كِتٰبٌ اُنْزِلَ اِلَيْكَ فَلَا يَكُنْ فِيْ صَدْرِكَ حَرَجٌ مِّنْهُ لِتُنْذِرَ بِهٖ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِنِيْنَ ٢
- kitābun
- كِتَٰبٌ
- bir Kitaptır
- unzila
- أُنزِلَ
- indirilen
- ilayka
- إِلَيْكَ
- sana
- falā yakun
- فَلَا يَكُن
- olmasın
- fī ṣadrika
- فِى صَدْرِكَ
- göğsünde
- ḥarajun
- حَرَجٌ
- bir sıkıntı
- min'hu
- مِّنْهُ
- onunla
- litundhira
- لِتُنذِرَ
- uyarman
- bihi
- بِهِۦ
- hususunda
- wadhik'rā
- وَذِكْرَىٰ
- ve öğüt (vermen)
- lil'mu'minīna
- لِلْمُؤْمِنِينَ
- inananlara
Sana bir Kitap indirildi. Onunla insanları uyarman ve inananlara öğüt vermen için kalbine bir darlık gelmesin. ([7] Araf: 2)Tefsir
اِتَّبِعُوْا مَآ اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِّنْ رَّبِّكُمْ وَلَا تَتَّبِعُوْا مِنْ دُوْنِهٖٓ اَوْلِيَاۤءَۗ قَلِيْلًا مَّا تَذَكَّرُوْنَ ٣
- ittabiʿū
- ٱتَّبِعُوا۟
- uyun
- mā
- مَآ
- şeye
- unzila
- أُنزِلَ
- indirilen
- ilaykum
- إِلَيْكُم
- size
- min rabbikum
- مِّن رَّبِّكُمْ
- Rabbinizden
- walā tattabiʿū
- وَلَا تَتَّبِعُوا۟
- ve uymayın
- min dūnihi
- مِن دُونِهِۦٓ
- O'ndan başka
- awliyāa
- أَوْلِيَآءَۗ
- velilere
- qalīlan
- قَلِيلًا
- ne kadar da az
- mā tadhakkarūna
- مَّا تَذَكَّرُونَ
- öğüt alıyorsunuz
Rabbinizden size indirilen Kitap'a uyun, O'ndan başka dostlar edinerek onlara uymayın. Pek az öğüt dinliyorsunuz. ([7] Araf: 3)Tefsir
وَكَمْ مِّنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنٰهَا فَجَاۤءَهَا بَأْسُنَا بَيَاتًا اَوْ هُمْ قَاۤىِٕلُوْنَ ٤
- wakam
- وَكَم
- ve nice
- min qaryatin
- مِّن قَرْيَةٍ
- kent(ler)i
- ahlaknāhā
- أَهْلَكْنَٰهَا
- helak ettik
- fajāahā
- فَجَآءَهَا
- onlara geliverdi
- basunā
- بَأْسُنَا
- azabımız
- bayātan
- بَيَٰتًا
- gece yatarlarken
- aw
- أَوْ
- yahut
- hum
- هُمْ
- onlar
- qāilūna
- قَآئِلُونَ
- gündüz uyurlarken
Biz nice kentleri yok etmişizdir; geceleyin veya gündüz uykularında iken baskınımıza uğramışlardır. ([7] Araf: 4)Tefsir
فَمَا كَانَ دَعْوٰىهُمْ اِذْ جَاۤءَهُمْ بَأْسُنَآ اِلَّآ اَنْ قَالُوْٓا اِنَّا كُنَّا ظٰلِمِيْنَ ٥
- famā
- فَمَا
- kalmadı
- kāna daʿwāhum
- كَانَ دَعْوَىٰهُمْ
- yalvarıları
- idh
- إِذْ
- zaman
- jāahum
- جَآءَهُم
- onlara geldiği
- basunā
- بَأْسُنَآ
- azabımız
- illā
- إِلَّآ
- başka
- an qālū
- أَن قَالُوٓا۟
- demelerinden
- innā
- إِنَّا
- biz gerçekten
- kunnā ẓālimīna
- كُنَّا ظَٰلِمِينَ
- zalimlermişiz
Baskınımıza uğradıklarında, sözleri, "Gerçekten biz haksızdık" demekten ibaret kalmıştır. ([7] Araf: 5)Tefsir
فَلَنَسْـَٔلَنَّ الَّذِيْنَ اُرْسِلَ اِلَيْهِمْ وَلَنَسْـَٔلَنَّ الْمُرْسَلِيْنَۙ ٦
- falanasalanna
- فَلَنَسْـَٔلَنَّ
- soracağız
