سَيَقُوْلُ لَكَ الْمُخَلَّفُوْنَ مِنَ الْاَعْرَابِ شَغَلَتْنَآ اَمْوَالُنَا وَاَهْلُوْنَا فَاسْتَغْفِرْ لَنَا ۚيَقُوْلُوْنَ بِاَلْسِنَتِهِمْ مَّا لَيْسَ فِيْ قُلُوْبِهِمْۗ قُلْ فَمَنْ يَّمْلِكُ لَكُمْ مِّنَ اللّٰهِ شَيْـًٔا اِنْ اَرَادَ بِكُمْ ضَرًّا اَوْ اَرَادَ بِكُمْ نَفْعًا ۗبَلْ كَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُوْنَ خَبِيْرًا ١١
- sayaqūlu
- سَيَقُولُ
- diyecekler ki
- laka
- لَكَ
- sana
- l-mukhalafūna
- ٱلْمُخَلَّفُونَ
- geri bırakılanlar
- mina l-aʿrābi
- مِنَ ٱلْأَعْرَابِ
- Araplardan
- shaghalatnā
- شَغَلَتْنَآ
- bizi alıkoydu
- amwālunā
- أَمْوَٰلُنَا
- mallarımız
- wa-ahlūnā
- وَأَهْلُونَا
- ve çocuklarımız
- fa-is'taghfir
- فَٱسْتَغْفِرْ
- mağfiret dile
- lanā
- لَنَاۚ
- bizim için
- yaqūlūna
- يَقُولُونَ
- onlar söylüyorlar
- bi-alsinatihim
- بِأَلْسِنَتِهِم
- dilleriyle
- mā
- مَّا
- bir şeyi
- laysa
- لَيْسَ
- olmayan
- fī qulūbihim
- فِى قُلُوبِهِمْۚ
- kalblerinde
- qul
- قُلْ
- de ki
- faman
- فَمَن
- kim?
- yamliku
- يَمْلِكُ
- engel olabilir
- lakum
- لَكُم
- sizin için
- mina
- مِّنَ
- karşı
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'a
- shayan
- شَيْـًٔا
- herhangi bir şeyle
- in
- إِنْ
- eğer
- arāda
- أَرَادَ
- istese
- bikum
- بِكُمْ
- size
- ḍarran
- ضَرًّا
- bir zarar vermek
- aw
- أَوْ
- yahut
- arāda
- أَرَادَ
- istese
- bikum
- بِكُمْ
- size
- nafʿan
- نَفْعًۢاۚ
- bir yarar vermek
- bal
- بَلْ
- hayır
- kāna l-lahu
- كَانَ ٱللَّهُ
- Allah
- bimā
- بِمَا
- olduklarınızı
- taʿmalūna
- تَعْمَلُونَ
- yapıyor(lar)
- khabīran
- خَبِيرًۢا
- haber almaktadır
Bedevilerin savaştan geri kalmış olanları, sana: "Bizi mallarımız ve ailelerimiz alıkoydu. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile" diyecekler. Dilleriyle, gönüllerinde bulunmayanı söylerler; de ki: "Allah size bir zarar gelmesini dilerse, yahut bir fayda elde etmenizi dilerse, O'na karşı kimin gücü bir şeye yeter? Kaldı ki, Allah yaptıklarınızdan haberdardır." ([48] Fetih: 11)Tefsir
بَلْ ظَنَنْتُمْ اَنْ لَّنْ يَّنْقَلِبَ الرَّسُوْلُ وَالْمُؤْمِنُوْنَ اِلٰٓى اَهْلِيْهِمْ اَبَدًا وَّزُيِّنَ ذٰلِكَ فِيْ قُلُوْبِكُمْ وَظَنَنْتُمْ ظَنَّ السَّوْءِۚ وَكُنْتُمْ قَوْمًاۢ بُوْرًا ١٢
- bal
- بَلْ
- herhalde
- ẓanantum
- ظَنَنتُمْ
- siz sandınız
- an
- أَن
- ki
- lan yanqaliba
- لَّن يَنقَلِبَ
- dönmeyecekler
- l-rasūlu
- ٱلرَّسُولُ
- elçi
- wal-mu'minūna
- وَٱلْمُؤْمِنُونَ
- ve mü'minler
- ilā ahlīhim
- إِلَىٰٓ أَهْلِيهِمْ
- ailelerine
