Skip to content

Suresi Araf - Page: 17

Al-A'raf

(al-ʾAʿrāf)

161

وَاِذْ قِيْلَ لَهُمُ اسْكُنُوْا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ وَكُلُوْا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ وَقُوْلُوْا حِطَّةٌ وَّادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا نَّغْفِرْ لَكُمْ خَطِيْۤـٰٔتِكُمْۗ سَنَزِيْدُ الْمُحْسِنِيْنَ ١٦١

wa-idh
وَإِذْ
zaman
qīla
قِيلَ
denildiği
lahumu
لَهُمُ
onlara
us'kunū
ٱسْكُنُوا۟
oturun
hādhihi
هَٰذِهِ
şu
l-qaryata
ٱلْقَرْيَةَ
kentte
wakulū
وَكُلُوا۟
ve yeyin
min'hā
مِنْهَا
orada
ḥaythu
حَيْثُ
yerden
shi'tum
شِئْتُمْ
dilediğiniz
waqūlū
وَقُولُوا۟
ve deyin
ḥiṭṭatun
حِطَّةٌ
affet
wa-ud'khulū
وَٱدْخُلُوا۟
ve girin
l-bāba
ٱلْبَابَ
kapıdan
sujjadan
سُجَّدًا
secde ederek
naghfir
نَّغْفِرْ
bağışlayalım
lakum
لَكُمْ
sizin
khaṭīātikum
خَطِيٓـَٰٔتِكُمْۚ
hatalarınızı
sanazīdu
سَنَزِيدُ
biz daha fazlasını da vereceğiz
l-muḥ'sinīna
ٱلْمُحْسِنِينَ
iyilik edenlere
Onlara: "Şu şehirde oturun, dilediğiniz gibi yiyip için, "affet!" deyin ve secde ederek kapısından girin; Biz de yanılmalarınızı bağışlarız. İyi davrananlara daha da artıracağız" denmişti. ([7] Araf: 161)
Tefsir
162

فَبَدَّلَ الَّذِيْنَ ظَلَمُوْا مِنْهُمْ قَوْلًا غَيْرَ الَّذِيْ قِيْلَ لَهُمْ فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِجْزًا مِّنَ السَّمَاۤءِ بِمَا كَانُوْا يَظْلِمُوْنَ ࣖ ١٦٢

fabaddala
فَبَدَّلَ
değiştirdiler
alladhīna
ٱلَّذِينَ
kimseler
ẓalamū
ظَلَمُوا۟
zulmeden(ler)
min'hum
مِنْهُمْ
içlerinden
qawlan
قَوْلًا
sözü
ghayra
غَيْرَ
başkasıyla
alladhī qīla
ٱلَّذِى قِيلَ
söylenenden
lahum
لَهُمْ
kendilerine
fa-arsalnā
فَأَرْسَلْنَا
biz de gönderdik
ʿalayhim
عَلَيْهِمْ
üzerlerine
rij'zan
رِجْزًا
bir azab
mina l-samāi
مِّنَ ٱلسَّمَآءِ
gökten
bimā
بِمَا
dolayı
kānū
كَانُوا۟
ettiklerinden
yaẓlimūna
يَظْلِمُونَ
haksızlık
Onların zulmedenleri, kendilerine söylenen sözü başkasiyle değiştirdiler. Biz de, o zalimlere, zulümlerinden ötürü gökten azab indirdik. ([7] Araf: 162)
Tefsir
163

وَسْـَٔلْهُمْ عَنِ الْقَرْيَةِ الَّتِيْ كَانَتْ حَاضِرَةَ الْبَحْرِۘ اِذْ يَعْدُوْنَ فِى السَّبْتِ اِذْ تَأْتِيْهِمْ حِيْتَانُهُمْ يَوْمَ سَبْتِهِمْ شُرَّعًا وَّيَوْمَ لَا يَسْبِتُوْنَۙ لَا تَأْتِيْهِمْ ۛ كَذٰلِكَ ۛنَبْلُوْهُمْ بِمَا كَانُوْا يَفْسُقُوْنَ ١٦٣