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- olanlara
- ur'sila
- أُرْسِلَ
- elçi gönderilmiş
- ilayhim
- إِلَيْهِمْ
- kendilerine
- walanasalanna
- وَلَنَسْـَٔلَنَّ
- ve soracağız
- l-mur'salīna
- ٱلْمُرْسَلِينَ
- gönderilen elçilere
And olsun ki, kendilerine peygamber gönderilenlere soracağız, peygamberlere de soracağız. ([7] Araf: 6)Tefsir
فَلَنَقُصَّنَّ عَلَيْهِمْ بِعِلْمٍ وَّمَا كُنَّا غَاۤىِٕبِيْنَ ٧
- falanaquṣṣanna
- فَلَنَقُصَّنَّ
- ve elbette anlatacağız
- ʿalayhim
- عَلَيْهِم
- onlara
- biʿil'min
- بِعِلْمٍۖ
- bilgi ile
- wamā
- وَمَا
- zira
- kunnā
- كُنَّا
- değiliz biz
- ghāibīna
- غَآئِبِينَ
- onlardan uzak
And olsun ki, yaptıklarını kendilerine bir bir anlatacağız, zira onlardan uzak değildik. ([7] Araf: 7)Tefsir
وَالْوَزْنُ يَوْمَىِٕذِ ِۨالْحَقُّۚ فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَازِيْنُهٗ فَاُولٰۤىِٕكَ هُمُ الْمُفْلِحُوْنَ ٨
- wal-waznu
- وَٱلْوَزْنُ
- ve tartı
- yawma-idhin
- يَوْمَئِذٍ
- o gün
- l-ḥaqu
- ٱلْحَقُّۚ
- tam doğrudur
- faman
- فَمَن
- kimin
- thaqulat
- ثَقُلَتْ
- ağır gelirse
- mawāzīnuhu
- مَوَٰزِينُهُۥ
- tartıları
- fa-ulāika
- فَأُو۟لَٰٓئِكَ
- işte
- humu
- هُمُ
- onlar
- l-muf'liḥūna
- ٱلْمُفْلِحُونَ
- kurtulanlardır
Gerçek tartı kıyamet günündedir. Tartıları ağır gelenler, işte onlar kurtulanlardır. ([7] Araf: 8)Tefsir
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازِيْنُهٗ فَاُولٰۤىِٕكَ الَّذِيْنَ خَسِرُوْٓا اَنْفُسَهُمْ بِمَا كَانُوْا بِاٰيٰتِنَا يَظْلِمُوْنَ ٩
- waman
- وَمَنْ
- kimin
- khaffat
- خَفَّتْ
- hafif gelirse
- mawāzīnuhu
- مَوَٰزِينُهُۥ
- tartıları
- fa-ulāika
- فَأُو۟لَٰٓئِكَ
- işte onlar da
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselerdir
- khasirū
- خَسِرُوٓا۟
- ziyana sokan(lardır)
- anfusahum
- أَنفُسَهُم
- kendilerini
- bimā
- بِمَا
- ötürü
- kānū biāyātinā
- كَانُوا۟ بِـَٔايَٰتِنَا
- ayetlerimize
- yaẓlimūna
- يَظْلِمُونَ
- haksızlık etmelerinden
Tartıları hafif gelenler, ayetlerimize yaptıkları haksızlıklardan ötürü kendilerini mahvetmiş olanlardır. ([7] Araf: 9)Tefsir
وَلَقَدْ مَكَّنّٰكُمْ فِى الْاَرْضِ وَجَعَلْنَا لَكُمْ فِيْهَا مَعَايِشَۗ قَلِيْلًا مَّا تَشْكُرُوْنَ ࣖ ١٠
- walaqad
- وَلَقَدْ
- ve doğrusu
- makkannākum
- مَكَّنَّٰكُمْ
- biz sizi yerleştirdik
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِ
- yeryüzünde
- wajaʿalnā
- وَجَعَلْنَا
- ve verdik
- lakum
- لَكُمْ
- size
- fīhā
- فِيهَا
- orada
- maʿāyisha
- مَعَٰيِشَۗ
- geçimlikler
- qalīlan
- قَلِيلًا
- ne kadar da az
- mā tashkurūna
- مَّا تَشْكُرُونَ
- şükrediyorsunuz
Sizi yeryüzünde yerleştirdik ve orada size geçimlikler yarattık. Öyleyken pek az şükrediyorsunuz. ([7] Araf: 10)Tefsir