وَاِذَا جَاۤءُوْكُمْ قَالُوْٓا اٰمَنَّا وَقَدْ دَّخَلُوْا بِالْكُفْرِ وَهُمْ قَدْ خَرَجُوْا بِهٖ ۗوَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا كَانُوْا يَكْتُمُوْنَ ٦١
- wa-idhā
- وَإِذَا
- ve zaman
- jāūkum
- جَآءُوكُمْ
- size geldikleri
- qālū
- قَالُوٓا۟
- derler ki
- āmannā
- ءَامَنَّا
- inandık
- waqad
- وَقَد
- oysa muhakkak
- dakhalū
- دَّخَلُوا۟
- girmişlerdir
- bil-kuf'ri
- بِٱلْكُفْرِ
- küfürle
- wahum
- وَهُمْ
- yine onlar
- qad
- قَدْ
- muhakkak
- kharajū
- خَرَجُوا۟
- çıkmışlardır
- bihi
- بِهِۦۚ
- onunla
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- aʿlamu
- أَعْلَمُ
- daha iyi bilir
- bimā
- بِمَا
- şeyleri
- kānū
- كَانُوا۟
- oldukları
- yaktumūna
- يَكْتُمُونَ
- gizliyor
Size geldiklerinde "İnandık" derler, oysa yanınıza inkarcı olarak girmiş ve yine inkarcı olarak çıkmışlardır. Gizlemekte olduklarını Allah daha iyi bilir. ([5] Maide: 61)Tefsir
وَتَرٰى كَثِيْرًا مِّنْهُمْ يُسَارِعُوْنَ فِى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۗ لَبِئْسَ مَا كَانُوْا يَعْمَلُوْنَ ٦٢
- watarā
- وَتَرَىٰ
- ve görürsün
- kathīran
- كَثِيرًا
- çoğunun
- min'hum
- مِّنْهُمْ
- onlardan
- yusāriʿūna
- يُسَٰرِعُونَ
- (birbirleriyle) yarıştıklarını
- fī l-ith'mi
- فِى ٱلْإِثْمِ
- günahta
- wal-ʿud'wāni
- وَٱلْعُدْوَٰنِ
- ve düşmanlıkta
- wa-aklihimu
- وَأَكْلِهِمُ
- ve yemede
- l-suḥ'ta
- ٱلسُّحْتَۚ
- haram
- labi'sa
- لَبِئْسَ
- ne kötüdür
- mā
- مَا
- şey
- kānū
- كَانُوا۟
- oldukları
- yaʿmalūna
- يَعْمَلُونَ
- yapmakta
Onlardan çoğunun günaha, haksızlığa ve haram yemeğe koşuştuklarını görürsün. Yaptıkları ne kötüdür! ([5] Maide: 62)Tefsir
لَوْلَا يَنْهٰىهُمُ الرَّبَّانِيُّوْنَ وَالْاَحْبَارُ عَنْ قَوْلِهِمُ الْاِثْمَ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۗ لَبِئْسَ مَا كَانُوْا يَصْنَعُوْنَ ٦٣
- lawlā
- لَوْلَا
- gerekmez miydi?
