اَمْ حَسِبَ الَّذِيْنَ اجْتَرَحُوا السَّيِّاٰتِ اَنْ نَّجْعَلَهُمْ كَالَّذِيْنَ اٰمَنُوْا وَعَمِلُوا الصّٰلِحٰتِ سَوَاۤءً مَّحْيَاهُمْ وَمَمَاتُهُمْ ۗسَاۤءَ مَا يَحْكُمُوْنَ ࣖࣖ ٢١
- am
- أَمْ
- yoksa
- ḥasiba
- حَسِبَ
- sandılar (mı ki?)
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- ij'taraḥū
- ٱجْتَرَحُوا۟
- işleyen
- l-sayiāti
- ٱلسَّيِّـَٔاتِ
- kötülükleri
- an najʿalahum
- أَن نَّجْعَلَهُمْ
- onları yapacağımızı
- ka-alladhīna
- كَٱلَّذِينَ
- kimseler gibi
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- inanan
- waʿamilū
- وَعَمِلُوا۟
- ve yapan
- l-ṣāliḥāti
- ٱلصَّٰلِحَٰتِ
- iyi ameller
- sawāan
- سَوَآءً
- bir olacak (öyle mi?)
- maḥyāhum
- مَّحْيَاهُمْ
- yaşamaları
- wamamātuhum
- وَمَمَاتُهُمْۚ
- ve ölümleri
- sāa
- سَآءَ
- ne kötü
- mā yaḥkumūna
- مَا يَحْكُمُونَ
- hüküm veriyorlar
Yoksa, kötülük işleyen kimseler, ölümlerinde ve diriliklerinde kendilerini, inanıp yararlı iş işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar! ([45] Casiye: 21)Tefsir
وَخَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوٰتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّ وَلِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍۢ بِمَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُوْنَ ٢٢
- wakhalaqa
- وَخَلَقَ
- ve yaratmıştır
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- l-samāwāti
- ٱلسَّمَٰوَٰتِ
- gökleri
- wal-arḍa
- وَٱلْأَرْضَ
- ve yeri
- bil-ḥaqi
- بِٱلْحَقِّ
- gerçek olarak
- walituj'zā
- وَلِتُجْزَىٰ
- cezalandırılsın diye
- kullu
- كُلُّ
- her
- nafsin
- نَفْسٍۭ
- can
- bimā
- بِمَا
- şey ile
- kasabat
- كَسَبَتْ
- kazandığı
- wahum
- وَهُمْ
- ve onlara
- lā
- لَا
- asla
- yuẓ'lamūna
- يُظْلَمُونَ
- haksızlık edilmesin
Allah gökleri ve yeri gerçekle yaratmıştır; her cana, kazandığının karşılığı verilir, onlara zulmedilmez. ([45] Casiye: 22)Tefsir
اَفَرَءَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهٗ هَوٰىهُ وَاَضَلَّهُ اللّٰهُ عَلٰى عِلْمٍ وَّخَتَمَ عَلٰى سَمْعِهٖ وَقَلْبِهٖ وَجَعَلَ عَلٰى بَصَرِهٖ غِشٰوَةًۗ فَمَنْ يَّهْدِيْهِ مِنْۢ بَعْدِ اللّٰهِ ۗ اَفَلَا تَذَكَّرُوْنَ ٢٣
- afara-ayta
- أَفَرَءَيْتَ
- gördün mü?
- mani
- مَنِ
- kimseyi
- ittakhadha
- ٱتَّخَذَ
- edinen
- ilāhahu
- إِلَٰهَهُۥ
- tanrı
- hawāhu
- هَوَىٰهُ
- keyfini
- wa-aḍallahu
- وَأَضَلَّهُ
- ve saptırdığı
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'ın
- ʿalā ʿil'min
- عَلَىٰ عِلْمٍ
- bir bilgiye göre
- wakhatama
- وَخَتَمَ
- ve mühürlediği
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerini
- samʿihi
- سَمْعِهِۦ
- kulağının
- waqalbihi
- وَقَلْبِهِۦ
- ve kalbini
- wajaʿala
- وَجَعَلَ
- ve çektiği
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üstüne
- baṣarihi
- بَصَرِهِۦ
- gözünün
- ghishāwatan
- غِشَٰوَةً
- perde
- faman
- فَمَن
- şimdi kim?
- yahdīhi
- يَهْدِيهِ
- ona doğru yolu gösterecek
- min baʿdi
- مِنۢ بَعْدِ
- sonra
- l-lahi
- ٱللَّهِۚ
- Allah'tan
- afalā tadhakkarūna
- أَفَلَا تَذَكَّرُونَ
- düşünmüyor musunuz?
