۞ وَهُوَ الَّذِيْٓ اَنْشَاَ جَنّٰتٍ مَّعْرُوْشٰتٍ وَّغَيْرَ مَعْرُوْشٰتٍ وَّالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفًا اُكُلُهٗ وَالزَّيْتُوْنَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهًا وَّغَيْرَ مُتَشَابِهٍۗ كُلُوْا مِنْ ثَمَرِهٖٓ اِذَآ اَثْمَرَ وَاٰتُوْا حَقَّهٗ يَوْمَ حَصَادِهٖۖ وَلَا تُسْرِفُوْا ۗاِنَّهٗ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِفِيْنَۙ ١٤١
- wahuwa
- وَهُوَ
- ve O'dur
- alladhī
- ٱلَّذِىٓ
- ki
- ansha-a
- أَنشَأَ
- yaratan
- jannātin
- جَنَّٰتٍ
- bahçeleri
- maʿrūshātin
- مَّعْرُوشَٰتٍ
- çardaklı
- waghayra
- وَغَيْرَ
- ve
- maʿrūshātin
- مَعْرُوشَٰتٍ
- çardaksız
- wal-nakhla
- وَٱلنَّخْلَ
- hurma(ları)
- wal-zarʿa
- وَٱلزَّرْعَ
- ve ekin(ler)i
- mukh'talifan
- مُخْتَلِفًا
- çeşit çeşit
- ukuluhu
- أُكُلُهُۥ
- ürünleri
- wal-zaytūna
- وَٱلزَّيْتُونَ
- ve zeytinleri
- wal-rumāna
- وَٱلرُّمَّانَ
- ve narları
- mutashābihan
- مُتَشَٰبِهًا
- birbirine benzer
- waghayra mutashābihin
- وَغَيْرَ مُتَشَٰبِهٍۚ
- ve benzemez
- kulū
- كُلُوا۟
- yeyin
- min thamarihi
- مِن ثَمَرِهِۦٓ
- meyvasından
- idhā
- إِذَآ
- zaman
- athmara
- أَثْمَرَ
- meyva verdiği
- waātū
- وَءَاتُوا۟
- ve verin
- ḥaqqahu
- حَقَّهُۥ
- hakkını (sadakasını)
- yawma
- يَوْمَ
- günü
- ḥaṣādihi
- حَصَادِهِۦۖ
- hasat
- walā
- وَلَا
- ve asla
- tus'rifū
- تُسْرِفُوٓا۟ۚ
- israf etmeyin
- innahu
- إِنَّهُۥ
- çünkü O
- lā yuḥibbu
- لَا يُحِبُّ
- sevmez
- l-mus'rifīna
- ٱلْمُسْرِفِينَ
- israf edenleri
Çardaklı ve çardaksız bağları inşa eden Allah'tır. Tadları çeşitli ekin ve hurmaları, zeytin ve narı birbirine benzer ve benzemez şekilde yaratan O'dur. Ürün verdiği zaman ürününden yiyin, devşirildiği ve biçildiği gün hakkını verin; israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez. ([6] Enam: 141)Tefsir
وَمِنَ الْاَنْعَامِ حَمُوْلَةً وَّفَرْشًا ۗ كُلُوْا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعُوْا خُطُوٰتِ الشَّيْطٰنِۗ اِنَّهٗ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِيْنٌۙ ١٤٢
- wamina l-anʿāmi
- وَمِنَ ٱلْأَنْعَٰمِ
- hayvanlardan
- ḥamūlatan
- حَمُولَةً
- (kimi) yük taşır
- wafarshan
- وَفَرْشًاۚ
- (kiminin) tüyünden sergi yapılır
- kulū
- كُلُوا۟
- yeyin
- mimmā razaqakumu
- مِمَّا رَزَقَكُمُ
- size verdiği rızıktan
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'ın
- walā tattabiʿū
- وَلَا تَتَّبِعُوا۟
- izlemeyin
- khuṭuwāti
- خُطُوَٰتِ
- adımlarını
- l-shayṭāni
- ٱلشَّيْطَٰنِۚ
- şeytanın
- innahu
- إِنَّهُۥ
- zira o
- lakum
- لَكُمْ
- sizin için
- ʿaduwwun
- عَدُوٌّ
- bir düşmandır
- mubīnun
- مُّبِينٌ
- apaçık
Hayvanları da yük ve kesim için yaratan Allah'tır. Allah'ın size verdiği rızıktan yiyin, şeytana ayak uydurmayın, o size apaçık bir düşmandır. ([6] Enam: 142)Tefsir
ثَمٰنِيَةَ اَزْوَاجٍۚ مِنَ الضَّأْنِ اثْنَيْنِ وَمِنَ الْمَعْزِ اثْنَيْنِۗ قُلْ ءٰۤالذَّكَرَيْنِ حَرَّمَ اَمِ الْاُنْثَيَيْنِ اَمَّا اشْتَمَلَتْ عَلَيْهِ اَرْحَامُ الْاُنْثَيَيْنِۗ نَبِّئُوْنِيْ بِعِلْمٍ اِنْ كُنْتُمْ صٰدِقِيْنَ ١٤٣
- thamāniyata
- ثَمَٰنِيَةَ
- sekiz
- azwājin
- أَزْوَٰجٍۖ
- çift
- mina l-ḍani
- مِّنَ ٱلضَّأْنِ
- koyundan
- ith'nayni
- ٱثْنَيْنِ
- iki
- wamina l-maʿzi
- وَمِنَ ٱلْمَعْزِ
- ve -den
- ith'nayni
- ٱثْنَيْنِۗ
- iki
- qul
- قُلْ
- de ki
- āldhakarayni
- ءَآلذَّكَرَيْنِ
- iki erkeği mi?
