وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِهٖٓ اِذْ قَالُوْا مَآ اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى بَشَرٍ مِّنْ شَيْءٍۗ قُلْ مَنْ اَنْزَلَ الْكِتٰبَ الَّذِيْ جَاۤءَ بِهٖ مُوْسٰى نُوْرًا وَّهُدًى لِّلنَّاسِ تَجْعَلُوْنَهٗ قَرَاطِيْسَ تُبْدُوْنَهَا وَتُخْفُوْنَ كَثِيْرًاۚ وَعُلِّمْتُمْ مَّا لَمْ تَعْلَمُوْٓا اَنْتُمْ وَلَآ اٰبَاۤؤُكُمْ ۗقُلِ اللّٰهُ ۙثُمَّ ذَرْهُمْ فِيْ خَوْضِهِمْ يَلْعَبُوْنَ ٩١
- wamā qadarū
- وَمَا قَدَرُوا۟
- tanıyamadılar
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'ı
- ḥaqqa
- حَقَّ
- hakkıyla
- qadrihi
- قَدْرِهِۦٓ
- O'nun kadrini
- idh
- إِذْ
- zira
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler
- mā anzala
- مَآ أَنزَلَ
- indirmedi
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerine
- basharin
- بَشَرٍ
- insan
- min shayin
- مِّن شَىْءٍۗ
- bir şey
- qul
- قُلْ
- de ki
- man
- مَنْ
- kim
- anzala
- أَنزَلَ
- indirdi
- l-kitāba
- ٱلْكِتَٰبَ
- Kitabı
- alladhī
- ٱلَّذِى
- o ki
- jāa
- جَآءَ
- getirdi
- bihi
- بِهِۦ
- onu
- mūsā
- مُوسَىٰ
- Musa
- nūran
- نُورًا
- nur olarak
- wahudan
- وَهُدًى
- ve yol gösterici olarak
- lilnnāsi
- لِّلنَّاسِۖ
- insanlara
- tajʿalūnahu
- تَجْعَلُونَهُۥ
- siz onu haline getirip
- qarāṭīsa
- قَرَاطِيسَ
- parça parça kağıtlar
- tub'dūnahā
- تُبْدُونَهَا
- gösteriyorsunuz
- watukh'fūna
- وَتُخْفُونَ
- ve gizliyorsunuz
- kathīran
- كَثِيرًاۖ
- çoğunu da
- waʿullim'tum
- وَعُلِّمْتُم
- ve size öğretildiği
- mā
- مَّا
- şeylerin
- lam taʿlamū
- لَمْ تَعْلَمُوٓا۟
- bilmediği
- antum
- أَنتُمْ
- ne sizin
- walā ābāukum
- وَلَآ ءَابَآؤُكُمْۖ
- ne de babalarınızın
- quli
- قُلِ
- de ki
- l-lahu
- ٱللَّهُۖ
- Alah
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- dharhum
- ذَرْهُمْ
- bırak onları
- fī khawḍihim
- فِى خَوْضِهِمْ
- daldıkları bataklıkta
- yalʿabūna
- يَلْعَبُونَ
- oynayadursunlar
"Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir" demekle Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. De ki: "Musa'nın insanlara nur ve yol gösterici olarak getirdiği Kitap'ı kim indirdi? Ki siz onu kağıtlara yazıp bir kısmını gösterip çoğunu gizlersiniz, atalarınızın ve sizin bilmediğiniz size onunla öğretilmiştir." "Allah" de, sonra da onları daldıkları sapıklıkta bırak, oynasınlar. ([6] Enam: 91)Tefsir
وَهٰذَا كِتٰبٌ اَنْزَلْنٰهُ مُبٰرَكٌ مُّصَدِّقُ الَّذِيْ بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۗ وَالَّذِيْنَ يُؤْمِنُوْنَ بِالْاٰخِرَةِ يُؤْمِنُوْنَ بِهٖ وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحٰفِظُوْنَ ٩٢
- wahādhā
- وَهَٰذَا
- bu da
- kitābun
- كِتَٰبٌ
- bir Kitaptır
- anzalnāhu
- أَنزَلْنَٰهُ
- indirdiğimiz
- mubārakun
- مُبَارَكٌ
- mubarek
- muṣaddiqu
- مُّصَدِّقُ
- doğrulayıcı
- alladhī bayna
- ٱلَّذِى بَيْنَ
- arasındakini
- yadayhi
- يَدَيْهِ
- elleri
- walitundhira
- وَلِتُنذِرَ
- ve uyarman için
- umma
- أُمَّ
- anası
- l-qurā
- ٱلْقُرَىٰ
- şehirlerin
- waman
- وَمَنْ
- kimseleri
- ḥawlahā
- حَوْلَهَاۚ
- çevresindeki
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- ve kimseler
- yu'minūna
- يُؤْمِنُونَ
- inananU(lar)
- bil-ākhirati
- بِٱلْءَاخِرَةِ
- ahirete
- yu'minūna
- يُؤْمِنُونَ
- inanırlar;
- bihi
- بِهِۦۖ
- buna
- wahum
- وَهُمْ
- ve onlar
- ʿalā ṣalātihim
- عَلَىٰ صَلَاتِهِمْ
- namazlarına
- yuḥāfiẓūna
- يُحَافِظُونَ
- devam ederler
Bu indirdiğimiz, kendinden öncekileri doğrulayan, Mekkelileri ve etrafındakileri uyaran mübarek Kitap'dır. Ahirete inananlar buna inanırlar, namazlarına da devam ederler. ([6] Enam: 92)Tefsir
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَوْ قَالَ اُوْحِيَ اِلَيَّ وَلَمْ يُوْحَ اِلَيْهِ شَيْءٌ وَّمَنْ قَالَ سَاُنْزِلُ مِثْلَ مَآ اَنْزَلَ اللّٰهُ ۗوَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظّٰلِمُوْنَ فِيْ غَمَرٰتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰۤىِٕكَةُ بَاسِطُوْٓا اَيْدِيْهِمْۚ اَخْرِجُوْٓا اَنْفُسَكُمْۗ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُوْنِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُوْلُوْنَ عَلَى اللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنْتُمْ عَنْ اٰيٰتِهٖ تَسْتَكْبِرُوْنَ ٩٣
- waman
- وَمَنْ
- kim olabilir?
- aẓlamu
- أَظْلَمُ
- daha zalim
- mimmani
- مِمَّنِ
- kimseden
- if'tarā
- ٱفْتَرَىٰ
- uyduran
- ʿalā
- عَلَى
- karşı
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'a
- kadhiban
- كَذِبًا
- yalan
- aw
- أَوْ
- ya da
- qāla
- قَالَ
- diyenden
- ūḥiya
- أُوحِىَ
- vahyolundu
- ilayya
- إِلَىَّ
- bana
- walam yūḥa
- وَلَمْ يُوحَ
- vahyedilmemiş iken
- ilayhi
- إِلَيْهِ
- kendisine
- shayon
- شَىْءٌ
- bir şey
- waman
- وَمَن
- ve kimseden
- qāla
- قَالَ
- diyen
- sa-unzilu
- سَأُنزِلُ
- ben de indireceğim
- mith'la
- مِثْلَ
- gibi
- mā
- مَآ
- şey
- anzala
- أَنزَلَ
- indirdiği
- l-lahu
- ٱللَّهُۗ
- Allah'ın
- walaw
- وَلَوْ
- eğer
- tarā
- تَرَىٰٓ
- bir görsen
- idhi l-ẓālimūna
- إِذِ ٱلظَّٰلِمُونَ