- abadan
- أَبَدًا
- bir daha asla
- wazuyyina
- وَزُيِّنَ
- ve süslendirildi
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- bu
- fī qulūbikum
- فِى قُلُوبِكُمْ
- gönüllerinizde
- waẓanantum
- وَظَنَنتُمْ
- ve zanda bulundunuz
- ẓanna
- ظَنَّ
- bir zan ile
- l-sawi
- ٱلسَّوْءِ
- kötü
- wakuntum
- وَكُنتُمْ
- ve oldunuz
- qawman
- قَوْمًۢا
- bir topluluk
- būran
- بُورًا
- helaki hak etmiş
Aslında siz, Peygamberin ve inananların, ailelerine bir daha dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu, gönüllerinize güzel görünmüştü de kötü sanıda bulunmuştunuz. Hayırsız bir topluluk oldunuz. ([48] Fetih: 12)Tefsir
وَمَنْ لَّمْ يُؤْمِنْۢ بِاللّٰهِ وَرَسُوْلِهٖ فَاِنَّآ اَعْتَدْنَا لِلْكٰفِرِيْنَ سَعِيْرًا ١٣
- waman
- وَمَن
- ve kim
- lam yu'min
- لَّمْ يُؤْمِنۢ
- inanmazsa
- bil-lahi
- بِٱللَّهِ
- Allah'a
- warasūlihi
- وَرَسُولِهِۦ
- ve Elçisine
- fa-innā
- فَإِنَّآ
- bilsin ki biz
- aʿtadnā
- أَعْتَدْنَا
- hazırlamışızdır
- lil'kāfirīna
- لِلْكَٰفِرِينَ
- kafirler için
- saʿīran
- سَعِيرًا
- alevli bir ateş
Allah'a ve Peygamberine kim inanmamışsa bilsin ki, şüphesiz Biz, inkarcılar için çılgın alevli cehennemi hazırlamışızdır. ([48] Fetih: 13)Tefsir
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوٰتِ وَالْاَرْضِۗ يَغْفِرُ لِمَنْ يَّشَاۤءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَّشَاۤءُ ۗوَكَانَ اللّٰهُ غَفُوْرًا رَّحِيْمًا ١٤
- walillahi
- وَلِلَّهِ
- ve Allah'ındır
- mul'ku
- مُلْكُ
- mülkü
- l-samāwāti
- ٱلسَّمَٰوَٰتِ
- göklerin
- wal-arḍi
- وَٱلْأَرْضِۚ
- ve yerin
- yaghfiru
- يَغْفِرُ
- bağışlar
- liman
- لِمَن
- kimseyi
- yashāu
- يَشَآءُ
- dilediği
- wayuʿadhibu
- وَيُعَذِّبُ
- ve azab eder
- man
- مَن
- kimseyi
- yashāu
- يَشَآءُۚ
- dilediği
- wakāna
- وَكَانَ
- ve
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- ghafūran
- غَفُورًا
- bağışlayandır
- raḥīman
- رَّحِيمًا
- esirgeyendir
Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azabeder. Allah bağışlayandır, merhamet edendir. ([48] Fetih: 14)Tefsir
سَيَقُوْلُ الْمُخَلَّفُوْنَ اِذَا انْطَلَقْتُمْ اِلٰى مَغَانِمَ لِتَأْخُذُوْهَا ذَرُوْنَا نَتَّبِعْكُمْ ۚ يُرِيْدُوْنَ اَنْ يُّبَدِّلُوْا كَلٰمَ اللّٰهِ ۗ قُلْ لَّنْ تَتَّبِعُوْنَا كَذٰلِكُمْ قَالَ اللّٰهُ مِنْ قَبْلُ ۖفَسَيَقُوْلُوْنَ بَلْ تَحْسُدُوْنَنَا ۗ بَلْ كَانُوْا لَا يَفْقَهُوْنَ اِلَّا قَلِيْلًا ١٥
- sayaqūlu
- سَيَقُولُ
- diyecekler
- l-mukhalafūna
- ٱلْمُخَلَّفُونَ
- geri bırakılanlar
- idhā
- إِذَا
