فَبَعَثَ اللّٰهُ غُرَابًا يَّبْحَثُ فِى الْاَرْضِ لِيُرِيَهٗ كَيْفَ يُوَارِيْ سَوْءَةَ اَخِيْهِ ۗ قَالَ يٰوَيْلَتٰٓى اَعَجَزْتُ اَنْ اَكُوْنَ مِثْلَ هٰذَا الْغُرَابِ فَاُوَارِيَ سَوْءَةَ اَخِيْۚ فَاَصْبَحَ مِنَ النّٰدِمِيْنَ ۛ ٣١
- fabaʿatha
- فَبَعَثَ
- derken gönderdi
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- ghurāban
- غُرَابًا
- bir karga
- yabḥathu
- يَبْحَثُ
- eşeleyen
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِ
- yeri
- liyuriyahu
- لِيُرِيَهُۥ
- ona göstermek için
- kayfa
- كَيْفَ
- nasıl
- yuwārī
- يُوَٰرِى
- gömeceğini
- sawata
- سَوْءَةَ
- cesedini
- akhīhi
- أَخِيهِۚ
- kardeşinin
- qāla
- قَالَ
- dedi
- yāwaylatā
- يَٰوَيْلَتَىٰٓ
- ey! yazık bana
- aʿajaztu
- أَعَجَزْتُ
- aciz miyim
- an akūna
- أَنْ أَكُونَ
- ben olmaya
- mith'la
- مِثْلَ
- gibi
- hādhā
- هَٰذَا
- şu
- l-ghurābi
- ٱلْغُرَابِ
- karga
- fa-uwāriya
- فَأُوَٰرِىَ
- gömmekten
- sawata
- سَوْءَةَ
- cesedini
- akhī
- أَخِىۖ
- kardeşimin
- fa-aṣbaḥa
- فَأَصْبَحَ
- ve oldu
- mina l-nādimīna
- مِنَ ٱلنَّٰدِمِينَ
- pişman olanlardan
Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek üzere, ona yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ölüsünü örtmek için bu karga kadar olmaktan aciz kaldım" dedi de ettiğine yananlardan oldu. ([5] Maide: 31)Tefsir
مِنْ اَجْلِ ذٰلِكَ ۛ كَتَبْنَا عَلٰى بَنِيْٓ اِسْرَاۤءِيْلَ اَنَّهٗ مَنْ قَتَلَ نَفْسًاۢ بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِى الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيْعًاۗ وَمَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَآ اَحْيَا النَّاسَ جَمِيْعًا ۗوَلَقَدْ جَاۤءَتْهُمْ رُسُلُنَا بِالْبَيِّنٰتِ ثُمَّ اِنَّ كَثِيْرًا مِّنْهُمْ بَعْدَ ذٰلِكَ فِى الْاَرْضِ لَمُسْرِفُوْنَ ٣٢
- min ajli
- مِنْ أَجْلِ
- sebeple
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- işte bu
- katabnā
- كَتَبْنَا
- yazdık
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerine
- banī
- بَنِىٓ
- oğullarına
- is'rāīla
- إِسْرَٰٓءِيلَ
- İsrail
- annahu
- أَنَّهُۥ
- şüphesiz
- man
- مَن
- kim
- qatala
- قَتَلَ
- öldürürse
- nafsan
- نَفْسًۢا
- bir canı
- bighayri
- بِغَيْرِ
- olmaksızın
- nafsin
- نَفْسٍ
- bir cana karşılık
- aw
- أَوْ
- ya da
- fasādin
- فَسَادٍ
- bozgunculuğa karşı
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِ
- yeryüzünde
- faka-annamā
- فَكَأَنَّمَا
- sanki gibidir
- qatala
- قَتَلَ
- öldürmüş
- l-nāsa
- ٱلنَّاسَ
- insanları
- jamīʿan
- جَمِيعًا
- bütün
- waman
- وَمَنْ
- ve kim de
- aḥyāhā
- أَحْيَاهَا
- onu yaşatırsa
- faka-annamā
- فَكَأَنَّمَآ
- gibi olur
- aḥyā
- أَحْيَا
- yaşatmış
- l-nāsa
- ٱلنَّاسَ
- insanları
- jamīʿan
- جَمِيعًاۚ
- bütün
- walaqad
- وَلَقَدْ
- ve andolsun
- jāathum
- جَآءَتْهُمْ
- onlara getirdiler
- rusulunā
- رُسُلُنَا
