11
الَّذِيْنَ هُمْ فِيْ غَمْرَةٍ سَاهُوْنَۙ ١١
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- ki
- hum
- هُمْ
- onlar
- fī
- فِى
- içinde
- ghamratin
- غَمْرَةٍ
- aptallık
- sāhūna
- سَاهُونَ
- yanılıp durmaktadırlar
Yalancılığı itiyat edinenlerin, bilgisizliğe saplanıp kalanların canları çıksın! ([51] Zariyat: 11)Tefsir
12
يَسْـَٔلُوْنَ اَيَّانَ يَوْمُ الدِّيْنِۗ ١٢
- yasalūna
- يَسْـَٔلُونَ
- sorarlar
- ayyāna
- أَيَّانَ
- ne zaman?
- yawmu
- يَوْمُ
- günü
- l-dīni
- ٱلدِّينِ
- ceza
İşlerin karşılık göreceği günün zamanını sorarlar. ([51] Zariyat: 12)Tefsir
13
يَوْمَ هُمْ عَلَى النَّارِ يُفْتَنُوْنَ ١٣
- yawma
- يَوْمَ
- o gün
- hum
- هُمْ
- onlar
- ʿalā
- عَلَى
- üzerinde
- l-nāri
- ٱلنَّارِ
- ateş
- yuf'tanūna
- يُفْتَنُونَ
- yakılacaklardır
O, kendilerinin ateşte azap görecekleri gündür. ([51] Zariyat: 13)Tefsir
14
ذُوْقُوْا فِتْنَتَكُمْۗ هٰذَا الَّذِيْ كُنْتُمْ بِهٖ تَسْتَعْجِلُوْنَ ١٤
- dhūqū
- ذُوقُوا۟
- tadın
- fit'natakum
- فِتْنَتَكُمْ
- fitnenizi
- hādhā
- هَٰذَا
- budur işte
- alladhī
- ٱلَّذِى
- şey
- kuntum
- كُنتُم
- olduğunuz
- bihi
- بِهِۦ
- onu
- tastaʿjilūna
- تَسْتَعْجِلُونَ
- acele istiyor(lar)
Onlara: "Azabınızı tadın; işte acele beklediğiniz bu idi" denir. ([51] Zariyat: 14)Tefsir
15
اِنَّ الْمُتَّقِيْنَ فِيْ جَنّٰتٍ وَّعُيُوْنٍۙ ١٥
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-mutaqīna
- ٱلْمُتَّقِينَ
- muttakiler
- fī jannātin
- فِى جَنَّٰتٍ
- cennetlerdedir
- waʿuyūnin
- وَعُيُونٍ
- ve çeşme başlarındadırlar
Doğrusu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiğini almış olarak bahçelerde ve pınar başlarındadırlar. Çünkü onlar, bundan önce iyi davrananlardı. ([51] Zariyat: 15)Tefsir
16
اٰخِذِيْنَ مَآ اٰتٰىهُمْ رَبُّهُمْ ۗ اِنَّهُمْ كَانُوْا قَبْلَ ذٰلِكَ مُحْسِنِيْنَۗ ١٦
- ākhidhīna
- ءَاخِذِينَ
- alırlar
- mā
- مَآ
- şeyi
- ātāhum
- ءَاتَىٰهُمْ
- kendilerine verdiği
- rabbuhum
- رَبُّهُمْۚ
- Rablerinin
- innahum
- إِنَّهُمْ
- çünkü onlar
- kānū
- كَانُوا۟
- idiler
- qabla
- قَبْلَ
- önce
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- bundan
- muḥ'sinīna
- مُحْسِنِينَ
- güzel davranan
Doğrusu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiğini almış olarak bahçelerde ve pınar başlarındadırlar. Çünkü onlar, bundan önce iyi davrananlardı. ([51] Zariyat: 16)Tefsir
17
كَانُوْا قَلِيْلًا مِّنَ الَّيْلِ مَا يَهْجَعُوْنَ ١٧
- kānū
- كَانُوا۟
- idiler
- qalīlan
- قَلِيلًا
- pek az
- mina al-layli
- مِّنَ ٱلَّيْلِ
- geceleri
- mā yahjaʿūna
- مَا يَهْجَعُونَ
- uyuyor(lar)
Onlar, geceleri az uyuyanlardı. ([51] Zariyat: 17)Tefsir
18
وَبِالْاَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُوْنَ ١٨
- wabil-asḥāri
- وَبِٱلْأَسْحَارِ
- seherlerde
- hum
- هُمْ
- onlar
- yastaghfirūna
- يَسْتَغْفِرُونَ
- istiğfar ederlerdi
Seher vakitlerinde bağışlanma dilerlerdi. ([51] Zariyat: 18)Tefsir
19
وَفِيْٓ اَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِّلسَّاۤىِٕلِ وَالْمَحْرُوْمِ ١٩
- wafī
- وَفِىٓ
- vardı
- amwālihim
- أَمْوَٰلِهِمْ
- mallarında
- ḥaqqun
- حَقٌّ
- bir hak
- lilssāili
- لِّلسَّآئِلِ
- dilenci için
- wal-maḥrūmi
- وَٱلْمَحْرُومِ
- ve yoksul için
Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı, onu verirlerdi. ([51] Zariyat: 19)Tefsir
20
وَفِى الْاَرْضِ اٰيٰتٌ لِّلْمُوْقِنِيْنَۙ ٢٠
- wafī
- وَفِى
- ve vardır
- l-arḍi
- ٱلْأَرْضِ
- yeryüzünde
- āyātun
- ءَايَٰتٌ
- nice ibretler
- lil'mūqinīna
- لِّلْمُوقِنِينَ
- kesin inanacaklar için
Kesin olarak inananlara, yeryüzünde ve kendi içinizde Allah'ın varlığına nice deliller vardır; görmez misiniz? ([51] Zariyat: 20)Tefsir