- zalimleri
- fī
- فِى
- içinde
- ghamarāti
- غَمَرَٰتِ
- dalgaları
- l-mawti
- ٱلْمَوْتِ
- ölüm
- wal-malāikatu
- وَٱلْمَلَٰٓئِكَةُ
- ve melekler
- bāsiṭū
- بَاسِطُوٓا۟
- uzatmış
- aydīhim
- أَيْدِيهِمْ
- ellerini
- akhrijū
- أَخْرِجُوٓا۟
- haydi çıkarın
- anfusakumu
- أَنفُسَكُمُۖ
- canlarınızı
- l-yawma
- ٱلْيَوْمَ
- bugün
- tuj'zawna
- تُجْزَوْنَ
- cezalandırılacaksınız
- ʿadhāba
- عَذَابَ
- azabıyla
- l-hūni
- ٱلْهُونِ
- alçaklık
- bimā
- بِمَا
- dolayı
- kuntum
- كُنتُمْ
- olmanızdan
- taqūlūna
- تَقُولُونَ
- söylüyor
- ʿalā
- عَلَى
- karşı
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'a
- ghayra
- غَيْرَ
- olmayanı
- l-ḥaqi
- ٱلْحَقِّ
- gerçek
- wakuntum
- وَكُنتُمْ
- ve
- ʿan āyātihi
- عَنْ ءَايَٰتِهِۦ
- O'nun ayetlerine karşı
- tastakbirūna
- تَسْتَكْبِرُونَ
- büyüklük taslamanızdan
Allah'a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahyedilmemişken "Bana vahyolundu, Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim" diyenden daha zalim kim olabilir? Bu zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış, "Canlarınızı verin, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden, O'nun ayetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı azabla cezalandırılacaksınız" derken bir görsen! ([6] Enam: 93)Tefsir
وَلَقَدْ جِئْتُمُوْنَا فُرَادٰى كَمَا خَلَقْنٰكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَّتَرَكْتُمْ مَّا خَوَّلْنٰكُمْ وَرَاۤءَ ظُهُوْرِكُمْۚ وَمَا نَرٰى مَعَكُمْ شُفَعَاۤءَكُمُ الَّذِيْنَ زَعَمْتُمْ اَنَّهُمْ فِيْكُمْ شُرَكٰۤؤُا ۗ لَقَدْ تَّقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنْكُمْ مَّا كُنْتُمْ تَزْعُمُوْنَ ࣖ ٩٤
- walaqad
- وَلَقَدْ
- ve andolsun
- ji'tumūnā
- جِئْتُمُونَا
- yine bize geldiniz
- furādā
- فُرَٰدَىٰ
- tek olarak
- kamā
- كَمَا
- gibi
- khalaqnākum
- خَلَقْنَٰكُمْ
- sizi yarattığımız
- awwala
- أَوَّلَ
- ilk
- marratin
- مَرَّةٍ
- kez
- wataraktum
- وَتَرَكْتُم
- ve bıraktınız
- mā
- مَّا
- şeyleri
- khawwalnākum
- خَوَّلْنَٰكُمْ
- sizi hayaline daldırdığımız
- warāa
- وَرَآءَ
- arkasında
- ẓuhūrikum
- ظُهُورِكُمْۖ
- sırtlarınız
- wamā narā
- وَمَا نَرَىٰ
- ve görmüyoruz
- maʿakum
- مَعَكُمْ
- yanınızda
- shufaʿāakumu
- شُفَعَآءَكُمُ
- şefaatçilerinizi
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseleri
- zaʿamtum
- زَعَمْتُمْ
- sandığınız
- annahum
- أَنَّهُمْ
- onların
- fīkum
- فِيكُمْ
- içinizden
- shurakāu
- شُرَكَٰٓؤُا۟ۚ
- ortak olduklarını
