وَّاُخْرٰى لَمْ تَقْدِرُوْا عَلَيْهَا قَدْ اَحَاطَ اللّٰهُ بِهَا ۗوَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيْرًا ٢١
- wa-ukh'rā
- وَأُخْرَىٰ
- ve başka (şeyler)
- lam taqdirū
- لَمْ تَقْدِرُوا۟
- henüz ele geçiremediniz
- ʿalayhā
- عَلَيْهَا
- onları
- qad
- قَدْ
- fakat
- aḥāṭa
- أَحَاطَ
- kuşatmıştır
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- bihā
- بِهَاۚ
- onları
- wakāna
- وَكَانَ
- ve
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerine
- kulli
- كُلِّ
- her
- shayin
- شَىْءٍ
- şey
- qadīran
- قَدِيرًا
- kadirdir
Bundan başka, sizin gücünüzün yetmediği fakat Allah'ın sizin için sakladığı ganimetler de vardır. Allah her şeye Kadir olandır. ([48] Fetih: 21)Tefsir
وَلَوْ قَاتَلَكُمُ الَّذِيْنَ كَفَرُوْا لَوَلَّوُا الْاَدْبَارَ ثُمَّ لَا يَجِدُوْنَ وَلِيًّا وَّلَا نَصِيْرًا ٢٢
- walaw
- وَلَوْ
- ve eğer
- qātalakumu
- قَٰتَلَكُمُ
- sizinle savaşsalardı
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- inkar eden(ler)
- lawallawū
- لَوَلَّوُا۟
- dön(üp kaç)arlardı
- l-adbāra
- ٱلْأَدْبَٰرَ
- arkalarına
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- lā yajidūna
- لَا يَجِدُونَ
- bulamazlardı
- waliyyan
- وَلِيًّا
- bir koruyucu
- walā
- وَلَا
- ne de
- naṣīran
- نَصِيرًا
- bir yardımcı
İnkar edenler sizinle savaşsalardı yüzgeri döneceklerdi. Sonra bir dost ve yardımcı da bulamayacaklardı. ([48] Fetih: 22)Tefsir
سُنَّةَ اللّٰهِ الَّتِيْ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلُ ۖوَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللّٰهِ تَبْدِيْلًا ٢٣
- sunnata
- سُنَّةَ
- sünnetidir (yasasadır)
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- allatī
- ٱلَّتِى
- öyle ki
- qad khalat
- قَدْ خَلَتْ
- süregelir
- min qablu
- مِن قَبْلُۖ
- ötedenberi
- walan
- وَلَن
- ve asla
- tajida
- تَجِدَ
- bulamazsın
- lisunnati
- لِسُنَّةِ
- yasasında
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- tabdīlan
- تَبْدِيلًا
- bir değişme
Allah'ın önceden gelip geçmişlere uyguladığı yasası budur. Allah'ın yasasında değişme bulamazsın. ([48] Fetih: 23)Tefsir
وَهُوَ الَّذِيْ كَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْۢ بَعْدِ اَنْ اَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْ ۗوَكَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُوْنَ بَصِيْرًا ٢٤
- wahuwa
- وَهُوَ
- ve O'dur
- alladhī kaffa
- ٱلَّذِى كَفَّ
- çeken
- aydiyahum
- أَيْدِيَهُمْ
- onların ellerini
- ʿankum
- عَنكُمْ
- sizden
- wa-aydiyakum
- وَأَيْدِيَكُمْ
- ve sizin ellerinizi
- ʿanhum
- عَنْهُم
- onlardan
- bibaṭni
- بِبَطْنِ
- göbeğinde
- makkata
- مَكَّةَ
- Mekke'nin
- min baʿdi
- مِنۢ بَعْدِ
- sonra
- an aẓfarakum
- أَنْ أَظْفَرَكُمْ
- sizi galip getirdikten
- ʿalayhim
- عَلَيْهِمْۚ
- onlara
- wakāna
- وَكَانَ
- ve
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- bimā taʿmalūna
- بِمَا تَعْمَلُونَ
- yaptıklarınızı
- baṣīran
- بَصِيرًا
- görmektedir
Sizi onlara üstün kıldıktan sonra, Mekke bölgesinde, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan geri tutan, savaşı önleyen O'dur. Allah yaptıklarınızı görendir. ([48] Fetih: 24)Tefsir