- ḥarrama
- حَرَّمَ
- haram etti
- ami
- أَمِ
- yoksa
- l-unthayayni
- ٱلْأُنثَيَيْنِ
- iki dişiyi (mi?)
- ammā
- أَمَّا
- yoksa
- ish'tamalat
- ٱشْتَمَلَتْ
- bulunan(yavru)ları mı
- ʿalayhi arḥāmu
- عَلَيْهِ أَرْحَامُ
- rahimlerinde
- l-unthayayni
- ٱلْأُنثَيَيْنِۖ
- iki dişinin
- nabbiūnī
- نَبِّـُٔونِى
- bana haber verin
- biʿil'min
- بِعِلْمٍ
- bilgi ile
- in
- إِن
- eğer
- kuntum
- كُنتُمْ
- iseniz
- ṣādiqīna
- صَٰدِقِينَ
- doğru
Sekiz çift: Koyundan iki ve keçiden iki; de ki: "İki erkeği mi, yoksa iki dişiyi mi veya o iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kılmıştır? Doğru sözlü iseniz bana bilgiye dayanarak cevap verin." ([6] Enam: 143)Tefsir
وَمِنَ الْاِبِلِ اثْنَيْنِ وَمِنَ الْبَقَرِ اثْنَيْنِۗ قُلْ ءٰۤالذَّكَرَيْنِ حَرَّمَ اَمِ الْاُنْثَيَيْنِ اَمَّا اشْتَمَلَتْ عَلَيْهِ اَرْحَامُ الْاُنْثَيَيْنِۗ اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَاۤءَ اِذْ وَصّٰىكُمُ اللّٰهُ بِهٰذَاۚ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا لِّيُضِلَّ النَّاسَ بِغَيْرِ عِلْمٍۗ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الظّٰلِمِيْنَ ࣖ ١٤٤
- wamina
- وَمِنَ
- ve
- l-ibili
- ٱلْإِبِلِ
- deveden
- ith'nayni
- ٱثْنَيْنِ
- iki
- wamina l-baqari
- وَمِنَ ٱلْبَقَرِ
- ve -dan
- ith'nayni
- ٱثْنَيْنِۗ
- iki
- qul
- قُلْ
- de ki
- āldhakarayni
- ءَآلذَّكَرَيْنِ
- iki erkeği mi?
- ḥarrama
- حَرَّمَ
- haram etti
- ami
- أَمِ
- yoksa
- l-unthayayni
- ٱلْأُنثَيَيْنِ
- iki dişiyi (mi?)
- ammā
- أَمَّا
- yoksa
- ish'tamalat
- ٱشْتَمَلَتْ
- bulunan(yavru)ları mı
- ʿalayhi arḥāmu
- عَلَيْهِ أَرْحَامُ
- Rahimlerinde
- l-unthayayni
- ٱلْأُنثَيَيْنِۖ
- iki dişinin
- am
- أَمْ
- yoksa
- kuntum
- كُنتُمْ
- oldunuz
- shuhadāa
- شُهَدَآءَ
- şahidler (mi?)
- idh
- إِذْ
- zaman
- waṣṣākumu
- وَصَّىٰكُمُ
- size vasiyyet ettiği
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'ın
- bihādhā
- بِهَٰذَاۚ
- böyle
- faman
- فَمَنْ
- kim olabilir?