- zaman
- inṭalaqtum
- ٱنطَلَقْتُمْ
- gittiğiniz
- ilā maghānima
- إِلَىٰ مَغَانِمَ
- ganimetlere
- litakhudhūhā
- لِتَأْخُذُوهَا
- onları almak için
- dharūnā
- ذَرُونَا
- bizi bırakın
- nattabiʿ'kum
- نَتَّبِعْكُمْۖ
- sizinle beraber gelelim
- yurīdūna
- يُرِيدُونَ
- onlar istiyorlar
- an yubaddilū
- أَن يُبَدِّلُوا۟
- değiştirmek
- kalāma
- كَلَٰمَ
- sözünü
- l-lahi
- ٱللَّهِۚ
- Allah'ın
- qul
- قُل
- de ki
- lan
- لَّن
- asla
- tattabiʿūnā
- تَتَّبِعُونَا
- siz bizimle gelemezsiniz
- kadhālikum
- كَذَٰلِكُمْ
- böyle
- qāla
- قَالَ
- buyurdu
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- min qablu
- مِن قَبْلُۖ
- önceden
- fasayaqūlūna
- فَسَيَقُولُونَ
- onlar diyecekler
- bal
- بَلْ
- hayır
- taḥsudūnanā
- تَحْسُدُونَنَاۚ
- bizi çekemiyorsunuz
- bal
- بَلْ
- hayır
- kānū
- كَانُوا۟
- onlar
- lā yafqahūna
- لَا يَفْقَهُونَ
- anlamazlar
- illā
- إِلَّا
- dışında
- qalīlan
- قَلِيلًا
- pek azı
Savaştan geri kalmış olanlar, siz ganimetleri almaya giderken: "Bırakın, biz de sizinle gelelim" diyeceklerdir. Onlar Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: "Bize uymayacaksınız; Allah sizin için önceden böyle buyurmuştur." Size: "Hayır, bizi çekemiyorsunuz" diyecekler. Aksine, kendileri ancak pek az söz anlayan kimselerdir. ([48] Fetih: 15)Tefsir
قُلْ لِّلْمُخَلَّفِيْنَ مِنَ الْاَعْرَابِ سَتُدْعَوْنَ اِلٰى قَوْمٍ اُولِيْ بَأْسٍ شَدِيْدٍ تُقَاتِلُوْنَهُمْ اَوْ يُسْلِمُوْنَ ۚ فَاِنْ تُطِيْعُوْا يُؤْتِكُمُ اللّٰهُ اَجْرًا حَسَنًا ۚ وَاِنْ تَتَوَلَّوْا كَمَا تَوَلَّيْتُمْ مِّنْ قَبْلُ يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا اَلِيْمًا ١٦
- qul
- قُل
- de ki
- lil'mukhallafīna
- لِّلْمُخَلَّفِينَ
- geride kalanlara
- mina l-aʿrābi
- مِنَ ٱلْأَعْرَابِ
- dan
- satud'ʿawna
- سَتُدْعَوْنَ
- siz yakında da'vet edileceksiniz
- ilā
- إِلَىٰ
- karşı
- qawmin
- قَوْمٍ
- bir kavme
- ulī
- أُو۟لِى
- sahibi
- basin
- بَأْسٍ
- güç
- shadīdin
- شَدِيدٍ
- çok kuvvetli
- tuqātilūnahum
- تُقَٰتِلُونَهُمْ
- onlarla savaşırsınız
- aw
- أَوْ
- yahut
- yus'limūna
- يُسْلِمُونَۖ
- (onlar) müslüman olurlar
- fa-in
- فَإِن
- eğer
- tuṭīʿū
- تُطِيعُوا۟
- ita'at ederseniz
- yu'tikumu
- يُؤْتِكُمُ
- size verir
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- ajran
- أَجْرًا
- bir mükafat
- ḥasanan
- حَسَنًاۖ
- güzel
- wa-in
- وَإِن
- ve eğer
- tatawallaw
- تَتَوَلَّوْا۟
- dönerseniz
- kamā
- كَمَا
- gibi
- tawallaytum
- تَوَلَّيْتُم
- döndüğünüz