Heva ve hevesini tanrı edinen, bilgisi olduğu halde Allah'ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü? Onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Ey insanlar! Anlamaz mısınız? ([45] Casiye: 23)Tefsir
وَقَالُوْا مَا هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوْتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَآ اِلَّا الدَّهْرُۚ وَمَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍۚ اِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّوْنَ ٢٤
- waqālū
- وَقَالُوا۟
- ve dediler ki
- mā
- مَا
- yoktur
- hiya illā
- هِىَ إِلَّا
- başka bir şey
- ḥayātunā
- حَيَاتُنَا
- hayatımızdan
- l-dun'yā
- ٱلدُّنْيَا
- dünya
- namūtu
- نَمُوتُ
- ölürüz
- wanaḥyā
- وَنَحْيَا
- ve yaşarız
- wamā
- وَمَا
- ve
- yuh'likunā
- يُهْلِكُنَآ
- bizi helak etmiyor
- illā
- إِلَّا
- başkası
- l-dahru
- ٱلدَّهْرُۚ
- zamandan
- wamā
- وَمَا
- fakat yoktur
- lahum
- لَهُم
- onların
- bidhālika
- بِذَٰلِكَ
- bu hususta
- min
- مِنْ
- hiçbir
- ʿil'min
- عِلْمٍۖ
- bilgileri
- in
- إِنْ
- (hayır)
- hum
- هُمْ
- onlar
- illā
- إِلَّا
- sadece
- yaẓunnūna
- يَظُنُّونَ
- zannediyorlar
"Hayat, ancak bu dünyadaki hayatımızdır. Ölürüz ve yaşarız; bizi ancak zamanın geçişi yokluğa sürükler" derler. Onların bu hususta bir bilgisi yoktur, sadece böyle sanırlar. ([45] Casiye: 24)Tefsir
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيٰتُنَا بَيِّنٰتٍ مَّا كَانَ حُجَّتَهُمْ اِلَّآ اَنْ قَالُوا ائْتُوْا بِاٰبَاۤىِٕنَآ اِنْ كُنْتُمْ صٰدِقِيْنَ ٢٥
- wa-idhā
- وَإِذَا
- ve zaman
- tut'lā
- تُتْلَىٰ
- okunduğu
- ʿalayhim
- عَلَيْهِمْ
- onlara
- āyātunā
- ءَايَٰتُنَا
- ayetlerimiz
- bayyinātin
- بَيِّنَٰتٍ
- açık açık
- mā kāna
- مَّا كَانَ
- olmamıştır
- ḥujjatahum
- حُجَّتَهُمْ
- bir delilleri
- illā
- إِلَّآ
- başka
- an qālū
- أَن قَالُوا۟
- demelerinden
- i'tū
- ٱئْتُوا۟
- getirin
- biābāinā
- بِـَٔابَآئِنَآ
- babalarımızı
- in
- إِن
- eğer
- kuntum
- كُنتُمْ
- iseniz
- ṣādiqīna
- صَٰدِقِينَ
- doğrular(dan)
Ayetlerimiz onlara açıkça okunduğu zaman, delilleri yalnızca: "Doğru sözlü iseniz babalarımızı getirin bakalım" demek olur. ([45] Casiye: 25)Tefsir
قُلِ اللّٰهُ يُحْيِيْكُمْ ثُمَّ يُمِيْتُكُمْ ثُمَّ يَجْمَعُكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَارَيْبَ فِيْهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُوْنَ ࣖ ٢٦
- quli
- قُلِ
- de ki
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- yuḥ'yīkum
- يُحْيِيكُمْ
- sizi yaşatıyor
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- yumītukum
- يُمِيتُكُمْ
- sizi öldürüyor
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- yajmaʿukum
- يَجْمَعُكُمْ
- sizi toplayıp getirecektir
- ilā yawmi
- إِلَىٰ يَوْمِ
- gününe
- l-qiyāmati
- ٱلْقِيَٰمَةِ
- kıyamet
- lā
- لَا
- asla
- rayba
- رَيْبَ
- şüphe yoktur
- fīhi
- فِيهِ
- bunda
- walākinna
- وَلَٰكِنَّ
- ama
- akthara
- أَكْثَرَ
- çoğu
- l-nāsi
- ٱلنَّاسِ
- insanların
- lā yaʿlamūna
- لَا يَعْلَمُونَ
- bilmezler