هُمُ الَّذِيْنَ كَفَرُوْا وَصَدُّوْكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَالْهَدْيَ مَعْكُوْفًا اَنْ يَّبْلُغَ مَحِلَّهٗ ۚوَلَوْلَا رِجَالٌ مُّؤْمِنُوْنَ وَنِسَاۤءٌ مُّؤْمِنٰتٌ لَّمْ تَعْلَمُوْهُمْ اَنْ تَطَـُٔوْهُمْ فَتُصِيْبَكُمْ مِّنْهُمْ مَّعَرَّةٌ ۢبِغَيْرِ عِلْمٍ ۚ لِيُدْخِلَ اللّٰهُ فِيْ رَحْمَتِهٖ مَنْ يَّشَاۤءُۚ لَوْ تَزَيَّلُوْا لَعَذَّبْنَا الَّذِيْنَ كَفَرُوْا مِنْهُمْ عَذَابًا اَلِيْمًا ٢٥
- humu
- هُمُ
- onlar
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselerdir
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- inkar eden(lerdir)
- waṣaddūkum
- وَصَدُّوكُمْ
- ve size engel olanlardır
- ʿani
- عَنِ
- Mescid-i-dan
- l-masjidi l-ḥarāmi
- ٱلْمَسْجِدِ ٱلْحَرَامِ
- Mescid-i
- wal-hadya
- وَٱلْهَدْىَ
- ve kurbanlardan
- maʿkūfan
- مَعْكُوفًا
- bekletilen
- an yablugha
- أَن يَبْلُغَ
- varmasına
- maḥillahu
- مَحِلَّهُۥۚ
- yerlerine
- walawlā
- وَلَوْلَا
- eğer olmasaydı
- rijālun
- رِجَالٌ
- erkekler
- mu'minūna
- مُّؤْمِنُونَ
- inanmış
- wanisāon
- وَنِسَآءٌ
- ve kadınlar
- mu'minātun
- مُّؤْمِنَٰتٌ
- inanmış
- lam taʿlamūhum
- لَّمْ تَعْلَمُوهُمْ
- bilmeyerek
- an taṭaūhum
- أَن تَطَـُٔوهُمْ
- tepelediğiniz
- fatuṣībakum
- فَتُصِيبَكُم
- isabet edecek (olmasaydı)
- min'hum
- مِّنْهُم
- onlardan
- maʿarratun
- مَّعَرَّةٌۢ
- bir eziyet
- bighayri
- بِغَيْرِ
- olmadan
- ʿil'min
- عِلْمٍۖ
- bilginiz
- liyud'khila
- لِّيُدْخِلَ
- ki soksun
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- fī raḥmatihi
- فِى رَحْمَتِهِۦ
- rahmetine
- man
- مَن
- kimseyi
- yashāu
- يَشَآءُۚ
- dilediği
- law
- لَوْ
- şayet
- tazayyalū
- تَزَيَّلُوا۟
- ayrılmış olsalardı
- laʿadhabnā
- لَعَذَّبْنَا
- elbette azab ederdik
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseleri
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- inkar eden(leri)
- min'hum
- مِنْهُمْ
- onlardan
- ʿadhāban
- عَذَابًا
- bir azabla
- alīman
- أَلِيمًا
- acıklı
Onlar inkar edenlerdir, sizi Mescidi Haram'ı ziyaretten ve bağlı kurbanları yerlerine gitmekten alıkoyanlardır. Eğer, oradaki henüz tanımadığınız inanmış erkeklerle inanmış kadınları bilmeyerek ezmek suretiyle üzüntüye kapılmanız ihtimali olmasaydı Allah savaşı önlemezdi. Allah, dilediklerine rahmet etmek için böyle yapmıştır. Eğer inananlarla inkarcılar birbirinden ayrılmış olsalardı, inkar edenleri can yakıcı bir azaba uğratırdık. ([48] Fetih: 25)Tefsir
اِذْ جَعَلَ الَّذِيْنَ كَفَرُوْا فِيْ قُلُوْبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَكِيْنَتَهٗ عَلٰى رَسُوْلِهٖ وَعَلَى الْمُؤْمِنِيْنَ وَاَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوٰى وَكَانُوْٓا اَحَقَّ بِهَا وَاَهْلَهَا ۗوَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيْمًا ࣖ ٢٦
- idh
- إِذْ
- o zaman
- jaʿala
- جَعَلَ
- koymuşlardı
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- inkar eden(ler)
- fī qulūbihimu
- فِى قُلُوبِهِمُ
- kalblerine
- l-ḥamiyata
- ٱلْحَمِيَّةَ
- öfke ve gayreti
- ḥamiyyata
- حَمِيَّةَ
- öfke ve gayretini
- l-jāhiliyati
- ٱلْجَٰهِلِيَّةِ
- cahiliyye (çağının)
- fa-anzala
- فَأَنزَلَ
- ve indirdi
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- sakīnatahu
- سَكِينَتَهُۥ
- huzur ve güvenini
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerine
- rasūlihi
- رَسُولِهِۦ
- Elçisi
- waʿalā
- وَعَلَى
- ve üzerine
- l-mu'minīna
- ٱلْمُؤْمِنِينَ
- mü'minlere
- wa-alzamahum
- وَأَلْزَمَهُمْ