- min qablu
- مِّن قَبْلُ
- önceden
- yuʿadhib'kum
- يُعَذِّبْكُمْ
- size azabeder
- ʿadhāban
- عَذَابًا
- bir azapla
- alīman
- أَلِيمًا
- acıklı
Bedevilerden geri kalmış olanlara de ki: "güçlü kuvvetli bir millete karşı, onlar müslüman olana kadar savaşmaya çağrılacaksanız; eğer itaat ederseniz Allah size güzel ecir verir, ama daha önce döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi can yakan bir azaba uğratır." ([48] Fetih: 16)Tefsir
لَيْسَ عَلَى الْاَعْمٰى حَرَجٌ وَّلَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ وَّلَا عَلَى الْمَرِيْضِ حَرَجٌ ۗ وَمَنْ يُّطِعِ اللّٰهَ وَرَسُوْلَهٗ يُدْخِلْهُ جَنّٰتٍ تَجْرِيْ مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهٰرُ ۚ وَمَنْ يَّتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَابًا اَلِيْمًا ࣖ ١٧
- laysa
- لَّيْسَ
- yoktur
- ʿalā l-aʿmā
- عَلَى ٱلْأَعْمَىٰ
- köre
- ḥarajun
- حَرَجٌ
- güçlük
- walā
- وَلَا
- ve yoktur
- ʿalā l-aʿraji
- عَلَى ٱلْأَعْرَجِ
- topala
- ḥarajun
- حَرَجٌ
- güçlük
- walā
- وَلَا
- ve yoktur
- ʿalā l-marīḍi
- عَلَى ٱلْمَرِيضِ
- hastaya
- ḥarajun
- حَرَجٌۗ
- güçlük
- waman
- وَمَن
- ve kim
- yuṭiʿi
- يُطِعِ
- ita'at ederse
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'a
- warasūlahu
- وَرَسُولَهُۥ
- ve Elçisine;
- yud'khil'hu
- يُدْخِلْهُ
- onu sokar
- jannātin
- جَنَّٰتٍ
- cennetlere
- tajrī
- تَجْرِى
- akan
- min taḥtihā
- مِن تَحْتِهَا
- altından
- l-anhāru
- ٱلْأَنْهَٰرُۖ
- ırmaklar
- waman
- وَمَن
- ve kim
- yatawalla
- يَتَوَلَّ
- yüz çevirirse
- yuʿadhib'hu
- يُعَذِّبْهُ
- onu azablandırır
- ʿadhāban
- عَذَابًا
- bir azaba
- alīman
- أَلِيمًا
- acıklı
Ama, gözleri görmeyen kimse savaşa gelmezse ona bir sorumluluk yoktur; topala ve hastaya da sorumluluk yoktur. Kim Allah'a ve peygamberine itaat ederse, Allah onu, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar. Kim yüz çevirirse, onu can yakıcı azaba uğratır. ([48] Fetih: 17)Tefsir
۞ لَقَدْ رَضِيَ اللّٰهُ عَنِ الْمُؤْمِنِيْنَ اِذْ يُبَايِعُوْنَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا فِيْ قُلُوْبِهِمْ فَاَنْزَلَ السَّكِيْنَةَ عَلَيْهِمْ وَاَثَابَهُمْ فَتْحًا قَرِيْبًاۙ ١٨
- laqad
- لَّقَدْ
- andolsun
- raḍiya
- رَضِىَ
- razı olmuştur
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- ʿani l-mu'minīna
- عَنِ ٱلْمُؤْمِنِينَ
- mü'minlerden
- idh
- إِذْ
- zaman
- yubāyiʿūnaka
- يُبَايِعُونَكَ
- sana bi'at ettikleri
- taḥta
- تَحْتَ
- altında
- l-shajarati
- ٱلشَّجَرَةِ
- ağacın