wasalhum
وَسْـَٔلْهُمْ
onlara sor
ʿani l-qaryati
عَنِ ٱلْقَرْيَةِ
kent(halkın)ın durumundan
allatī
ٱلَّتِى
öyle ki
kānat
كَانَتْ
bulunan
ḥāḍirata
حَاضِرَةَ
kıyısında
l-baḥri
ٱلْبَحْرِ
deniz
idh
إِذْ
hani
yaʿdūna
يَعْدُونَ
onlar haddi aşıyorlardı
fī l-sabti
فِى ٱلسَّبْتِ
Cumartesine
idh tatīhim
إِذْ تَأْتِيهِمْ
onlara gelirdi
ḥītānuhum
حِيتَانُهُمْ
balıkları
yawma
يَوْمَ
günü;
sabtihim
سَبْتِهِمْ
cumartesi
shurraʿan
شُرَّعًا
akın akın
wayawma
وَيَوْمَ
gün ise
lā yasbitūna
لَا يَسْبِتُونَۙ
cumartesi dışındaki
lā tatīhim
لَا تَأْتِيهِمْۚ
gelmezlerdi
kadhālika
كَذَٰلِكَ
böylece
nablūhum
نَبْلُوهُم
biz onları sınıyorduk
bimā
بِمَا
ötürü
kānū yafsuqūna
كَانُوا۟ يَفْسُقُونَ
yoldan çıkmalarından
Onlara, deniz kıyısındaki kasabanın durumunu sor. Cumartesi yasaklarına tecavüz ediyorlardı. Cumartesileri balıklar sürüyle geliyor, başka günler gelmiyorlardı. Biz onları, yoldan çıkmaları sebebiyle böylece deniyorduk. ([7] Araf: 163)
Tefsir
164

وَاِذْ قَالَتْ اُمَّةٌ مِّنْهُمْ لِمَ تَعِظُوْنَ قَوْمًاۙ ۨاللّٰهُ مُهْلِكُهُمْ اَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَدِيْدًاۗ قَالُوْا مَعْذِرَةً اِلٰى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُوْنَ ١٦٤

wa-idh
وَإِذْ
artık
qālat
قَالَتْ
dedi
ummatun
أُمَّةٌ
bir topluluk
min'hum
مِّنْهُمْ
içlerinden
lima
لِمَ
niçin?
taʿiẓūna
تَعِظُونَ
öğüt veriyorsunuz
qawman
قَوْمًاۙ
bir kavme
l-lahu
ٱللَّهُ
Allah'ın
muh'likuhum
مُهْلِكُهُمْ
helak edeceği
aw
أَوْ
yahut
muʿadhibuhum
مُعَذِّبُهُمْ
azabedeceği
ʿadhāban
عَذَابًا
bir azapla
shadīdan
شَدِيدًاۖ
şiddetli
qālū
قَالُوا۟
dediler ki
maʿdhiratan
مَعْذِرَةً
ma'zeret için
ilā rabbikum
إِلَىٰ رَبِّكُمْ
Rabbinize
walaʿallahum
وَلَعَلَّهُمْ
ve belki
yattaqūna
يَتَّقُونَ
korunurlar (diye)
Aralarından bir topluluk: "Allah'ın yok edeceği veya şiddetli azaba uğratacağı bir millete niçin öğüt veriyorsunuz?" dediler. Öğüt verenler: "Rabbinize, hiç değilse bir özür beyan edebilmemiz içindir, belki Allah'a karşı gelmekten sakınırlar" dediler. ([7] Araf: 164)
Tefsir
165

فَلَمَّا نَسُوْا مَا ذُكِّرُوْا بِهٖٓ اَنْجَيْنَا الَّذِيْنَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّوْۤءِ وَاَخَذْنَا الَّذِيْنَ ظَلَمُوْا بِعَذَابٍۢ بَـِٔيْسٍۢ بِمَا كَانُوْا يَفْسُقُوْنَ ١٦٥

falammā
فَلَمَّا
ne zaman ki
nasū
نَسُوا۟
onlar unuttular
مَا
şeyi
dhukkirū
ذُكِّرُوا۟
hatırlatılan
bihi
بِهِۦٓ
kendilerine
anjaynā
أَنجَيْنَا
biz de kurtardık
alladhīna
ٱلَّذِينَ
kimseleri
yanhawna
يَنْهَوْنَ
meneden(leri)
ʿani l-sūi
عَنِ ٱلسُّوٓءِ
kötülükten
wa-akhadhnā
وَأَخَذْنَا
ve yakaladık
alladhīna
ٱلَّذِينَ
kimseleri
ẓalamū
ظَلَمُوا۟
zulmeden(leri)
biʿadhābin
بِعَذَابٍۭ
bir azab ile
baīsin
بَـِٔيسٍۭ
çetin
bimā
بِمَا
yüzünden
kānū yafsuqūna
كَانُوا۟ يَفْسُقُونَ
yoldan çıkmaları
Kendilerine yapılan öğütleri unutunca, Biz fenalıktan menedenleri kurtardık ve zalimleri, Allah'a karşı gelmelerinden ötürü şiddetli azaba uğrattık. ([7] Araf: 165)
Tefsir
166