- elçilerimiz
- bil-bayināti
- بِٱلْبَيِّنَٰتِ
- açık deliller
- thumma
- ثُمَّ
- ama
- inna
- إِنَّ
- muhakkak
- kathīran
- كَثِيرًا
- çoğu
- min'hum
- مِّنْهُم
- onlardan
- baʿda
- بَعْدَ
- sonra da
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- bundan
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِ
- yeryüzünde
- lamus'rifūna
- لَمُسْرِفُونَ
- israf etmektedirler
Bunun için İsrailoğullarına şöyle yazdık: "Kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu diriltirse (ölümden kurtarırsa) bütün insanları diriltmiş gibi olur". And olsun ki, onlara belgelerle peygamberlerimiz geldi, sonra buna rağmen, onların çoğu yeryüzünde taşkınlık edenler oldu. ([5] Maide: 32)Tefsir
اِنَّمَا جَزٰۤؤُا الَّذِيْنَ يُحَارِبُوْنَ اللّٰهَ وَرَسُوْلَهٗ وَيَسْعَوْنَ فِى الْاَرْضِ فَسَادًا اَنْ يُّقَتَّلُوْٓا اَوْ يُصَلَّبُوْٓا اَوْ تُقَطَّعَ اَيْدِيْهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ مِّنْ خِلَافٍ اَوْ يُنْفَوْا مِنَ الْاَرْضِۗ ذٰلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِى الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِى الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيْمٌ ٣٣
- innamā
- إِنَّمَا
- şüphesiz
- jazāu
- جَزَٰٓؤُا۟
- cezası
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselerin
- yuḥāribūna
- يُحَارِبُونَ
- savaşanların;
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- warasūlahu
- وَرَسُولَهُۥ
- ve elçisiyle
- wayasʿawna
- وَيَسْعَوْنَ
- ve çalışanların
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِ
- yeryüzünde
- fasādan
- فَسَادًا
- bozgunculuk yapmağa
- an yuqattalū
- أَن يُقَتَّلُوٓا۟
- öldürülmeleri
- aw
- أَوْ
- veya
- yuṣallabū
- يُصَلَّبُوٓا۟
- asılmaları
- aw
- أَوْ
- yada
- tuqaṭṭaʿa
- تُقَطَّعَ
- kesilmesi
- aydīhim
- أَيْدِيهِمْ
- ellerinin
- wa-arjuluhum
- وَأَرْجُلُهُم
- ve ayaklarının
- min khilāfin
- مِّنْ خِلَٰفٍ
- çapraz
- aw
- أَوْ
- veya
- yunfaw
- يُنفَوْا۟
- sürülmeleridir
- mina l-arḍi
- مِنَ ٱلْأَرْضِۚ
- bulundukları yerden
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- bu
- lahum
- لَهُمْ
- onlar için
- khiz'yun
- خِزْىٌ
- bir rezilliktir
- fī l-dun'yā
- فِى ٱلدُّنْيَاۖ
- dünyada
- walahum
- وَلَهُمْ
- onlara vardır
- fī l-ākhirati
- فِى ٱلْءَاخِرَةِ
- Âhirette ise
- ʿadhābun
- عَذَابٌ
- bir azab
- ʿaẓīmun
- عَظِيمٌ
- büyük
Allah ve Peygamberiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara ahirette büyük azab vardır. ([5] Maide: 33)Tefsir
اِلَّا الَّذِيْنَ تَابُوْا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَقْدِرُوْا عَلَيْهِمْۚ فَاعْلَمُوْٓا اَنَّ اللّٰهَ غَفُوْرٌ رَّحِيْمٌ ࣖ ٣٤
- illā
- إِلَّا
- hariç
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- tābū
- تَابُوا۟
- tevbe eden(ler)
- min qabli
- مِن قَبْلِ
- önce