- laqad
- لَقَد
- andolsun
- taqaṭṭaʿa
- تَّقَطَّعَ
- (bağlar) kesilmiş
- baynakum
- بَيْنَكُمْ
- aranızdaki
- waḍalla
- وَضَلَّ
- ve kaybolup gitmiştir
- ʿankum
- عَنكُم
- sizden
- mā
- مَّا
- şeyler
- kuntum tazʿumūna
- كُنتُمْ تَزْعُمُونَ
- sandığınız
Onlara: "And olsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi size verdiklerimizi ardınızda bırakarak bize birer birer geldiniz; içinizde Allah'ın ortakları olduğunu sandığınız şefaatçılarınızı beraber görmüyoruz. And olsun ki aranızdaki bağlar kopmuş, ortak sandıklarınız sizden ayrılmışlardır" denecek. ([6] Enam: 94)Tefsir
۞ اِنَّ اللّٰهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰىۗ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّ ۗذٰلِكُمُ اللّٰهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُوْنَ ٩٥
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'tır
- fāliqu
- فَالِقُ
- yaran
- l-ḥabi
- ٱلْحَبِّ
- daneyi
- wal-nawā
- وَٱلنَّوَىٰۖ
- ve çekirdeği
- yukh'riju
- يُخْرِجُ
- çıkarır
- l-ḥaya
- ٱلْحَىَّ
- diriyi
- mina l-mayiti
- مِنَ ٱلْمَيِّتِ
- ölüden
- wamukh'riju
- وَمُخْرِجُ
- ve çıkarır
- l-mayiti
- ٱلْمَيِّتِ
- ölüyü
- mina l-ḥayi
- مِنَ ٱلْحَىِّۚ
- diriden
- dhālikumu
- ذَٰلِكُمُ
- işte budur
- l-lahu
- ٱللَّهُۖ
- Allah
- fa-annā
- فَأَنَّىٰ
- o halde nasıl
- tu'fakūna
- تُؤْفَكُونَ
- çevriliyorsunuz
Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır; ölüyü çıkarır. İşte Allah budur, nasıl yüz çevirirsiniz? ([6] Enam: 95)Tefsir
فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَنًا وَّالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَانًا ۗذٰلِكَ تَقْدِيْرُ الْعَزِيْزِ الْعَلِيْمِ ٩٦
- fāliqu
- فَالِقُ
- karanlığı yarıp
- l-iṣ'bāḥi
- ٱلْإِصْبَاحِ
- sabahı ortaya çıkarmış
- wajaʿala
- وَجَعَلَ
- ve kılmıştır
- al-layla
- ٱلَّيْلَ
- geceyi
- sakanan
- سَكَنًا
- dinlenme zamanı
- wal-shamsa
- وَٱلشَّمْسَ
- ve güneşi
- wal-qamara
- وَٱلْقَمَرَ
- ve ayı
- ḥus'bānan
- حُسْبَانًاۚ
- hesap (ölçüsü) yapmıştır
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- bu
- taqdīru
- تَقْدِيرُ
- takdiridir
- l-ʿazīzi
- ٱلْعَزِيزِ
- o üstün
- l-ʿalīmi
- ٱلْعَلِيمِ
- bilen(Allah)ın
Tanyerini ağartan, geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı vakit ölçüsü kılandır. Bu, Güçlü olan'ın, Bilen'in nizamıdır. ([6] Enam: 96)Tefsir
وَهُوَ الَّذِيْ جَعَلَ لَكُمُ النُّجُوْمَ لِتَهْتَدُوْا بِهَا فِيْ ظُلُمٰتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِۗ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيٰتِ لِقَوْمٍ يَّعْلَمُوْنَ ٩٧