فَلَمَّا عَتَوْا عَنْ مَّا نُهُوْا عَنْهُ قُلْنَا لَهُمْ كُوْنُوْا قِرَدَةً خَاسِـِٕيْنَ ١٦٦

falammā
فَلَمَّا
ne zaman ki
ʿataw
عَتَوْا۟
vazgeçmediler
ʿan mā
عَن مَّا
şeylerden
nuhū
نُهُوا۟
yasak kılınan
ʿanhu
عَنْهُ
kendilerine
qul'nā
قُلْنَا
dedik
lahum
لَهُمْ
onlara
kūnū
كُونُوا۟
olun
qiradatan
قِرَدَةً
maymunlar
khāsiīna
خَٰسِـِٔينَ
aşağılık
Kendilerine edilen yasakları aşınca, onlara: "Aşağılık birer maymun olun" dedik. ([7] Araf: 166)
Tefsir
167

وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبْعَثَنَّ عَلَيْهِمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ يَّسُوْمُهُمْ سُوْۤءَ الْعَذَابِۗ اِنَّ رَبَّكَ لَسَرِيْعُ الْعِقَابِۖ وَاِنَّهٗ لَغَفُوْرٌ رَّحِيْمٌ ١٦٧

wa-idh
وَإِذْ
o vakit
ta-adhana
تَأَذَّنَ
ilan etmişti
rabbuka
رَبُّكَ
Rabbin
layabʿathanna
لَيَبْعَثَنَّ
elbette göndereceğini
ʿalayhim
عَلَيْهِمْ
onlara
ilā
إِلَىٰ
kadar
yawmi
يَوْمِ
gününe
l-qiyāmati
ٱلْقِيَٰمَةِ
kıyamet
man
مَن
kimseler
yasūmuhum
يَسُومُهُمْ
yapacak
sūa
سُوٓءَ
en kötüsünü
l-ʿadhābi
ٱلْعَذَابِۗ
azabın
inna
إِنَّ
doğrusu
rabbaka
رَبَّكَ
Rabbin
lasarīʿu
لَسَرِيعُ
çabuk
l-ʿiqābi
ٱلْعِقَابِۖ
ceza verendir
wa-innahu
وَإِنَّهُۥ
ve O
laghafūrun
لَغَفُورٌ
çok bağışlayan
raḥīmun
رَّحِيمٌ
çok esirgeyendir
Rabbin, kıyamet gününe kadar, onları, kötü azaba uğratacak kimseleri üzerlerine göndereceğini bildirmişti. Doğrusu Rabbin, cezayı çabuk verir. Doğrusu O bağışlar ve merhamet eder. ([7] Araf: 167)
Tefsir
168

وَقَطَّعْنٰهُمْ فِى الْاَرْضِ اُمَمًاۚ مِنْهُمُ الصّٰلِحُوْنَ وَمِنْهُمْ دُوْنَ ذٰلِكَ ۖوَبَلَوْنٰهُمْ بِالْحَسَنٰتِ وَالسَّيِّاٰتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُوْنَ ١٦٨

waqaṭṭaʿnāhum
وَقَطَّعْنَٰهُمْ
ve onları ayırdık
fī l-arḍi
فِى ٱلْأَرْضِ
yeryüzünde
umaman
أُمَمًاۖ
topluluklara
min'humu
مِّنْهُمُ
onlardan kimi
l-ṣāliḥūna
ٱلصَّٰلِحُونَ
iyi kişilerdir
wamin'hum
وَمِنْهُمْ
ve kimi de
dūna
دُونَ
alçaktır
dhālika
ذَٰلِكَۖ
bundan
wabalawnāhum
وَبَلَوْنَٰهُم
ve onları sınadık
bil-ḥasanāti
بِٱلْحَسَنَٰتِ
iyiliklerle
wal-sayiāti
وَٱلسَّيِّـَٔاتِ
ve kötülüklerle
laʿallahum
لَعَلَّهُمْ
belki
yarjiʿūna
يَرْجِعُونَ
dönerler (diye)
Biz onları yeryüzünde iyiler ve aşağılıklar olarak bölük bölük ayırdık; iyiliğe dönerler diye onları güzellikler ve kötülüklerle sınadık. ([7] Araf: 168)
Tefsir
169

