41
وَلَقَدْ جَاۤءَ اٰلَ فِرْعَوْنَ النُّذُرُۚ ٤١
- walaqad
- وَلَقَدْ
- ve andolsun
- jāa
- جَآءَ
- gelmiştir
- āla
- ءَالَ
- kavmine
- fir'ʿawna
- فِرْعَوْنَ
- Fir'avn'ın
- l-nudhuru
- ٱلنُّذُرُ
- uyarılar
And olsun ki, Firavun erkanına uyaranlar geldi. ([54] Kamer: 41)Tefsir
42
كَذَّبُوْا بِاٰيٰتِنَا كُلِّهَا فَاَخَذْنٰهُمْ اَخْذَ عَزِيْزٍ مُّقْتَدِرٍ ٤٢
- kadhabū
- كَذَّبُوا۟
- yalanladılar
- biāyātinā
- بِـَٔايَٰتِنَا
- ayetlerimizi
- kullihā
- كُلِّهَا
- bütün
- fa-akhadhnāhum
- فَأَخَذْنَٰهُمْ
- biz de onları yakaladık
- akhdha
- أَخْذَ
- yakalaması gibi
- ʿazīzin
- عَزِيزٍ
- aziz olanın
- muq'tadirin
- مُّقْتَدِرٍ
- ve güçlü olanın
Mucizelerimizin hepsini yalanladılar. Bunun üzerine onları güç ve kuvvet sahibi olana yakışır bir şekilde yakaladık. ([54] Kamer: 42)Tefsir
43
اَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِّنْ اُولٰۤىِٕكُمْ اَمْ لَكُمْ بَرَاۤءَةٌ فِى الزُّبُرِۚ ٤٣
- akuffārukum
- أَكُفَّارُكُمْ
- sizin kafirleriniz mi?
- khayrun
- خَيْرٌ
- hayırlı
- min ulāikum
- مِّنْ أُو۟لَٰٓئِكُمْ
- ötekilerinizden
- am
- أَمْ
- yoksa
- lakum
- لَكُم
- sizin için (var mı?)
- barāatun
- بَرَآءَةٌ
- bir beraet
- fī l-zuburi
- فِى ٱلزُّبُرِ
- Kitaplarda
Sizin inkarcılarınız bunlardan daha mı üstündür? Yoksa Kitablarda size bir kurtuluş belgesi mi var? ([54] Kamer: 43)Tefsir
44
اَمْ يَقُوْلُوْنَ نَحْنُ جَمِيْعٌ مُّنْتَصِرٌ ٤٤
- am
- أَمْ
- yoksa
- yaqūlūna
- يَقُولُونَ
- diyorlar (mı?)
- naḥnu
- نَحْنُ
- biz
- jamīʿun
- جَمِيعٌ
- bir topluluğuz
- muntaṣirun
- مُّنتَصِرٌ
- muzaffer (yenilmez)
Yoksa: "Biz öç alabilecek bir topluluğuz" mu diyorlar? ([54] Kamer: 44)Tefsir
45
سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّوْنَ الدُّبُرَ ٤٥
- sayuh'zamu
- سَيُهْزَمُ
- bozulacak
- l-jamʿu
- ٱلْجَمْعُ
- o topluluk
- wayuwallūna
- وَيُوَلُّونَ
- ve dönüp kaçacaklardır
- l-dubura
- ٱلدُّبُرَ
- geriye
Toplulukları dağıtılacak, yüzgeri edileceklerdir. ([54] Kamer: 45)Tefsir
46
بَلِ السَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَالسَّاعَةُ اَدْهٰى وَاَمَرُّ ٤٦
- bali
- بَلِ
- hayır
- l-sāʿatu
- ٱلسَّاعَةُ
- o sa'attir
- mawʿiduhum
- مَوْعِدُهُمْ
- buluşma zamanları
- wal-sāʿatu
- وَٱلسَّاعَةُ
- ve o sa'at
- adhā
- أَدْهَىٰ
- cidden çok fecidir
- wa-amarru
- وَأَمَرُّ
- ve acıdır
Kıyamet onların azap ile vadedildikleri gündür. O ne korkunç, ne acı bir gündür! ([54] Kamer: 46)Tefsir
47
اِنَّ الْمُجْرِمِيْنَ فِيْ ضَلٰلٍ وَّسُعُرٍۘ ٤٧
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-muj'rimīna
- ٱلْمُجْرِمِينَ
- suçlular
- fī
- فِى
- içindedir
- ḍalālin
- ضَلَٰلٍ
- bir sapıklık
- wasuʿurin
- وَسُعُرٍ
- ve çılgınlık
Doğrusu suçlular sapıklık ve çılgınlık içindedirler. ([54] Kamer: 47)Tefsir
48
يَوْمَ يُسْحَبُوْنَ فِى النَّارِ عَلٰى وُجُوْهِهِمْۗ ذُوْقُوْا مَسَّ سَقَرَ ٤٨
- yawma
- يَوْمَ
- o gün
- yus'ḥabūna
- يُسْحَبُونَ
- sürüklenecekler
- fī
- فِى
- içine
- l-nāri
- ٱلنَّارِ
- ateş
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerine
- wujūhihim
- وُجُوهِهِمْ
- yüzleri
- dhūqū
- ذُوقُوا۟
- tadın
- massa
- مَسَّ
- dokunuşunu
- saqara
- سَقَرَ
- cehennemin
Ateşe yüzüstü sürüldükleri gün, onlara: "Cehennemin dokunan azabını tadın" denir. ([54] Kamer: 48)Tefsir
49
اِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنٰهُ بِقَدَرٍ ٤٩
- innā
- إِنَّا
- elbette biz
- kulla
- كُلَّ
- her
- shayin
- شَىْءٍ
- şeyi
- khalaqnāhu
- خَلَقْنَٰهُ
- yarattık
- biqadarin
- بِقَدَرٍ
- bir kadere göre
Şüphesiz Biz her şeyi bir ölçüye göre yaratmışızdır. ([54] Kamer: 49)Tefsir
50
وَمَآ اَمْرُنَآ اِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ ۢبِالْبَصَرِ ٥٠
- wamā
- وَمَآ
- ve yoktur
- amrunā
- أَمْرُنَآ
- bizim buyruğumuz
- illā
- إِلَّا
- dışında
- wāḥidatun
- وَٰحِدَةٌ
- bir tek
- kalamḥin
- كَلَمْحٍۭ
- göz açıp yumma gibi
- bil-baṣari
- بِٱلْبَصَرِ
- bakış ile
Bizim buyruğumuz bir göz kırpması gibi anidir. ([54] Kamer: 50)Tefsir