileri
"Çünkü benim dostum, Kitap'ı indiren Allah'tır. O, iyileri dost edinir." ([7] Araf: 196)Tefsir
وَالَّذِيْنَ تَدْعُوْنَ مِنْ دُوْنِهٖ لَا يَسْتَطِيْعُوْنَ نَصْرَكُمْ وَلَآ اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُوْنَ ١٩٧
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- kimseler ise
- tadʿūna
- تَدْعُونَ
- yalvardıklarınız
- min dūnihi
- مِن دُونِهِۦ
- O'ndan başka
- lā yastaṭīʿūna
- لَا يَسْتَطِيعُونَ
- güçleri yetmez
- naṣrakum
- نَصْرَكُمْ
- size yardım etmeye
- walā
- وَلَآ
- ne de
- anfusahum
- أَنفُسَهُمْ
- kendilerine
- yanṣurūna
- يَنصُرُونَ
- yardım edebilirler
"O'nu bırakıp da taptıklarınız, kendilerine yardım edemezler ki size yardım etsinler." ([7] Araf: 197)Tefsir
وَاِنْ تَدْعُوْهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَسْمَعُوْاۗ وَتَرٰىهُمْ يَنْظُرُوْنَ اِلَيْكَ وَهُمْ لَا يُبْصِرُوْنَ ١٩٨
- wa-in
- وَإِن
- eğer
- tadʿūhum
- تَدْعُوهُمْ
- onları çağırsanız
- ilā l-hudā
- إِلَى ٱلْهُدَىٰ
- hidayete
- lā yasmaʿū
- لَا يَسْمَعُوا۟ۖ
- işitmezler
- watarāhum
- وَتَرَىٰهُمْ
- ve görürsün
- yanẓurūna
- يَنظُرُونَ
- baktıklarını
- ilayka
- إِلَيْكَ
- sana
- wahum
- وَهُمْ
- oysa onlar
- lā yub'ṣirūna
- لَا يُبْصِرُونَ
- görmezler
Onları doğru yola çağırırsanız duymazlar. Sana baktıklarını görürsün, oysa görmezler. ([7] Araf: 198)Tefsir
خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلِيْنَ ١٩٩
- khudhi
- خُذِ
- al
- l-ʿafwa
- ٱلْعَفْوَ
- affı
- wamur
- وَأْمُرْ
- emret
- bil-ʿur'fi
- بِٱلْعُرْفِ
- iyiliği
- wa-aʿriḍ
- وَأَعْرِضْ
- yüz çevir
- ʿani l-jāhilīna
- عَنِ ٱلْجَٰهِلِينَ
- cahillerden
Sen af yolunu tut, bağışla, uygun olanı emret, bilgisizlere aldırış etme. ([7] Araf: 199)Tefsir
وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطٰنِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ ۗاِنَّهٗ سَمِيْعٌ عَلِيْمٌ ٢٠٠
- wa-immā
- وَإِمَّا
- ne zaman
- yanzaghannaka
- يَنزَغَنَّكَ
- seni dürtüklerse
- mina l-shayṭāni
- مِنَ ٱلشَّيْطَٰنِ
- şeytandan
- nazghun
- نَزْغٌ
- bir kötü düşünce
- fa-is'taʿidh
- فَٱسْتَعِذْ
- hemen sığın
- bil-lahi
- بِٱللَّهِۚ
- Allah'a
- innahu
- إِنَّهُۥ
- çünkü O
- samīʿun
- سَمِيعٌ
- işitendir
- ʿalīmun
- عَلِيمٌ
- bilendir
Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın, doğrusu O işitir ve bilir. ([7] Araf: 200)Tefsir