- aẓlamu
- أَظْلَمُ
- daha zalim
- mimmani if'tarā
- مِمَّنِ ٱفْتَرَىٰ
- uydurandan
- ʿalā
- عَلَى
- karşı
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'a
- kadhiban
- كَذِبًا
- bir yalan
- liyuḍilla
- لِّيُضِلَّ
- saptırmak için
- l-nāsa
- ٱلنَّاسَ
- insanları
- bighayri
- بِغَيْرِ
- olmaksızın
- ʿil'min
- عِلْمٍۗ
- bilgisi
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- lā yahdī
- لَا يَهْدِى
- doğru yola iletmez
- l-qawma
- ٱلْقَوْمَ
- topluluğu
- l-ẓālimīna
- ٱلظَّٰلِمِينَ
- zalim
Deveden iki, sığırdan iki yaratmıştır; de ki: "İki erkeği mi, yoksa iki dişiyi mi veya o iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kılmıştır? Yoksa Allah size bunları buyururken orada mı idiniz?" İnsanları, bilmediklerinden sapıtmak için Allah'a karşı yalan uyduranlardan daha zalim kimdir? Allah, zalim milleti doğru yola eriştirmez. ([6] Enam: 144)Tefsir
قُلْ لَّآ اَجِدُ فِيْ مَآ اُوْحِيَ اِلَيَّ مُحَرَّمًا عَلٰى طَاعِمٍ يَّطْعَمُهٗٓ اِلَّآ اَنْ يَّكُوْنَ مَيْتَةً اَوْ دَمًا مَّسْفُوْحًا اَوْ لَحْمَ خِنْزِيْرٍ فَاِنَّهٗ رِجْسٌ اَوْ فِسْقًا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِهٖۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَّلَا عَادٍ فَاِنَّ رَبَّكَ غَفُوْرٌ رَّحِيْمٌ ١٤٥
- qul
- قُل
- de ki
- lā ajidu
- لَّآ أَجِدُ
- bulamıyorum
- fī mā
- فِى مَآ
- şeyde
- ūḥiya
- أُوحِىَ
- vahyolunan
- ilayya
- إِلَىَّ
- bana
- muḥarraman
- مُحَرَّمًا
- bir haramlık
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerine
- ṭāʿimin
- طَاعِمٍ
- yemek
- yaṭʿamuhu
- يَطْعَمُهُۥٓ
- yiyen kimse
- illā
- إِلَّآ
- ancak hariçtir
- an yakūna
- أَن يَكُونَ
- olması
- maytatan
- مَيْتَةً
- leş
- aw
- أَوْ
- yahut
- daman
- دَمًا
- kan
- masfūḥan
- مَّسْفُوحًا
- akıtılmış
- aw
- أَوْ
- yahut
- laḥma
- لَحْمَ
- eti
- khinzīrin
- خِنزِيرٍ
- domuz
- fa-innahu
- فَإِنَّهُۥ
- pistir-ki şüphesiz
- rij'sun
- رِجْسٌ
- pistir
- aw
- أَوْ
- ya da
- fis'qan
- فِسْقًا
- bir fısk
- uhilla
- أُهِلَّ
- boğazlanmış
- lighayri
- لِغَيْرِ
- başkası adına
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'tan
- bihi
- بِهِۦۚ
- onun
- famani
- فَمَنِ
- ama kim
- uḍ'ṭurra
- ٱضْطُرَّ
- çaresiz kalırsa (yiyebilir)
- ghayra bāghin
- غَيْرَ بَاغٍ
- saldırmaksızın
- walā
- وَلَا
- ve
- ʿādin
- عَادٍ
- sınırı aşmaksızın
- fa-inna
- فَإِنَّ
- çünkü
- rabbaka
- رَبَّكَ
- Rabbin
- ghafūrun
- غَفُورٌ
- bağışlayandır
- raḥīmun
- رَّحِيمٌ
- esirgeyendir
De ki: "Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış kan, domuz eti ki pistir ve günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum; fakat darda kalan, başkasının payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere bunlardan da yiyebilir." Doğrusu Rabbin bağışlar ve merhamet eder. ([6] Enam: 145)Tefsir
وَعَلَى الَّذِيْنَ هَادُوْا حَرَّمْنَا كُلَّ ذِيْ ظُفُرٍۚ وَمِنَ الْبَقَرِ وَالْغَنَمِ حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ شُحُوْمَهُمَآ اِلَّا مَا حَمَلَتْ ظُهُوْرُهُمَآ اَوِ الْحَوَايَآ اَوْ مَا اخْتَلَطَ بِعَظْمٍۗ ذٰلِكَ جَزَيْنٰهُمْ بِبَغْيِهِمْۚ وَاِنَّا لَصٰدِقُوْنَ ١٤٦
- waʿalā