- yanhāhumu
- يَنْهَىٰهُمُ
- menetmeleri
- l-rabāniyūna
- ٱلرَّبَّٰنِيُّونَ
- Rabbanilerin
- wal-aḥbāru
- وَٱلْأَحْبَارُ
- ve hahamların
- ʿan qawlihimu
- عَن قَوْلِهِمُ
- onlarıv sözlerini
- l-ith'ma
- ٱلْإِثْمَ
- günah
- wa-aklihimu
- وَأَكْلِهِمُ
- ve yemelerini;
- l-suḥ'ta
- ٱلسُّحْتَۚ
- haram
- labi'sa
- لَبِئْسَ
- ne kötüdür
- mā
- مَا
- şey
- kānū
- كَانُوا۟
- oldukları
- yaṣnaʿūna
- يَصْنَعُونَ
- yapmakta
Rabbe kul olanlar ve bilginlerin onlara günah söz söylemeyi ve haram yemeyi yasak etmeleri gerekmez miydi? Yapmakta oldukları ne kötüdür! ([5] Maide: 63)Tefsir
وَقَالَتِ الْيَهُوْدُ يَدُ اللّٰهِ مَغْلُوْلَةٌ ۗغُلَّتْ اَيْدِيْهِمْ وَلُعِنُوْا بِمَا قَالُوْا ۘ بَلْ يَدٰهُ مَبْسُوْطَتٰنِۙ يُنْفِقُ كَيْفَ يَشَاۤءُۗ وَلَيَزِيْدَنَّ كَثِيْرًا مِّنْهُمْ مَّآ اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَّبِّكَ طُغْيَانًا وَّكُفْرًاۗ وَاَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاۤءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۗ كُلَّمَآ اَوْقَدُوْا نَارًا لِّلْحَرْبِ اَطْفَاَهَا اللّٰهُ ۙوَيَسْعَوْنَ فِى الْاَرْضِ فَسَادًاۗ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِيْنَ ٦٤
- waqālati
- وَقَالَتِ
- ve dediler
- l-yahūdu
- ٱلْيَهُودُ
- yahudiler
- yadu
- يَدُ
- eli
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- maghlūlatun
- مَغْلُولَةٌۚ
- bağlıdır
- ghullat
- غُلَّتْ
- bağlandı
- aydīhim
- أَيْدِيهِمْ
- kendi elleri
- waluʿinū
- وَلُعِنُوا۟
- ve la'netlendiler
- bimā
- بِمَا
- ötürü
- qālū
- قَالُواۘ
- söylediklerinden
- bal
- بَلْ
- hayır
- yadāhu
- يَدَاهُ
- O'nun iki eli de
- mabsūṭatāni
- مَبْسُوطَتَانِ
- açıktır
- yunfiqu
- يُنفِقُ
- verir
- kayfa
- كَيْفَ
- nasıl
- yashāu
- يَشَآءُۚ
- diliyorsa
- walayazīdanna
- وَلَيَزِيدَنَّ
- ve andolsun artıracaktır
- kathīran
- كَثِيرًا
- çoğunun
- min'hum
- مِّنْهُم
- onların
- mā
- مَّآ
- şeye
- unzila
- أُنزِلَ
- indirilen
- ilayka
- إِلَيْكَ
- sana
- min rabbika
- مِن رَّبِّكَ
- Rabbinden
- ṭugh'yānan
- طُغْيَٰنًا
- azgınlığını
- wakuf'ran
- وَكُفْرًاۚ
- ve küfrünü
- wa-alqaynā
- وَأَلْقَيْنَا
- biz atmışızdır
- baynahumu
- بَيْنَهُمُ
- onların aralarına
- l-ʿadāwata
- ٱلْعَدَٰوَةَ
- düşmanlık
- wal-baghḍāa
- وَٱلْبَغْضَآءَ
- ve kin
- ilā
- إِلَىٰ
- kadar
- yawmi
- يَوْمِ
- gününe
- l-qiyāmati
- ٱلْقِيَٰمَةِۚ
- kıyamet
- kullamā
- كُلَّمَآ
- ne zaman
- awqadū
- أَوْقَدُوا۟
- yakmışlarsa
- nāran
- نَارًا
- bir ateş
- lil'ḥarbi
- لِّلْحَرْبِ
- savaş için
- aṭfa-ahā
- أَطْفَأَهَا
- onu söndürmüştür
- l-lahu
- ٱللَّهُۚ
- Allah
- wayasʿawna
- وَيَسْعَوْنَ
- ve koşarlar
