فَاعْتَرَفُوْا بِذَنْۢبِهِمْۚ فَسُحْقًا لِّاَصْحٰبِ السَّعِيْرِ ١١
- fa-iʿ'tarafū
- فَٱعْتَرَفُوا۟
- itiraf ettiler
- bidhanbihim
- بِذَنۢبِهِمْ
- günahlarını
- fasuḥ'qan
- فَسُحْقًا
- uzak olsun
- li-aṣḥābi
- لِّأَصْحَٰبِ
- halkı
- l-saʿīri
- ٱلسَّعِيرِ
- çılgın ateş
Böylece, günahlarını itiraf ederler. Çılgın alevli cehennemlikler yok olsunlar! ([67] Mülk: 11)Tefsir
اِنَّ الَّذِيْنَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ لَهُمْ مَّغْفِرَةٌ وَّاَجْرٌ كَبِيْرٌ ١٢
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- yakhshawna
- يَخْشَوْنَ
- saygılı olan(lar)
- rabbahum
- رَبَّهُم
- Rablerine
- bil-ghaybi
- بِٱلْغَيْبِ
- görmedikleri halde
- lahum
- لَهُم
- onlar için vardır
- maghfiratun
- مَّغْفِرَةٌ
- bağış(lama)
- wa-ajrun
- وَأَجْرٌ
- ve mükafat
- kabīrun
- كَبِيرٌ
- büyük
Doğrusu, görünmediği halde Rablerinden korkanlara, onlara, bağışlanma ve büyük ecir vardır. ([67] Mülk: 12)Tefsir
وَاَسِرُّوْا قَوْلَكُمْ اَوِ اجْهَرُوْا بِهٖۗ اِنَّهٗ عَلِيْمٌ ۢبِذَاتِ الصُّدُوْرِ ١٣
- wa-asirrū
- وَأَسِرُّوا۟
- gizleyin
- qawlakum
- قَوْلَكُمْ
- sözünüzü
- awi
- أَوِ
- yahut
- ij'harū
- ٱجْهَرُوا۟
- açığa vurun
- bihi
- بِهِۦٓۖ
- onu
- innahu
- إِنَّهُۥ
- çünkü O
- ʿalīmun
- عَلِيمٌۢ
- bilir
- bidhāti
- بِذَاتِ
- özünü
- l-ṣudūri
- ٱلصُّدُورِ
- göğüslerin
Sizler, sözlerinizi gizleseniz de açıklasanız da birdir; O, kalblerde olanı bilir. ([67] Mülk: 13)Tefsir
اَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَۗ وَهُوَ اللَّطِيْفُ الْخَبِيْرُ ࣖ ١٤
- alā yaʿlamu
- أَلَا يَعْلَمُ
- bilmez mi?
- man
- مَنْ
- kimse
- khalaqa
- خَلَقَ
- yaratan
- wahuwa
- وَهُوَ
- ve O
- l-laṭīfu
- ٱللَّطِيفُ
- latiftir
- l-khabīru
- ٱلْخَبِيرُ
- haber alandır
Yaratan bilmez olur mu? O, Latif'tir, haberdardır. ([67] Mülk: 14)Tefsir
هُوَ الَّذِيْ جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ ذَلُوْلًا فَامْشُوْا فِيْ مَنَاكِبِهَا وَكُلُوْا مِنْ رِّزْقِهٖۗ وَاِلَيْهِ النُّشُوْرُ ١٥
- huwa
- هُوَ
- O
- alladhī jaʿala
- ٱلَّذِى جَعَلَ
- yapandır
- lakumu
- لَكُمُ
- size
- l-arḍa
- ٱلْأَرْضَ
- yeri
- dhalūlan
- ذَلُولًا
- boynu eğik
- fa-im'shū
- فَٱمْشُوا۟
- haydi yürüyün
- fī manākibihā
- فِى مَنَاكِبِهَا
- onun omuzlarında (yeryüzünde)
- wakulū
- وَكُلُوا۟
- ve yeyin
- min riz'qihi
- مِن رِّزْقِهِۦۖ
- O'nun rızkından
- wa-ilayhi
- وَإِلَيْهِ
- ve O'nadır
- l-nushūru
- ٱلنُّشُورُ
- dönüş
Yeryüzünü, size boyun eğdiren O'dur; öyleyse yerin sırtlarında dolaşın, Allah'ın verdiği rızıktan yiyin; sonunda dönüş O'nadır. ([67] Mülk: 15)Tefsir
ءَاَمِنْتُمْ مَّنْ فِى السَّمَاۤءِ اَنْ يَّخْسِفَ بِكُمُ الْاَرْضَ فَاِذَا هِيَ تَمُوْرُۙ ١٦
- a-amintum
- ءَأَمِنتُم
- emin misiniz?