- faʿalima
- فَعَلِمَ
- bildi
- mā
- مَا
- olanı
- fī qulūbihim
- فِى قُلُوبِهِمْ
- onların kalplerinde
- fa-anzala
- فَأَنزَلَ
- ve indirdi
- l-sakīnata
- ٱلسَّكِينَةَ
- huzur ve güven
- ʿalayhim
- عَلَيْهِمْ
- onların üzerine
- wa-athābahum
- وَأَثَٰبَهُمْ
- ve onlara verdi
- fatḥan
- فَتْحًا
- bir fetih
- qarīban
- قَرِيبًا
- yakın
Allah inananlardan, ağaç altında sana baş eğerek el verirlerken, and olsun ki hoşnut olmuştur. Gönüllerinde olanı da bilmiş, onlara güvenlik vermiş, onlara yakın bir zafer ve ele geçirecekleri bol ganimetler bahşetmiştir. Allah, güçlü olandır, Hakim olandır. ([48] Fetih: 18)Tefsir
وَّمَغَانِمَ كَثِيْرَةً يَّأْخُذُوْنَهَا ۗ وَكَانَ اللّٰهُ عَزِيْزًا حَكِيْمًا ١٩
- wamaghānima
- وَمَغَانِمَ
- ve ganimetler (bahşeyledi)
- kathīratan
- كَثِيرَةً
- birçok
- yakhudhūnahā
- يَأْخُذُونَهَاۗ
- alacakları
- wakāna
- وَكَانَ
- ve
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- ʿazīzan
- عَزِيزًا
- üstündür
- ḥakīman
- حَكِيمًا
- hüküm ve hikmet sahibidir
Allah inananlardan, ağaç altında sana baş eğerek el verirlerken, and olsun ki hoşnut olmuştur. Gönüllerinde olanı da bilmiş, onlara güvenlik vermiş, onlara yakın bir zafer ve ele geçirecekleri bol ganimetler bahşetmiştir. Allah, güçlü olandır, Hakim olandır. ([48] Fetih: 19)Tefsir
وَعَدَكُمُ اللّٰهُ مَغَانِمَ كَثِيْرَةً تَأْخُذُوْنَهَا فَعَجَّلَ لَكُمْ هٰذِهٖ وَكَفَّ اَيْدِيَ النَّاسِ عَنْكُمْۚ وَلِتَكُوْنَ اٰيَةً لِّلْمُؤْمِنِيْنَ وَيَهْدِيَكُمْ صِرَاطًا مُّسْتَقِيْمًاۙ ٢٠
- waʿadakumu
- وَعَدَكُمُ
- size va'detti
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- maghānima
- مَغَانِمَ
- ganimetler
- kathīratan
- كَثِيرَةً
- birçok
- takhudhūnahā
- تَأْخُذُونَهَا
- elde edeceğiniz
- faʿajjala
- فَعَجَّلَ
- şimdilik verdi
- lakum
- لَكُمْ
- size
- hādhihi
- هَٰذِهِۦ
- bunu (Hudeybiye Barışı)
- wakaffa
- وَكَفَّ
- ve çekti
- aydiya
- أَيْدِىَ
- ellerini
- l-nāsi
- ٱلنَّاسِ
- insanların
- ʿankum
- عَنكُمْ
- sizden
- walitakūna
- وَلِتَكُونَ
- olsun diye
- āyatan
- ءَايَةً
- bir ibret
- lil'mu'minīna
- لِّلْمُؤْمِنِينَ
- inananlara
- wayahdiyakum
- وَيَهْدِيَكُمْ
- ve sizi iletsin diye
- ṣirāṭan
- صِرَٰطًا
- yola
- mus'taqīman
- مُّسْتَقِيمًا
- dosdoğru
Allah size, ele geçireceğiniz bol bol ganimetler vadetmiştir. İnananlar için bir belge olması, sizi doğru yola eriştirmesi için bunları size hemen vermiş ve insanların size uzanan ellerini önlemiştir. ([48] Fetih: 20)Tefsir