فَخَلَفَ مِنْۢ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَّرِثُوا الْكِتٰبَ يَأْخُذُوْنَ عَرَضَ هٰذَا الْاَدْنٰى وَيَقُوْلُوْنَ سَيُغْفَرُ لَنَاۚ وَاِنْ يَّأْتِهِمْ عَرَضٌ مِّثْلُهٗ يَأْخُذُوْهُۗ اَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِمْ مِّيْثَاقُ الْكِتٰبِ اَنْ لَّا يَقُوْلُوْا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّ وَدَرَسُوْا مَا فِيْهِۗ وَالدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِّلَّذِيْنَ يَتَّقُوْنَۗ اَفَلَا تَعْقِلُوْنَ ١٦٩

fakhalafa
فَخَلَفَ
ardından
min baʿdihim
مِنۢ بَعْدِهِمْ
sonra onların
khalfun
خَلْفٌ
yerlerine geçip
warithū
وَرِثُوا۟
varis olanlar
l-kitāba
ٱلْكِتَٰبَ
Kitaba
yakhudhūna
يَأْخُذُونَ
alıyorlar
ʿaraḍa
عَرَضَ
menfaatini
hādhā
هَٰذَا
şu
l-adnā
ٱلْأَدْنَىٰ
alçak(dünyan)ın
wayaqūlūna
وَيَقُولُونَ
ve diyorlar ki
sayugh'faru
سَيُغْفَرُ
(nasıl olsa) bağışlanacağız
lanā
لَنَا
biz
wa-in
وَإِن
ve eğer
yatihim
يَأْتِهِمْ
kendilerine gelse
ʿaraḍun
عَرَضٌ
bir menfaat daha
mith'luhu
مِّثْلُهُۥ
ona benzer
yakhudhūhu
يَأْخُذُوهُۚ
onu da alırlar
alam yu'khadh
أَلَمْ يُؤْخَذْ
peki alınmamış mıydı?
ʿalayhim
عَلَيْهِم
kendilerinden
mīthāqu
مِّيثَٰقُ
misak (söz)
l-kitābi
ٱلْكِتَٰبِ
Kitap'ta
an
أَن
diye
lā yaqūlū
لَّا يَقُولُوا۟
söylemeyecekler
ʿalā
عَلَى
hakkında
l-lahi
ٱللَّهِ
Allah
illā
إِلَّا
başkasını
l-ḥaqa
ٱلْحَقَّ
gerçekten
wadarasū
وَدَرَسُوا۟
ve öğrenmediler mi?
mā fīhi
مَا فِيهِۗ
onun içindekini
wal-dāru
وَٱلدَّارُ
ve yurdu
l-ākhiratu
ٱلْءَاخِرَةُ
Âhiret
khayrun
خَيْرٌ
daha hayırlıdır
lilladhīna yattaqūna
لِّلَّذِينَ يَتَّقُونَۗ
korunanlar için
afalā taʿqilūna
أَفَلَا تَعْقِلُونَ
düşünmüyor musunuz?
Ardlarından yerlerine gelen bir takım kötüler, Kitap'a mirasçı oldular. "Biz nasıl olsa affedileceğiz" diyerek Kitap'ın hükümlerini değiştirme karşılığı bu değersiz dünyanın mallarını alırlar; yine ona benzer geçici bir şey kendilerine gelince onu da kabul ederlerdi. Onlardan, Allah'a karşı ancak gerçeği söyleyeceklerine dair Kitap üzerine söz alınmamış mıydı? Kitap'da olanları okumamışlar mıydı? Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için, ahiret yurdu vardır, düşünmüyor musunuz? Biz, iyiliğe çalışanların ecrini elbette zayi etmeyiz. ([7] Araf: 169)
Tefsir
170

وَالَّذِيْنَ يُمَسِّكُوْنَ بِالْكِتٰبِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۗ اِنَّا لَا نُضِيْعُ اَجْرَ الْمُصْلِحِيْنَ ١٧٠

wa-alladhīna
وَٱلَّذِينَ
onlar ki
yumassikūna
يُمَسِّكُونَ
sımsıkı sarılırlar
bil-kitābi
بِٱلْكِتَٰبِ
Kitaba
wa-aqāmū
وَأَقَامُوا۟
ve kılarlar
l-ṣalata
ٱلصَّلَوٰةَ
namazı
innā
إِنَّا
elbette biz
lā nuḍīʿu
لَا نُضِيعُ
zayi etmeyiz
ajra
أَجْرَ
ecrini
l-muṣ'liḥīna
ٱلْمُصْلِحِينَ
iyiliğe çalışanların
Ardlarından yerlerine gelen bir takım kötüler, Kitap'a mirasçı oldular. "Biz nasıl olsa affedileceğiz" diyerek Kitap'ın hükümlerini değiştirme karşılığı bu değersiz dünyanın mallarını alırlar; yine ona benzer geçici bir şey kendilerine gelince onu da kabul ederlerdi. Onlardan, Allah'a karşı ancak gerçeği söyleyeceklerine dair Kitap üzerine söz alınmamış mıydı? Kitap'da olanları okumamışlar mıydı? Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için, ahiret yurdu vardır, düşünmüyor musunuz? Biz, iyiliğe çalışanların ecrini elbette zayi etmeyiz. ([7] Araf: 170)
Tefsir