- man
- مَّن
- olanın
- fī l-samāi
- فِى ٱلسَّمَآءِ
- gökte
- an yakhsifa
- أَن يَخْسِفَ
- batırmayacağından
- bikumu
- بِكُمُ
- sizi
- l-arḍa
- ٱلْأَرْضَ
- yere
- fa-idhā
- فَإِذَا
- O zaman
- hiya
- هِىَ
- o (yer)
- tamūru
- تَمُورُ
- birden sallanır
Gökte olanın sizi yerin dibine geçirmesinden güvende misiniz? O zaman, yer, sarsıldıkça sarsılır. ([67] Mülk: 16)Tefsir
اَمْ اَمِنْتُمْ مَّنْ فِى السَّمَاۤءِ اَنْ يُّرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِبًاۗ فَسَتَعْلَمُوْنَ كَيْفَ نَذِيْرِ ١٧
- am
- أَمْ
- yoksa
- amintum
- أَمِنتُم
- siz emin misiniz?
- man
- مَّن
- olanın
- fī l-samāi
- فِى ٱلسَّمَآءِ
- gökte
- an yur'sila
- أَن يُرْسِلَ
- göndermeyeceğinden
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْ
- üzerine
- ḥāṣiban
- حَاصِبًاۖ
- taş yağdıran (bir fırtına)
- fasataʿlamūna
- فَسَتَعْلَمُونَ
- bileceksiniz
- kayfa
- كَيْفَ
- nasıldır
- nadhīri
- نَذِيرِ
- tehdidim
Gökte olanın başınıza taş yağdırmasından güvende misiniz? Benim uyarmamın nasıl olduğunu yakında bileceksiniz. ([67] Mülk: 17)Tefsir
وَلَقَدْ كَذَّبَ الَّذِيْنَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَكَيْفَ كَانَ نَكِيْرِ ١٨
- walaqad
- وَلَقَدْ
- ve andolsun
- kadhaba
- كَذَّبَ
- yalanladılar
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- min qablihim
- مِن قَبْلِهِمْ
- onlardan önceki
- fakayfa
- فَكَيْفَ
- ama nasıl?
- kāna
- كَانَ
- oldu
- nakīri
- نَكِيرِ
- benim inkarım
And olsun ki, bunlardan öncekiler de yalanlamışlardı. Beni inkar etmek nasılmış? ([67] Mülk: 18)Tefsir
اَوَلَمْ يَرَوْا اِلَى الطَّيْرِ فَوْقَهُمْ صٰۤفّٰتٍ وَّيَقْبِضْنَۘ مَا يُمْسِكُهُنَّ اِلَّا الرَّحْمٰنُۗ اِنَّهٗ بِكُلِّ شَيْءٍۢ بَصِيْرٌ ١٩
- awalam yaraw
- أَوَلَمْ يَرَوْا۟
- görmüyorlar mı?
- ilā l-ṭayri
- إِلَى ٱلطَّيْرِ
- uçan kuşları
- fawqahum
- فَوْقَهُمْ
- üstlerinde
- ṣāffātin
- صَٰٓفَّٰتٍ
- sıra sıra
- wayaqbiḍ'na
- وَيَقْبِضْنَۚ
- açıp yumarak
- mā yum'sikuhunna
- مَا يُمْسِكُهُنَّ
- onları (havada) tutmuyor
- illā
- إِلَّا
- başkası
- l-raḥmānu
- ٱلرَّحْمَٰنُۚ
- Rahman'dan
- innahu
- إِنَّهُۥ
- doğrusu O
- bikulli
- بِكُلِّ
- her
- shayin
- شَىْءٍۭ
- şeyi
- baṣīrun
- بَصِيرٌ
- görmektedir
Üzerlerinde kanat çırpan dizi dizi kuşları görmezler mi? Onları havada Rahman olan Allah'tan başkası tutmuyor; doğrusu, O, herşeyi görendir. ([67] Mülk: 19)Tefsir
اَمَّنْ هٰذَا الَّذِيْ هُوَ جُنْدٌ لَّكُمْ يَنْصُرُكُمْ مِّنْ دُوْنِ الرَّحْمٰنِۗ اِنِ الْكٰفِرُوْنَ اِلَّا فِيْ غُرُوْرٍۚ ٢٠
- amman
- أَمَّنْ
- yahut kimdir?
- hādhā
- هَٰذَا
- şu
- alladhī
- ٱلَّذِى
- olan
- huwa
- هُوَ
- o
- jundun
- جُندٌ
- askeriniz
- lakum
- لَّكُمْ
- sizin
- yanṣurukum
- يَنصُرُكُم
- size yardım edecek
- min dūni
- مِّن دُونِ
- dışında
- l-raḥmāni
- ٱلرَّحْمَٰنِۚ
- Rahman'nın
- ini
- إِنِ
- hayır
- l-kāfirūna
- ٱلْكَٰفِرُونَ
- kafirler
- illā
- إِلَّا
- ancak
- fī
- فِى
- içindedirler
- ghurūrin
- غُرُورٍ
- derin bir gaflet ve aldanma
Yahut, Rahman olan Allah'ın dışında size yardımda bulunabilecek taraftarlarınız kimdir? İnkarcılar sadece aldanmaktadırlar. ([67] Mülk: 20)Tefsir