- wahuwa
- وَهُوَ
- ve O'dur
- alladhī
- ٱلَّذِى
- kimse
- jaʿala
- جَعَلَ
- yaratan
- lakumu
- لَكُمُ
- sizin için
- l-nujūma
- ٱلنُّجُومَ
- yıldızları
- litahtadū
- لِتَهْتَدُوا۟
- yol bulasınız diye
- bihā
- بِهَا
- onlarla
- fī ẓulumāti
- فِى ظُلُمَٰتِ
- karanlıklarında
- l-bari
- ٱلْبَرِّ
- karanın
- wal-baḥri
- وَٱلْبَحْرِۗ
- ve denizin
- qad
- قَدْ
- gerçekten
- faṣṣalnā
- فَصَّلْنَا
- biz genişçe açıkladık
- l-āyāti
- ٱلْءَايَٰتِ
- ayetleri
- liqawmin
- لِقَوْمٍ
- bir toplum için
- yaʿlamūna
- يَعْلَمُونَ
- bilen
O, yıldızları kara ve denizin karanlıklarında yol bulasınız diye sizin için var edendir. Bilen millet için ayetleri uzun uzadıya açıkladık. ([6] Enam: 97)Tefsir
وَهُوَ الَّذِيْٓ اَنْشَاَكُمْ مِّنْ نَّفْسٍ وَّاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَّمُسْتَوْدَعٌ ۗقَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيٰتِ لِقَوْمٍ يَّفْقَهُوْنَ ٩٨
- wahuwa
- وَهُوَ
- ve O'dur
- alladhī
- ٱلَّذِىٓ
- kimse
- ansha-akum
- أَنشَأَكُم
- sizi inşa eden
- min nafsin
- مِّن نَّفْسٍ
- nefisten
- wāḥidatin
- وَٰحِدَةٍ
- bir tek
- famus'taqarrun
- فَمُسْتَقَرٌّ
- (sizin için) bir karar
- wamus'tawdaʿun
- وَمُسْتَوْدَعٌۗ
- ve emanet yeri vardır
- qad
- قَدْ
- gerçekten
- faṣṣalnā
- فَصَّلْنَا
- biz genişçe açıkladık
- l-āyāti
- ٱلْءَايَٰتِ
- ayetleri
- liqawmin
- لِقَوْمٍ
- bir toplum için
- yafqahūna
- يَفْقَهُونَ
- anlayan
O, sizi bir tek nefisten, babaların sulbünde kararlaşmış ve anaların rahminde kararlaşmakta olarak yaratandır. Anlayan millet için ayetleri uzun uzadıya açıkladık. ([6] Enam: 98)Tefsir
وَهُوَ الَّذِيْٓ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاۤءِ مَاۤءًۚ فَاَخْرَجْنَا بِهٖ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِرًا نُّخْرِجُ مِنْهُ حَبًّا مُّتَرَاكِبًاۚ وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَّجَنّٰتٍ مِّنْ اَعْنَابٍ وَّالزَّيْتُوْنَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهًا وَّغَيْرَ مُتَشَابِهٍۗ اُنْظُرُوْٓا اِلٰى ثَمَرِهٖٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَيَنْعِهٖ ۗاِنَّ فِيْ ذٰلِكُمْ لَاٰيٰتٍ لِّقَوْمٍ يُّؤْمِنُوْنَ ٩٩
- wahuwa
- وَهُوَ
- ve O'dur
- alladhī
- ٱلَّذِىٓ
- kimse
- anzala
- أَنزَلَ
- indiren
- mina l-samāi
- مِنَ ٱلسَّمَآءِ
- gökten
- māan
- مَآءً
- suyu
- fa-akhrajnā
- فَأَخْرَجْنَا
- çıkardık
- bihi
- بِهِۦ
- onunla
- nabāta
