طَاعَةٌ وَّقَوْلٌ مَّعْرُوْفٌۗ فَاِذَا عَزَمَ الْاَمْرُۗ فَلَوْ صَدَقُوا اللّٰهَ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُمْۚ ٢١
- ṭāʿatun
- طَاعَةٌ
- ita'at etmektir
- waqawlun
- وَقَوْلٌ
- ve söylemektir
- maʿrūfun
- مَّعْرُوفٌۚ
- güzel
- fa-idhā
- فَإِذَا
- zaman
- ʿazama
- عَزَمَ
- azmedildiği
- l-amru
- ٱلْأَمْرُ
- işe
- falaw
- فَلَوْ
- şayet
- ṣadaqū
- صَدَقُوا۟
- sadık kalsalardı
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'a
- lakāna
- لَكَانَ
- elbette olurdu
- khayran
- خَيْرًا
- daha iyi
- lahum
- لَّهُمْ
- kendileri için
İnananlar: "Keşke bir süre indirilse de cihada çıksak" derlerdi. Fakat hükmü açık bir süre inip, orada savaş zikredilince, kalblerinde hastalık olanların, ölüm korkusuyla bayılmış kimselerin bakışları gibi, sana baktıklarını gördün. Oysa onlara itaat etmek ve uygun olanı söylemek yaraşırdı. İş ciddileşince Allah'a verdikleri yeminde doğruluk gösterselerdi, onların iyiliğine olurdu. ([47] Muhammed: 21)Tefsir
فَهَلْ عَسَيْتُمْ اِنْ تَوَلَّيْتُمْ اَنْ تُفْسِدُوْا فِى الْاَرْضِ وَتُقَطِّعُوْٓا اَرْحَامَكُمْ ٢٢
- fahal
- فَهَلْ
- öyle mi?
- ʿasaytum
- عَسَيْتُمْ
- belki de
- in
- إِن
- eğer
- tawallaytum
- تَوَلَّيْتُمْ
- işbaşına gelecek olursanız
- an tuf'sidū
- أَن تُفْسِدُوا۟
- bozgunculuk yapacaksınız
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِ
- yeryüzünde
- watuqaṭṭiʿū
- وَتُقَطِّعُوٓا۟
- ve koparacaksınız
- arḥāmakum
- أَرْحَامَكُمْ
- rahimleri (akrabalık bağlarını)
Geri dönerseniz yeryüzünde bozgunculuk yapmanız ve akrabalık bağlarını kesmeniz beklenmez mi sizden? ([47] Muhammed: 22)Tefsir
اُولٰۤىِٕكَ الَّذِيْنَ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ فَاَصَمَّهُمْ وَاَعْمٰٓى اَبْصَارَهُمْ ٢٣
- ulāika
- أُو۟لَٰٓئِكَ
- onlar
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselerdir
- laʿanahumu
- لَعَنَهُمُ
- la'netlediği
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'ın
- fa-aṣammahum
- فَأَصَمَّهُمْ
- sağır yaptığı
- wa-aʿmā
- وَأَعْمَىٰٓ
- ve kör ettiği
- abṣārahum
- أَبْصَٰرَهُمْ
- gözlerini
İşte, Allah'ın lanetlediği, sağır kıldığı ve gözlerini kör ettiği bunlardır. ([47] Muhammed: 23)Tefsir
اَفَلَا يَتَدَبَّرُوْنَ الْقُرْاٰنَ اَمْ عَلٰى قُلُوْبٍ اَقْفَالُهَا ٢٤
- afalā yatadabbarūna
- أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ
- düşünmüyorlar mı?
- l-qur'āna
- ٱلْقُرْءَانَ
- Kur'an'ı
- am
- أَمْ
- yoksa
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerinde
- qulūbin
- قُلُوبٍ
- kalbler(inin)
- aqfāluhā
- أَقْفَالُهَآ
- kilitleri (-mi var?)
Bunlar Kuran'ı düşünmezler mi? Yoksa kalbleri kilitli midir? ([47] Muhammed: 24)Tefsir
اِنَّ الَّذِيْنَ ارْتَدُّوْا عَلٰٓى اَدْبَارِهِمْ مِّنْۢ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْهُدَى الشَّيْطٰنُ سَوَّلَ لَهُمْۗ وَاَمْلٰى لَهُمْ ٢٥
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselere
- ir'taddū
- ٱرْتَدُّوا۟
- dönen(lere)
- ʿalā
- عَلَىٰٓ
- üzerine
- adbārihim
- أَدْبَٰرِهِم
- arkaları
- min baʿdi
- مِّنۢ بَعْدِ
- sonra
- mā tabayyana
- مَا تَبَيَّنَ
- belli olduktan
- lahumu
- لَهُمُ
- kendilerine
- l-hudā
- ٱلْهُدَىۙ
- doğru yol
- l-shayṭānu
- ٱلشَّيْطَٰنُ
- şeytan
- sawwala
- سَوَّلَ
- sürüklemiştir
- lahum
- لَهُمْ
- onları
- wa-amlā
- وَأَمْلَىٰ
- ve uzun emellere düşürmüştür
- lahum
- لَهُمْ
- onları
Kendileri için doğru yol belli olduktan sonra ardlarına dönenleri, bu işi yapmaya şeytan sürüklemiş, onlara ümit vermiştir. ([47] Muhammed: 25)Tefsir
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوْا لِلَّذِيْنَ كَرِهُوْا مَا نَزَّلَ اللّٰهُ سَنُطِيْعُكُمْ فِيْ بَعْضِ الْاَمْرِۚ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اِسْرَارَهُمْ ٢٦
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- bu böyledir
- bi-annahum
- بِأَنَّهُمْ
- çünkü onlar
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler
- lilladhīna
- لِلَّذِينَ
- kimselere
- karihū
- كَرِهُوا۟
- hoşlanmayan(lara)
- mā nazzala
- مَا نَزَّلَ
- indirdiğinden
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'ın
- sanuṭīʿukum
- سَنُطِيعُكُمْ
- size ita'at edeceğiz
- fī baʿḍi
- فِى بَعْضِ
- bazısında
- l-amri
- ٱلْأَمْرِۖ
- işin
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- oysa Allah
- yaʿlamu
- يَعْلَمُ
- biliyor
- is'rārahum
- إِسْرَارَهُمْ
- onların gizlediklerini
Bu, Allah'ın indirdiğini beğenmeyen kimselerin: "Biz bazı işlerde size itaat edeceğiz" demelerindendir. Allah onların gizlediklerini bilir. ([47] Muhammed: 26)Tefsir
فَكَيْفَ اِذَا تَوَفَّتْهُمُ الْمَلٰۤىِٕكَةُ يَضْرِبُوْنَ وُجُوْهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْ ٢٧
- fakayfa
- فَكَيْفَ
- nice olur?