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِ
- yeryüzünde
- fasādan
- فَسَادًاۚ
- bozgunculuğa
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah da
- lā yuḥibbu
- لَا يُحِبُّ
- sevmez
- l-muf'sidīna
- ٱلْمُفْسِدِينَ
- bozguncuları
Yahudiler, "Allah'ın eli sıkıdır" dediler; dediklerinden ötürü elleri bağlandı, lanetlendiler. Hayır, O'nun iki eli de açıktır, nasıl dilerse sarfeder. And olsun ki, sana Rabbinden indirilen sözler onların çoğunun azgınlığını ve inkarını artıracaktır. Onların arasına kıyamete kadar sürecek düşmanlık ve kin saldık. Savaş ateşini ne zaman körükleseler Allah onu söndürmüştür. Yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Allah bozguncuları sevmez. ([5] Maide: 64)Tefsir
وَلَوْ اَنَّ اَهْلَ الْكِتٰبِ اٰمَنُوْا وَاتَّقَوْا لَكَفَّرْنَا عَنْهُمْ سَيِّاٰتِهِمْ وَلَاَدْخَلْنٰهُمْ جَنّٰتِ النَّعِيْمِ ٦٥
- walaw
- وَلَوْ
- eğer
- anna
- أَنَّ
- ki
- ahla
- أَهْلَ
- ehli
- l-kitābi
- ٱلْكِتَٰبِ
- Kitap
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- inansalardı
- wa-ittaqaw
- وَٱتَّقَوْا۟
- ve korunsalardı
- lakaffarnā
- لَكَفَّرْنَا
- örterdik
- ʿanhum
- عَنْهُمْ
- onların
- sayyiātihim
- سَيِّـَٔاتِهِمْ
- kötülüklerini
- wala-adkhalnāhum
- وَلَأَدْخَلْنَٰهُمْ
- ve onları sokardık
- jannāti
- جَنَّٰتِ
- cennetlere
- l-naʿīmi
- ٱلنَّعِيمِ
- ni'meti bol
Şayet kitap ehli inanıp karşı gelmekten sakınsalardı, kötülüklerini örterdik ve onları nimet cennetlerine koyardık. ([5] Maide: 65)Tefsir
وَلَوْ اَنَّهُمْ اَقَامُوا التَّوْرٰىةَ وَالْاِنْجِيْلَ وَمَآ اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ مِّنْ رَّبِّهِمْ لَاَكَلُوْا مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْۗ مِنْهُمْ اُمَّةٌ مُّقْتَصِدَةٌ ۗ وَكَثِيْرٌ مِّنْهُمْ سَاۤءَ مَا يَعْمَلُوْنَ ࣖ ٦٦
- walaw
- وَلَوْ
- ve eğer
- annahum
- أَنَّهُمْ
- onlar
- aqāmū
- أَقَامُوا۟
- gereğince uygulasalardı
- l-tawrāta
- ٱلتَّوْرَىٰةَ
- Tevrat'ı
- wal-injīla
- وَٱلْإِنجِيلَ
- ve İncil'i
- wamā
- وَمَآ
- ve ne ki
- unzila
- أُنزِلَ
- indirildi
- ilayhim
- إِلَيْهِم
- kendilerine
- min rabbihim
- مِّن رَّبِّهِمْ
- Rablerinden
- la-akalū
- لَأَكَلُوا۟
- muhakkak ki yerlerdi
- min fawqihim
- مِن فَوْقِهِمْ
- üstlerinden
- wamin
- وَمِن
- ve
- taḥti
- تَحْتِ
- altından
- arjulihim
- أَرْجُلِهِمۚ
- ayaklarının
- min'hum
- مِّنْهُمْ
- içlerinde vardır
- ummatun
- أُمَّةٌ
- bir ümmet
- muq'taṣidatun
- مُّقْتَصِدَةٌۖ
- tutumlu
- wakathīrun
- وَكَثِيرٌ
- ama çoğu
- min'hum
- مِّنْهُمْ
- onlardan
- sāa
- سَآءَ
- ne kötü
- mā
- مَا
- işler
- yaʿmalūna
- يَعْمَلُونَ
- yapıyorlar
Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rablerinden kendilerine indirilen Kuran'ı gereğince uygulasalardı, her yönden nimete ermiş olurlardı. İçlerinde orta yolu tutan bir zümre vardı, çoğunun işledikleri ise kötü idi. ([5] Maide: 66)Tefsir
۞ يٰٓاَيُّهَا الرَّسُوْلُ بَلِّغْ مَآ اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَّبِّكَ ۗوَاِنْ لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسٰلَتَهٗ ۗوَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِۗ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الْكٰفِرِيْنَ ٦٧
- yāayyuhā
- يَٰٓأَيُّهَا
- Ey
- l-rasūlu
- ٱلرَّسُولُ
- Elçi
- balligh
- بَلِّغْ
- duyur
- mā
- مَآ
- şeyi
- unzila
- أُنزِلَ
- indirilen
- ilayka
- إِلَيْكَ
- sana
- min rabbika
- مِن رَّبِّكَۖ
- Rabbinden
- wa-in
- وَإِن
- ve eğer
- lam tafʿal
- لَّمْ تَفْعَلْ
- bunu yapmazsan
- famā ballaghta
- فَمَا بَلَّغْتَ
- duyurmamış olursun
- risālatahu
- رِسَالَتَهُۥۚ
- O'nun mesajını
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- yaʿṣimuka
- يَعْصِمُكَ
- seni korur
- mina l-nāsi
- مِنَ ٱلنَّاسِۗ
- insanlardan
- inna
- إِنَّ
- doğrusu
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- lā yahdī
- لَا يَهْدِى
- yola iletmez
- l-qawma
- ٱلْقَوْمَ
- toplumunu
- l-kāfirīna
- ٱلْكَٰفِرِينَ
- kafirler
Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kafirlere yol göstermez. ([5] Maide: 67)Tefsir
قُلْ يٰٓاَهْلَ الْكِتٰبِ لَسْتُمْ عَلٰى شَيْءٍ حَتّٰى تُقِيْمُوا التَّوْرٰىةَ وَالْاِنْجِيْلَ وَمَآ اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِّنْ رَّبِّكُمْ ۗوَلَيَزِيْدَنَّ كَثِيْرًا مِّنْهُمْ مَّآ اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَّبِّكَ طُغْيَانًا وَّكُفْرًاۚ فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْكٰفِرِيْنَ ٦٨
- qul
- قُلْ
- de ki
- yāahla
- يَٰٓأَهْلَ
- Ey ehli
- l-kitābi
- ٱلْكِتَٰبِ
- Kitap
- lastum
- لَسْتُمْ
- siz değilsiniz
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerinde
- shayin
- شَىْءٍ
- bir şey (esas)
- ḥattā
- حَتَّىٰ
- kadar
- tuqīmū
- تُقِيمُوا۟
- uygulayıncaya
- l-tawrāta
- ٱلتَّوْرَىٰةَ
- Tevrat'ı
- wal-injīla
- وَٱلْإِنجِيلَ
- ve İncil'i
- wamā
- وَمَآ
- ve şeyi
- unzila
- أُنزِلَ
- indirilen
- ilaykum
- إِلَيْكُم
- size
- min rabbikum
- مِّن رَّبِّكُمْۗ
- Rabbi'nizden
- walayazīdanna
- وَلَيَزِيدَنَّ
- ve artıracaktır
- kathīran
- كَثِيرًا
- çoğunun
- min'hum
- مِّنْهُم
- onlardan
- mā
- مَّآ
- şey
- unzila
- أُنزِلَ
- indirilen
- ilayka
- إِلَيْكَ
- sana
- min rabbika
- مِن رَّبِّكَ
- Rabbinden
- ṭugh'yānan
- طُغْيَٰنًا
- azgınlık
- wakuf'ran
- وَكُفْرًاۖ