- نَبَاتَ
- bitkiyi
- kulli
- كُلِّ
- her
- shayin
- شَىْءٍ
- çeşit
- fa-akhrajnā
- فَأَخْرَجْنَا
- ve çıkardık
- min'hu
- مِنْهُ
- o (bitki)den
- khaḍiran
- خَضِرًا
- bir filiz
- nukh'riju
- نُّخْرِجُ
- çıkarıyoruz
- min'hu
- مِنْهُ
- ondan da
- ḥabban
- حَبًّا
- daneler
- mutarākiban
- مُّتَرَاكِبًا
- birbiri üzerine binmiş
- wamina l-nakhli
- وَمِنَ ٱلنَّخْلِ
- hurmanın
- min ṭalʿihā
- مِن طَلْعِهَا
- tomurcuğundan
- qin'wānun
- قِنْوَانٌ
- sarkan
- dāniyatun
- دَانِيَةٌ
- salkımlar
- wajannātin
- وَجَنَّٰتٍ
- ve bahçeleri
- min aʿnābin
- مِّنْ أَعْنَابٍ
- üzüm
- wal-zaytūna
- وَٱلزَّيْتُونَ
- ve zeytin
- wal-rumāna
- وَٱلرُّمَّانَ
- ve nar
- mush'tabihan
- مُشْتَبِهًا
- (kimi) birbirine benzer
- waghayra mutashābihin
- وَغَيْرَ مُتَشَٰبِهٍۗ
- (kimi) benzemez
- unẓurū
- ٱنظُرُوٓا۟
- bakın
- ilā thamarihi
- إِلَىٰ ثَمَرِهِۦٓ
- meyvesine
- idhā
- إِذَآ
- zaman
- athmara
- أَثْمَرَ
- meyve verirken
- wayanʿihi
- وَيَنْعِهِۦٓۚ
- ve olgunlaştığı
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- fī dhālikum
- فِى ذَٰلِكُمْ
- bunda
- laāyātin
- لَءَايَٰتٍ
- çok ibret vardır
- liqawmin
- لِّقَوْمٍ
- toplumu için
- yu'minūna
- يُؤْمِنُونَ
- inananlar
O, gökten su indirendir. Her bitkiyi onunla bitirdik, ondan bitirdiğimiz yeşilden, birbirine benzeyen ve benzemeyen yığın yığın taneler, hurmaların tomurcuklarından sarkan salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve nar çıkardık. Ürün verdiklerinde ürünlerine, olgunlaşmalarına bir bakın. Bunlarda, inananlar için, şüphesiz, deliller vardır. ([6] Enam: 99)Tefsir
وَجَعَلُوْا لِلّٰهِ شُرَكَاۤءَ الْجِنَّ وَخَلَقَهُمْ وَخَرَقُوْا لَهٗ بَنِيْنَ وَبَنٰتٍۢ بِغَيْرِ عِلْمٍۗ سُبْحٰنَهٗ وَتَعٰلٰى عَمَّا يَصِفُوْنَ ࣖ ١٠٠
- wajaʿalū
- وَجَعَلُوا۟
- ve yaptılar
- lillahi
- لِلَّهِ
- Allah'a
- shurakāa
- شُرَكَآءَ
- ortak
- l-jina
- ٱلْجِنَّ
- cinleri
- wakhalaqahum
- وَخَلَقَهُمْۖ
- halbuki onları O yaratmıştır
- wakharaqū
- وَخَرَقُوا۟
- ve icadettiler
- lahu
- لَهُۥ
- O'na
- banīna
- بَنِينَ
- oğullar
- wabanātin
- وَبَنَٰتٍۭ
- ve kızlar
- bighayri ʿil'min
- بِغَيْرِ عِلْمٍۚ
- bilmeden
- sub'ḥānahu
- سُبْحَٰنَهُۥ
- O münezzehtir
- wataʿālā
- وَتَعَٰلَىٰ
- ve yücedir
- ʿammā yaṣifūna
- عَمَّا يَصِفُونَ
- onların nitelemelerinden
Cinleri O yaratmışken kafirler Allah'a ortak koştular. Körü körüne O'na oğullar ve kızlar uydurdular. Haşa, O onların vasıflandırmalarından yücedir. ([6] Enam: 100)Tefsir