- ve onları bağladı
- kalimata
- كَلِمَةَ
- kelimesine
- l-taqwā
- ٱلتَّقْوَىٰ
- takva
- wakānū
- وَكَانُوٓا۟
- zaten onlar idiler
- aḥaqqa
- أَحَقَّ
- daha layık
- bihā
- بِهَا
- buna
- wa-ahlahā
- وَأَهْلَهَاۚ
- ve ehil
- wakāna
- وَكَانَ
- ve
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- bikulli
- بِكُلِّ
- her
- shayin
- شَىْءٍ
- şeyi
- ʿalīman
- عَلِيمًا
- bilendir
İnkar edenler, gönüllerindeki cahiliyye çağının asabiyet ateşini ateşlendirdiklerinde, Allah, Peygamberine ve inananlara huzur indirdi; onların takva sözünü tutmalarını sağladı. Onlar, bu söze layık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilmektedir. ([48] Fetih: 26)Tefsir
لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُوْلَهُ الرُّءْيَا بِالْحَقِّ ۚ لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ اِنْ شَاۤءَ اللّٰهُ اٰمِنِيْنَۙ مُحَلِّقِيْنَ رُءُوْسَكُمْ وَمُقَصِّرِيْنَۙ لَا تَخَافُوْنَ ۗفَعَلِمَ مَا لَمْ تَعْلَمُوْا فَجَعَلَ مِنْ دُوْنِ ذٰلِكَ فَتْحًا قَرِيْبًا ٢٧
- laqad
- لَّقَدْ
- andolsun
- ṣadaqa
- صَدَقَ
- doğruladı
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- rasūlahu
- رَسُولَهُ
- Elçisinin
- l-ru'yā
- ٱلرُّءْيَا
- rüyasını
- bil-ḥaqi
- بِٱلْحَقِّۖ
- hak ile
- latadkhulunna
- لَتَدْخُلُنَّ
- gireceksiniz
- l-masjida
- ٱلْمَسْجِدَ
- Mescid-i
- l-ḥarāma
- ٱلْحَرَامَ
- Haram'a
- in
- إِن
- eğer
- shāa
- شَآءَ
- dilerse
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- āminīna
- ءَامِنِينَ
- güven içinde
- muḥalliqīna
- مُحَلِّقِينَ
- traş ederek
- ruūsakum
- رُءُوسَكُمْ
- başlarınızı
- wamuqaṣṣirīna
- وَمُقَصِّرِينَ
- ve(ya) kısaltarak
- lā takhāfūna
- لَا تَخَافُونَۖ
- korkmadan
- faʿalima
- فَعَلِمَ
- böylece bildi
- mā
- مَا
- şeyi
- lam taʿlamū
- لَمْ تَعْلَمُوا۟
- sizin bilmediğiniz
- fajaʿala
- فَجَعَلَ
- ve verdi
- min dūni
- مِن دُونِ
- başka
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- bundan
- fatḥan
- فَتْحًا
- bir fetih
- qarīban
- قَرِيبًا
- yakın
And olsun ki Allah, Peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik eder. Ey inananlar! Siz, Allah dilerse, güven içinde, başlarınızı tıraş etmiş veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescidi Haram'a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bilir. Size, bundan başka, yakın zamanda bir zafer verecektir. ([48] Fetih: 27)Tefsir
هُوَ الَّذِيْٓ اَرْسَلَ رَسُوْلَهٗ بِالْهُدٰى وَدِيْنِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهٗ عَلَى الدِّيْنِ كُلِّهٖ ۗوَكَفٰى بِاللّٰهِ شَهِيْدًا ٢٨
- huwa
- هُوَ
- O
- alladhī arsala
- ٱلَّذِىٓ أَرْسَلَ
- gönderendir
- rasūlahu
- رَسُولَهُۥ
- Elçisini
- bil-hudā
- بِٱلْهُدَىٰ
- hidayet ile
- wadīni
- وَدِينِ
- ve din ile
- l-ḥaqi
- ٱلْحَقِّ
- hak
- liyuẓ'hirahu
- لِيُظْهِرَهُۥ
- onu üstün kılmak için
- ʿalā l-dīni
- عَلَى ٱلدِّينِ
- dinlere
- kullihi
- كُلِّهِۦۚ
- bütün
- wakafā
- وَكَفَىٰ
- ve yeter
- bil-lahi
- بِٱللَّهِ
- Allah
- shahīdan
- شَهِيدًا
- şahid olarak
Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini, doğruluk rehberi Kuran ve hak din ile gönderen O'dur. Şahit olarak Allah yeter. ([48] Fetih: 28)Tefsir