- ve inkarını
- falā tasa
- فَلَا تَأْسَ
- sen üzülme
- ʿalā
- عَلَى
- için
- l-qawmi
- ٱلْقَوْمِ
- toplumu
- l-kāfirīna
- ٱلْكَٰفِرِينَ
- o kafirler
"Ey Kitap ehli! Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni gereğince uygulamadıkça bir temeliniz olmaz" de. And olsun ki Rabbinden sana indirilen, Kuran, onlardan çoğunun azgınlık ve küfrünü artırır. Öyleyse kafirler için tasalanma. ([5] Maide: 68)Tefsir
اِنَّ الَّذِيْنَ اٰمَنُوْا وَالَّذِيْنَ هَادُوْا وَالصَّابِـُٔوْنَ وَالنَّصٰرٰى مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُوْنَ ٦٩
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- inanan(lar)
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- ve kimseler
- hādū
- هَادُوا۟
- yahudiler(den)
- wal-ṣābiūna
- وَٱلصَّٰبِـُٔونَ
- ve sabiiler(den)
- wal-naṣārā
- وَٱلنَّصَٰرَىٰ
- ve hıristiyanlar(dan)
- man
- مَنْ
- kimseler
- āmana
- ءَامَنَ
- inanan
- bil-lahi
- بِٱللَّهِ
- Allah'a
- wal-yawmi
- وَٱلْيَوْمِ
- ve gününe
- l-ākhiri
- ٱلْءَاخِرِ
- ahiret
- waʿamila
- وَعَمِلَ
- ve yapanlara
- ṣāliḥan
- صَٰلِحًا
- iyi işler
- falā
- فَلَا
- yoktur
- khawfun
- خَوْفٌ
- korku
- ʿalayhim
- عَلَيْهِمْ
- onlara
- walā
- وَلَا
- ve yoktur
- hum
- هُمْ
- onlara
- yaḥzanūna
- يَحْزَنُونَ
- üzüntü
Doğrusu inananlar, yahudiler, sabiiler ve hıristiyanlardan Allah'a ve ahiret gününe inanan, yararlı iş yapan kimselere korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir. ([5] Maide: 69)Tefsir
لَقَدْ اَخَذْنَا مِيْثَاقَ بَنِيْٓ اِسْرَاۤءِيْلَ وَاَرْسَلْنَآ اِلَيْهِمْ رُسُلًا ۗ كُلَّمَا جَاۤءَهُمْ رَسُوْلٌۢ بِمَا لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُهُمْۙ فَرِيْقًا كَذَّبُوْا وَفَرِيْقًا يَّقْتُلُوْنَ ٧٠
- laqad
- لَقَدْ
- andolsun
- akhadhnā
- أَخَذْنَا
- biz almıştık
- mīthāqa
- مِيثَٰقَ
- söz
- banī
- بَنِىٓ
- oğullarından
- is'rāīla
- إِسْرَٰٓءِيلَ
- İsrail
- wa-arsalnā
- وَأَرْسَلْنَآ
- ve göndermiştik
- ilayhim
- إِلَيْهِمْ
- onlara
- rusulan
- رُسُلًاۖ
- elçiler
- kullamā
- كُلَّمَا
- ne zaman
- jāahum
- جَآءَهُمْ
- onlara getirdiyse
- rasūlun
- رَسُولٌۢ
- bir elçi
- bimā
- بِمَا
- bir şey
- lā tahwā
- لَا تَهْوَىٰٓ
- istemediği
- anfusuhum
- أَنفُسُهُمْ
- canlarının
- farīqan
- فَرِيقًا
- bir kısmını
- kadhabū
- كَذَّبُوا۟
- yalanladılar
- wafarīqan
- وَفَرِيقًا
- ve bir kısmını da
- yaqtulūna
- يَقْتُلُونَ
- öldürüyorlardı
And olsun ki İsrailoğullarından söz aldık ve onlara peygamberler gönderdik. Nefislerinin hoşlanmadığı bir şeyle onlara her peygamber gelişte, bir kısmını yalanlarlar ve bir kısmını da öldürürlerdi. ([5] Maide: 70)Tefsir