- an taqdirū
- أَن تَقْدِرُوا۟
- ele geçirmenizden
- ʿalayhim
- عَلَيْهِمْۖ
- onları
- fa-iʿ'lamū
- فَٱعْلَمُوٓا۟
- bilin ki
- anna
- أَنَّ
- muhakkak
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- ghafūrun
- غَفُورٌ
- bağışlayandır
- raḥīmun
- رَّحِيمٌ
- esirgeyendir
Ancak, onları yakalamanızdan önce tevbe edenler bunun dışındadır. Biliniz ki Allah, bağışlar ve merhamet eder. ([5] Maide: 34)Tefsir
يٰٓاَيُّهَا الَّذِيْنَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُوْٓا اِلَيْهِ الْوَسِيْلَةَ وَجَاهِدُوْا فِيْ سَبِيْلِهٖ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُوْنَ ٣٥
- yāayyuhā
- يَٰٓأَيُّهَا
- Ey
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- inanan(lar)
- ittaqū
- ٱتَّقُوا۟
- korkun
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'tan
- wa-ib'taghū
- وَٱبْتَغُوٓا۟
- ve arayın
- ilayhi
- إِلَيْهِ
- O'na
- l-wasīlata
- ٱلْوَسِيلَةَ
- yol
- wajāhidū
- وَجَٰهِدُوا۟
- ve cihadedin
- fī sabīlihi
- فِى سَبِيلِهِۦ
- O'nun yolunda
- laʿallakum
- لَعَلَّكُمْ
- umulur ki
- tuf'liḥūna
- تُفْلِحُونَ
- kurtuluşa erersiniz
Ey İnananlar! Allah'tan sakının, O'na ulaşmaya yol arayın, yolunda cihad edin ki kurtulasınız. ([5] Maide: 35)Tefsir
اِنَّ الَّذِيْنَ كَفَرُوْا لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَّا فِى الْاَرْضِ جَمِيْعًا وَّمِثْلَهٗ مَعَهٗ لِيَفْتَدُوْا بِهٖ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْ ۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَلِيْمٌ ٣٦
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- inkar eden(ler)
- law
- لَوْ
- eğer
- anna
- أَنَّ
- şüphesiz
- lahum
- لَهُم
- kendilerinin olsa
- mā
- مَّا
- olanların
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِ
- yeryüzünde
- jamīʿan
- جَمِيعًا
- hepsi
- wamith'lahu
- وَمِثْلَهُۥ
- ve onun bir katı daha
- maʿahu
- مَعَهُۥ
- onunla beraber
- liyaftadū
- لِيَفْتَدُوا۟
- fidye verseler
- bihi
- بِهِۦ
- onu
- min ʿadhābi
- مِنْ عَذَابِ
- azabına karşılık
- yawmi
- يَوْمِ
- gününün
- l-qiyāmati
- ٱلْقِيَٰمَةِ
- kıyamet
- mā tuqubbila
- مَا تُقُبِّلَ
- kabul edilmez
- min'hum
- مِنْهُمْۖ
- kendilerinden
- walahum
- وَلَهُمْ
- ve onlar için vardır
- ʿadhābun
- عَذَابٌ
- bir azab
- alīmun
- أَلِيمٌ
- acıklı
Doğrusu, yeryüzünde olan bütün şeyler ve onların bir katı daha kafirlerin olsa da, kıyamet gününün azabından kurtulmak için fidye verseler kabul edilmez. Onlara elem verici azab vardır. ([5] Maide: 36)Tefsir
يُرِيْدُوْنَ اَنْ يَّخْرُجُوْا مِنَ النَّارِ وَمَا هُمْ بِخَارِجِيْنَ مِنْهَا ۖوَلَهُمْ عَذَابٌ مُّقِيمٌ ٣٧
- yurīdūna
- يُرِيدُونَ
- isterler
- an yakhrujū
- أَن يَخْرُجُوا۟
- çıkmak
- mina l-nāri
- مِنَ ٱلنَّارِ
- ateşten
- wamā
- وَمَا
- ve değillerdir
- hum
- هُم
- onlar
- bikhārijīna
- بِخَٰرِجِينَ
- çıkacak