- idhā tawaffathumu
- إِذَا تَوَفَّتْهُمُ
- canlarını alırken
- l-malāikatu
- ٱلْمَلَٰٓئِكَةُ
- melekler
- yaḍribūna
- يَضْرِبُونَ
- vurarak
- wujūhahum
- وُجُوهَهُمْ
- yüzlerine
- wa-adbārahum
- وَأَدْبَٰرَهُمْ
- ve arkalarına
Melekler, onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken durumları nice olur? ([47] Muhammed: 27)Tefsir
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمُ اتَّبَعُوْا مَآ اَسْخَطَ اللّٰهَ وَكَرِهُوْا رِضْوَانَهٗ فَاَحْبَطَ اَعْمَالَهُمْ ࣖ ٢٨
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- bu böyledir
- bi-annahumu
- بِأَنَّهُمُ
- çünkü onlar
- ittabaʿū
- ٱتَّبَعُوا۟
- ardınca gittiler
- mā
- مَآ
- şeylerin
- askhaṭa
- أَسْخَطَ
- kızdıran
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'ı
- wakarihū
- وَكَرِهُوا۟
- ve hoşlanmadılar
- riḍ'wānahu
- رِضْوَٰنَهُۥ
- O'nu razı edecek şeylerden
- fa-aḥbaṭa
- فَأَحْبَطَ
- ve boşa çıkardı
- aʿmālahum
- أَعْمَٰلَهُمْ
- onların amellerini
Bu, Allah'ı gazablandıran şeye uymaları ve O'nun rızasından hoşnut olmamalarından ötürüdür. Allah da onların işlerini boşa çıkarmıştır. ([47] Muhammed: 28)Tefsir
اَمْ حَسِبَ الَّذِيْنَ فِيْ قُلُوْبِهِمْ مَّرَضٌ اَنْ لَّنْ يُّخْرِجَ اللّٰهُ اَضْغَانَهُمْ ٢٩
- am
- أَمْ
- yoksa
- ḥasiba
- حَسِبَ
- sandılar (mı?)
- alladhīna fī
- ٱلَّذِينَ فِى
- bulunanlar
- qulūbihim
- قُلُوبِهِم
- kalblerinde
- maraḍun
- مَّرَضٌ
- hastalık
- an lan
- أَن لَّن
- asla
- yukh'rija
- يُخْرِجَ
- ortaya çıkarmayacağını
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'ın
- aḍghānahum
- أَضْغَٰنَهُمْ
- kinlerini
Yoksa, kalblerinde hastalık olanlar, Allah'ın onların kinlerini dışarı vurmayacağını mı sandılar? ([47] Muhammed: 29)Tefsir
وَلَوْ نَشَاۤءُ لَاَرَيْنٰكَهُمْ فَلَعَرَفْتَهُمْ بِسِيْمٰهُمْ ۗوَلَتَعْرِفَنَّهُمْ فِيْ لَحْنِ الْقَوْلِۗ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اَعْمَالَكُمْ ٣٠
- walaw
- وَلَوْ
- şayet
- nashāu
- نَشَآءُ
- biz dileseydik
- la-araynākahum
- لَأَرَيْنَٰكَهُمْ
- onları sana gösterirdik
- falaʿaraftahum
- فَلَعَرَفْتَهُم
- sen onları tanırdın
- bisīmāhum
- بِسِيمَٰهُمْۚ
- simalarından
- walataʿrifannahum
- وَلَتَعْرِفَنَّهُمْ
- ve onları tanırdın
- fī laḥni
- فِى لَحْنِ
- üslubundan
- l-qawli
- ٱلْقَوْلِۚ
- sözlerinin
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- ve Allah
- yaʿlamu
- يَعْلَمُ
- bilir
- aʿmālakum
- أَعْمَٰلَكُمْ
- yaptığınız işleri
Eğer dileseydik, Biz onları sana gösterirdik; sen de onları yüzlerinden tanırdın. And olsun ki sen, onları konuşmalarından da tanırsın; Allah işlediklerinizi bilir. ([47] Muhammed: 30)Tefsir