- وَعَلَى
- ve
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- şunlara ki
- hādū
- هَادُوا۟
- yahudilere
- ḥarramnā
- حَرَّمْنَا
- haram ettik
- kulla
- كُلَّ
- bütün
- dhī
- ذِى
- olanları
- ẓufurin
- ظُفُرٍۖ
- tırnaklı(ları)
- wamina l-baqari
- وَمِنَ ٱلْبَقَرِ
- sığırın
- wal-ghanami
- وَٱلْغَنَمِ
- ve koyunun
- ḥarramnā
- حَرَّمْنَا
- haram kıldık
- ʿalayhim
- عَلَيْهِمْ
- onlara
- shuḥūmahumā
- شُحُومَهُمَآ
- yağlarını
- illā
- إِلَّا
- hariç
- mā ḥamalat
- مَا حَمَلَتْ
- taşıdıkları
- ẓuhūruhumā
- ظُهُورُهُمَآ
- sırtlarının
- awi
- أَوِ
- yahut
- l-ḥawāyā
- ٱلْحَوَايَآ
- bağırsaklarının
- aw
- أَوْ
- ya da
- mā ikh'talaṭa
- مَا ٱخْتَلَطَ
- karışanlar
- biʿaẓmin
- بِعَظْمٍۚ
- kemiğe
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- böylece
- jazaynāhum
- جَزَيْنَٰهُم
- onları cezalandırdık
- bibaghyihim
- بِبَغْيِهِمْۖ
- aşırılıkları yüzünden
- wa-innā
- وَإِنَّا
- biz elbette
- laṣādiqūna
- لَصَٰدِقُونَ
- doğru söyleyenleriz
Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hariç, iç yağlarını da haram kıldık. Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlüyüzdür. ([6] Enam: 146)Tefsir
فَاِنْ كَذَّبُوْكَ فَقُلْ رَّبُّكُمْ ذُوْ رَحْمَةٍ وَّاسِعَةٍۚ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُهٗ عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِمِيْنَ ١٤٧
- fa-in
- فَإِن
- eğer
- kadhabūka
- كَذَّبُوكَ
- seni yalanladılarsa
- faqul
- فَقُل
- de ki
- rabbukum
- رَّبُّكُمْ
- Rabbiniz
- dhū
- ذُو
- sahibidir
- raḥmatin
- رَحْمَةٍ
- rahmet
- wāsiʿatin
- وَٰسِعَةٍ
- bol
- walā
- وَلَا
- (fakat)
- yuraddu
- يُرَدُّ
- geri çevrilmez
- basuhu
- بَأْسُهُۥ
- O'nun azabı
- ʿani l-qawmi
- عَنِ ٱلْقَوْمِ
- toplumdan
- l-muj'rimīna
- ٱلْمُجْرِمِينَ
- suçlu
Seni yalanlarlarsa, "Rabbinizin rahmeti geniştir; O'nun azabı suçlu milletten geri çevrilemez" de. ([6] Enam: 147)Tefsir
سَيَقُوْلُ الَّذِيْنَ اَشْرَكُوْا لَوْ شَاۤءَ اللّٰهُ مَآ اَشْرَكْنَا وَلَآ اٰبَاۤؤُنَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍۗ كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذِيْنَ مِنْ قَبْلِهِمْ حَتّٰى ذَاقُوْا بَأْسَنَاۗ قُلْ هَلْ عِنْدَكُمْ مِّنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوْهُ لَنَاۗ اِنْ تَتَّبِعُوْنَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَخْرُصُوْنَ ١٤٨
- sayaqūlu
- سَيَقُولُ
- diyecekler ki
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- ashrakū
- أَشْرَكُوا۟
- ortak koşan(lar)
- law
- لَوْ
- şayet
- shāa
- شَآءَ
- isteseydi
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- mā ashraknā
- مَآ أَشْرَكْنَا
- biz ortak koşmazdık
- walā ābāunā
- وَلَآ ءَابَآؤُنَا
- babalarımız da
- walā ḥarramnā
- وَلَا حَرَّمْنَا
- haram yapmazdık
- min
- مِن
- hiçbir
- shayin
- شَىْءٍۚ
- şeyi
- kadhālika
- كَذَٰلِكَ
- öyle (demişlerdi)
- kadhaba
- كَذَّبَ
- yalanlayanlar
- alladhīna min qablihim
- ٱلَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ
- onlardan önce
- ḥattā
- حَتَّىٰ
- nihayet
- dhāqū
- ذَاقُوا۟
- tadmışlardı
- basanā
- بَأْسَنَاۗ
- azabımızı
- qul
- قُلْ
- de ki
- hal
- هَلْ
- var mı?