De ki: "Sizi Allah diriltir, sonra öldürür, sonra sizi şüphe götürmeyen kıyamet gününde toplar. Ama insanların çoğu bilmezler." ([45] Casiye: 26)Tefsir
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوٰتِ وَالْاَرْضِۗ وَيَوْمَ تَقُوْمُ السَّاعَةُ يَوْمَىِٕذٍ يَّخْسَرُ الْمُبْطِلُوْنَ ٢٧
- walillahi
- وَلِلَّهِ
- Allah'ındır
- mul'ku
- مُلْكُ
- mülkü
- l-samāwāti
- ٱلسَّمَٰوَٰتِ
- göklerin
- wal-arḍi
- وَٱلْأَرْضِۚ
- ve yerin
- wayawma
- وَيَوْمَ
- ve gün
- taqūmu
- تَقُومُ
- başladığı
- l-sāʿatu
- ٱلسَّاعَةُ
- sa'at
- yawma-idhin
- يَوْمَئِذٍ
- işte o gün
- yakhsaru
- يَخْسَرُ
- hüsrana uğrayacaktır
- l-mub'ṭilūna
- ٱلْمُبْطِلُونَ
- iptalciler
Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Kıyamet kopacağı gün, işte o gün, batıl sözlere uymuş olanlar hüsranda kalırlar. ([45] Casiye: 27)Tefsir
وَتَرٰى كُلَّ اُمَّةٍ جَاثِيَةً ۗ كُلُّ اُمَّةٍ تُدْعٰٓى اِلٰى كِتٰبِهَاۗ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُوْنَ ٢٨
- watarā
- وَتَرَىٰ
- ve görürsün
- kulla
- كُلَّ
- her
- ummatin
- أُمَّةٍ
- ümmeti
- jāthiyatan
- جَاثِيَةًۚ
- toplanmış
- kullu
- كُلُّ
- her
- ummatin
- أُمَّةٍ
- ümmet
- tud'ʿā
- تُدْعَىٰٓ
- çağırılır
- ilā kitābihā
- إِلَىٰ كِتَٰبِهَا
- kendi Kitabına
- l-yawma
- ٱلْيَوْمَ
- bugün
- tuj'zawna
- تُجْزَوْنَ
- cezalandırılacaksınız
- mā
- مَا
- şeylerle
- kuntum
- كُنتُمْ
- olduğunuz
- taʿmalūna
- تَعْمَلُونَ
- yapıyor(lar)
Her ümmeti diz üstü çökmüş olarak görürsün. Her ümmet kitabına çağrılır. Onlara denir ki: "Bugün, size işlediğinizin karşılığı verilecektir." ([45] Casiye: 28)Tefsir
هٰذَا كِتٰبُنَا يَنْطِقُ عَلَيْكُمْ بِالْحَقِّ ۗاِنَّا كُنَّا نَسْتَنْسِخُ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُوْنَ ٢٩
- hādhā
- هَٰذَا
- işte
- kitābunā
- كِتَٰبُنَا
- Kitabımız
- yanṭiqu
- يَنطِقُ
- söylüyor
- ʿalaykum
- عَلَيْكُم
- aleyhinize
- bil-ḥaqi
- بِٱلْحَقِّۚ
- gerçeği
- innā
- إِنَّا
- çünkü biz
- kunnā
- كُنَّا
- idik
- nastansikhu
- نَسْتَنسِخُ
- yazıyor
- mā
- مَا
- şeyleri
- kuntum
- كُنتُمْ
- olduğunuz
- taʿmalūna
- تَعْمَلُونَ
- yapıyor(lar)
"Bu kitabımız gerçekten sizin aleyhinize konuşur. Biz yaptıklarınızı şüphesiz bir bir kaydediyorduk." ([45] Casiye: 29)Tefsir
فَاَمَّا الَّذِيْنَ اٰمَنُوْا وَعَمِلُوا الصّٰلِحٰتِ فَيُدْخِلُهُمْ رَبُّهُمْ فِيْ رَحْمَتِهٖۗ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْمُبِيْنُ ٣٠
- fa-ammā
- فَأَمَّا
- gelince
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselere
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- inanan(lara)
- waʿamilū
- وَعَمِلُوا۟
- ve yapanlara
- l-ṣāliḥāti
- ٱلصَّٰلِحَٰتِ
- iyi işler
- fayud'khiluhum
- فَيُدْخِلُهُمْ
- onları sokar
- rabbuhum
- رَبُّهُمْ
- Rableri
- fī raḥmatihi
- فِى رَحْمَتِهِۦۚ
- rahmetine
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- işte
- huwa
- هُوَ
- budur
- l-fawzu
- ٱلْفَوْزُ
- başarı
- l-mubīnu
- ٱلْمُبِينُ
- apaçık
İnanıp, yararlı iş işleyenlere gelince, Rableri onları rahmetine garkeder. İşte bu, apaçık kurtuluştur. ([45] Casiye: 30)Tefsir