مُحَمَّدٌ رَّسُوْلُ اللّٰهِ ۗوَالَّذِيْنَ مَعَهٗٓ اَشِدَّاۤءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاۤءُ بَيْنَهُمْ تَرٰىهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَّبْتَغُوْنَ فَضْلًا مِّنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانًا ۖ سِيْمَاهُمْ فِيْ وُجُوْهِهِمْ مِّنْ اَثَرِ السُّجُوْدِ ۗذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِى التَّوْرٰىةِ ۖوَمَثَلُهُمْ فِى الْاِنْجِيْلِۚ كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْـَٔهٗ فَاٰزَرَهٗ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوْقِهٖ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيْظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ ۗوَعَدَ اللّٰهُ الَّذِيْنَ اٰمَنُوْا وَعَمِلُوا الصّٰلِحٰتِ مِنْهُمْ مَّغْفِرَةً وَّاَجْرًا عَظِيْمًا ࣖ ٢٩
- muḥammadun
- مُّحَمَّدٌ
- Muhammed
- rasūlu
- رَّسُولُ
- elçisidir
- l-lahi
- ٱللَّهِۚ
- Allah'ın
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- ve bulunanlar
- maʿahu
- مَعَهُۥٓ
- onun yanında
- ashiddāu
- أَشِدَّآءُ
- katı
- ʿalā
- عَلَى
- karşı
- l-kufāri
- ٱلْكُفَّارِ
- kafirlere
- ruḥamāu
- رُحَمَآءُ
- merhametlidirler
- baynahum
- بَيْنَهُمْۖ
- birbirlerine karşı
- tarāhum
- تَرَىٰهُمْ
- onları görürsün
- rukkaʿan
- رُكَّعًا
- rüku' ederek
- sujjadan
- سُجَّدًا
- secde ederek
- yabtaghūna
- يَبْتَغُونَ
- aradıklarını
- faḍlan
- فَضْلًا
- bir lutuf
- mina l-lahi
- مِّنَ ٱللَّهِ
- Allahdan
- wariḍ'wānan
- وَرِضْوَٰنًاۖ
- ve rızasını
- sīmāhum
- سِيمَاهُمْ
- nişanları vardır
- fī wujūhihim
- فِى وُجُوهِهِم
- yüzlerinde
- min athari
- مِّنْ أَثَرِ
- izinden
- l-sujūdi
- ٱلسُّجُودِۚ
- secde
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- şöyledir
- mathaluhum
- مَثَلُهُمْ
- onların vasıfları
- fī l-tawrāti
- فِى ٱلتَّوْرَىٰةِۚ
- Tevrat'taki
- wamathaluhum
- وَمَثَلُهُمْ
- ve vasıfları
- fī l-injīli
- فِى ٱلْإِنجِيلِ
- İncildeki
- kazarʿin
- كَزَرْعٍ
- bir ekin gibidir
- akhraja
- أَخْرَجَ
- çıkaran
- shaṭahu
- شَطْـَٔهُۥ
- filizini
- faāzarahu
- فَـَٔازَرَهُۥ
- onu güçlendiren
- fa-is'taghlaẓa
- فَٱسْتَغْلَظَ
- sonra kalınlaşan
- fa-is'tawā
- فَٱسْتَوَىٰ
- derken dikilen
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üstüne
- sūqihi
- سُوقِهِۦ
- gövdesinin
- yuʿ'jibu
- يُعْجِبُ
- hoşuna gider
- l-zurāʿa
- ٱلزُّرَّاعَ
- ekincilerin
- liyaghīẓa
- لِيَغِيظَ
- öfkelendirsin diye
- bihimu
- بِهِمُ
- onlara karşı
- l-kufāra
- ٱلْكُفَّارَۗ
- kafirleri
- waʿada
- وَعَدَ
- va'detmiştir
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- alladhīna āmanū
- ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟
- inananlara
- waʿamilū
- وَعَمِلُوا۟
- ve yapanlara
- l-ṣāliḥāti
- ٱلصَّٰلِحَٰتِ
- iyi işler
- min'hum
- مِنْهُم
- onlardan
- maghfiratan
- مَّغْفِرَةً
- mağfiret
- wa-ajran
- وَأَجْرًا
- ve mükafat
- ʿaẓīman
- عَظِيمًۢا
- büyük
Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkarcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler. Onları rükua varırken, secde ederken, Allah'tan lütuf ve hoşnudluk dilerken görürsün. Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar. İşte bu, onların Tevrat'ta anlatılan vasıflarıdır. İncil'de de şöyle vasıflandırılmışlardı: Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler. Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkarcıları öfkelendirir. Allah, inanıp yararlı işler işleyenlere, bağışlama ve büyük ecir vadetmiştir. ([48] Fetih: 29)Tefsir