- ʿindakum
- عِندَكُم
- yanınızda
- min
- مِّنْ
- hiç
- ʿil'min
- عِلْمٍ
- bir bilgi
- fatukh'rijūhu
- فَتُخْرِجُوهُ
- çıka(rıp gösterece)ğiniz
- lanā
- لَنَآۖ
- bize
- in tattabiʿūna
- إِن تَتَّبِعُونَ
- siz uyuyorsunuz
- illā
- إِلَّا
- sadece
- l-ẓana
- ٱلظَّنَّ
- zanna
- wa-in
- وَإِنْ
- ve eğer
- antum
- أَنتُمْ
- siz
- illā
- إِلَّا
- sadece
- takhruṣūna
- تَخْرُصُونَ
- saçmalıyorsunuz
Puta tapanlar, "Allah dileseydi babalarımız ve biz puta tapmaz ve hiçbir şeyi haram kılmazdık" diyecekler; onlardan öncekiler de, Bizim şiddetli azabımızı tadana kadar böyle demişlerdi. Onlara "Bize karşı çıkarabileceğiniz bir bilginiz var mı? Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve sadece tahminde bulunuyorsunuz" de. ([6] Enam: 148)Tefsir
قُلْ فَلِلّٰهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُۚ فَلَوْ شَاۤءَ لَهَدٰىكُمْ اَجْمَعِيْنَ ١٤٩
- qul
- قُلْ
- de ki
- falillahi
- فَلِلَّهِ
- Allah'ındır
- l-ḥujatu
- ٱلْحُجَّةُ
- delil
- l-bālighatu
- ٱلْبَٰلِغَةُۖ
- üstün olan
- falaw
- فَلَوْ
- eğer
- shāa
- شَآءَ
- dileseydi
- lahadākum
- لَهَدَىٰكُمْ
- elbette doğru yola iletirdi
- ajmaʿīna
- أَجْمَعِينَ
- hepinizi
"Üstün delil Allah'ın delilidir. O dileseydi hepinizi doğru yola eriştirirdi" de. ([6] Enam: 149)Tefsir
قُلْ هَلُمَّ شُهَدَاۤءَكُمُ الَّذِيْنَ يَشْهَدُوْنَ اَنَّ اللّٰهَ حَرَّمَ هٰذَاۚ فَاِنْ شَهِدُوْا فَلَا تَشْهَدْ مَعَهُمْۚ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَاۤءَ الَّذِيْنَ كَذَّبُوْا بِاٰيٰتِنَا وَالَّذِيْنَ لَا يُؤْمِنُوْنَ بِالْاٰخِرَةِ وَهُمْ بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُوْنَ ࣖ ١٥٠
- qul
- قُلْ
- de ki
- halumma
- هَلُمَّ
- haydi getirin
- shuhadāakumu
- شُهَدَآءَكُمُ
- tanrılarınızı
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- o ki
- yashhadūna
- يَشْهَدُونَ
- şahidlik edecek
- anna l-laha
- أَنَّ ٱللَّهَ
- Allah'ın
- ḥarrama
- حَرَّمَ
- yasakladığına
- hādhā
- هَٰذَاۖ
- bunu
- fa-in
- فَإِن
- eğer
- shahidū
- شَهِدُوا۟
- şahidlik ederlerse
- falā tashhad
- فَلَا تَشْهَدْ
- sen şahidlik etme
- maʿahum
- مَعَهُمْۚ
- onlarla beraber
- walā
- وَلَا
- ve
- tattabiʿ
- تَتَّبِعْ
- uyma
- ahwāa
- أَهْوَآءَ
- keyiflerine
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselerin
- kadhabū
- كَذَّبُوا۟
- yalanlayan(ların)
- biāyātinā
- بِـَٔايَٰتِنَا
- ayetlerimizi
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- ve kimselerin
- lā yu'minūna
- لَا يُؤْمِنُونَ
- ve inanmayanların
- bil-ākhirati
- بِٱلْءَاخِرَةِ
- ahirete
- wahum
- وَهُم
- ve onlar
- birabbihim
- بِرَبِّهِمْ
- Rablerine
- yaʿdilūna
- يَعْدِلُونَ
- eş tutmaktadırlar
De ki: "Allah'ın bunu haram kıldığına şahidlik edecek şahidlerinizi getirin". Şahidlik ederlerse, onlarla beraber olup sözlerini kabullenme; ayetlerimizi yalanlayanların ve ahirete inanmayanların heveslerine uyma; onlar Rablerine başkalarını eşit tutuyorlar. ([6] Enam: 150)Tefsir