- min'hā
- مِنْهَاۖ
- oradan
- walahum
- وَلَهُمْ
- ve onlar için vardır
- ʿadhābun
- عَذَابٌ
- bir azab
- muqīmun
- مُّقِيمٌ
- sürekli
Ateşten çıkmak isterler, çıkamazlar. Onlara sürekli azab vardır. ([5] Maide: 37)Tefsir
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُوْٓا اَيْدِيَهُمَا جَزَاۤءًۢ بِمَا كَسَبَا نَكَالًا مِّنَ اللّٰهِ ۗوَاللّٰهُ عَزِيْزٌ حَكِيْمٌ ٣٨
- wal-sāriqu
- وَٱلسَّارِقُ
- ve hırsızlık eden erkeğin
- wal-sāriqatu
- وَٱلسَّارِقَةُ
- ve hırsızlık eden kadının
- fa-iq'ṭaʿū
- فَٱقْطَعُوٓا۟
- kesin
- aydiyahumā
- أَيْدِيَهُمَا
- ellerini
- jazāan
- جَزَآءًۢ
- bir ceza olarak
- bimā
- بِمَا
- karşılık
- kasabā
- كَسَبَا
- yaptıklarına
- nakālan
- نَكَٰلًا
- ibret verici
- mina l-lahi
- مِّنَ ٱللَّهِۗ
- Allahtan
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- ve Allah
- ʿazīzun
- عَزِيزٌ
- daima üstündür
- ḥakīmun
- حَكِيمٌ
- hüküm ve hikmet sahibidir
Erkek hırsız ve kadın hırsızın, yaptıklarından ötürü Allah tarafından ibret verici bir ceza olarak, ellerini kesin. Allah Güçlü'dür, Hakim'dir. ([5] Maide: 38)Tefsir
فَمَنْ تَابَ مِنْۢ بَعْدِ ظُلْمِهٖ وَاَصْلَحَ فَاِنَّ اللّٰهَ يَتُوْبُ عَلَيْهِ ۗاِنَّ اللّٰهَ غَفُوْرٌ رَّحِيْمٌ ٣٩
- faman
- فَمَن
- kim
- tāba
- تَابَ
- tevbe eder
- min baʿdi
- مِنۢ بَعْدِ
- sonra
- ẓul'mihi
- ظُلْمِهِۦ
- yaptığı haksızlıktan
- wa-aṣlaḥa
- وَأَصْلَحَ
- ve uslanırsa
- fa-inna
- فَإِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- yatūbu
- يَتُوبُ
- tevbesini kabul eder
- ʿalayhi
- عَلَيْهِۗ
- onun
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- ghafūrun
- غَفُورٌ
- bağışlayan
- raḥīmun
- رَّحِيمٌ
- acıyandır
Ettiği zulümden sonra tevbe edip düzelen kimse, bilsin ki Allah onun tevbesini kabul eder. Allah şüphesiz Bağışlayan'dır, merhametli olandır. ([5] Maide: 39)Tefsir
اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهٗ مُلْكُ السَّمٰوٰتِ وَالْاَرْضِۗ يُعَذِّبُ مَنْ يَّشَاۤءُ وَيَغْفِرُ لِمَنْ يَّشَاۤءُ ۗوَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيْرٌ ٤٠
- alam taʿlam
- أَلَمْ تَعْلَمْ
- bilmez misin ki
- anna
- أَنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'a
- lahu
- لَهُۥ
- aittir
- mul'ku
- مُلْكُ
- mülkü
- l-samāwāti
- ٱلسَّمَٰوَٰتِ
- göklerin
- wal-arḍi
- وَٱلْأَرْضِ
- ve yerin
- yuʿadhibu
- يُعَذِّبُ
- azabeder
- man
- مَن
- kimseye
- yashāu
- يَشَآءُ
- dilediği
- wayaghfiru
- وَيَغْفِرُ
- ve bağışlar
- liman
- لِمَن
- kimseyi
- yashāu
- يَشَآءُۗ
- dilediği
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerine
- kulli
- كُلِّ
- her
- shayin
- شَىْءٍ
- şey
- qadīrun
- قَدِيرٌ
- kadirdir
Göklerin ve yerin hükümranlığının Allah'ın olduğunu bilmiyor musun? Dilediğine azabeder, dilediğini bağışlar. Allah her şeye Kadir'dir. ([5] Maide: 40)Tefsir