وَاِنَّهٗ لَعِلْمٌ لِّلسَّاعَةِ فَلَا تَمْتَرُنَّ بِهَا وَاتَّبِعُوْنِۗ هٰذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيْمٌ ٦١
- wa-innahu
- وَإِنَّهُۥ
- ve şüphesiz O
- laʿil'mun
- لَعِلْمٌ
- ilmidir
- lilssāʿati
- لِّلسَّاعَةِ
- kıyametin
- falā
- فَلَا
- hiç
- tamtarunna
- تَمْتَرُنَّ
- şüphe etmeyin
- bihā
- بِهَا
- ondan
- wa-ittabiʿūni
- وَٱتَّبِعُونِۚ
- ve bana uyun
- hādhā
- هَٰذَا
- budur
- ṣirāṭun
- صِرَٰطٌ
- yol
- mus'taqīmun
- مُّسْتَقِيمٌ
- doğru
O kıyametin kopacağını bildirir; o saatin geleceğinden şüphe etmeyin, Bana uyun, bu doğru yoldur. ([43] Zuhruf: 61)Tefsir
وَلَا يَصُدَّنَّكُمُ الشَّيْطٰنُۚ اِنَّهٗ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِيْنٌ ٦٢
- walā yaṣuddannakumu
- وَلَا يَصُدَّنَّكُمُ
- sizi (bundan) alıkoymasın
- l-shayṭānu
- ٱلشَّيْطَٰنُۖ
- şeytan
- innahu
- إِنَّهُۥ
- çünkü o
- lakum
- لَكُمْ
- sizin için
- ʿaduwwun
- عَدُوٌّ
- bir düşmandır
- mubīnun
- مُّبِينٌ
- açık
Sakın şeytan sizi bu yoldan alıkoymasın; şüphesiz o size apaçık bir düşmandır. ([43] Zuhruf: 62)Tefsir
وَلَمَّا جَاۤءَ عِيْسٰى بِالْبَيِّنٰتِ قَالَ قَدْ جِئْتُكُمْ بِالْحِكْمَةِ وَلِاُبَيِّنَ لَكُمْ بَعْضَ الَّذِيْ تَخْتَلِفُوْنَ فِيْهِۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَطِيْعُوْنِ ٦٣
- walammā
- وَلَمَّا
- ne zaman ki
- jāa
- جَآءَ
- gelince
- ʿīsā
- عِيسَىٰ
- Îsa
- bil-bayināti
- بِٱلْبَيِّنَٰتِ
- açık kanıtlarla
- qāla
- قَالَ
- dedi ki
- qad
- قَدْ
- elbette
- ji'tukum
- جِئْتُكُم
- ben size geldim
- bil-ḥik'mati
- بِٱلْحِكْمَةِ
- hikmet ile
- wali-ubayyina
- وَلِأُبَيِّنَ
- ve açıklamak için (geldim)
- lakum
- لَكُم
- size
- baʿḍa
- بَعْضَ
- bir kısmını
- alladhī
- ٱلَّذِى
- şeylerden
- takhtalifūna
- تَخْتَلِفُونَ
- ayrılığa düştünüğünüz
- fīhi
- فِيهِۖ
- onda
- fa-ittaqū
- فَٱتَّقُوا۟
- o halde korkun
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'tan
- wa-aṭīʿūni
- وَأَطِيعُونِ
- ve bana ita'at edin
İsa, belgeleri getirdiği zaman demişti ki: "Size hikmetle ve ayrılığa düştüğünüz şeylerin bir kısmını açıklamak üzere geldim. Allah'a karşı gelmekten sakının, bana itaat edin." ([43] Zuhruf: 63)Tefsir
اِنَّ اللّٰهَ هُوَ رَبِّيْ وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوْهُۗ هٰذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيْمٌ ٦٤
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- huwa
- هُوَ
- O'dur
- rabbī
- رَبِّى
- benim Rabbim
- warabbukum
- وَرَبُّكُمْ
- ve sizin Rabbiniz
- fa-uʿ'budūhu
- فَٱعْبُدُوهُۚ
- O'na tapın
- hādhā
- هَٰذَا
- budur
- ṣirāṭun
- صِرَٰطٌ
- yol
- mus'taqīmun
- مُّسْتَقِيمٌ
- doğru
"Doğrusu Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir, artık O'na kulluk edin, bu, doğru yoldur." ([43] Zuhruf: 64)Tefsir
فَاخْتَلَفَ الْاَحْزَابُ مِنْۢ بَيْنِهِمْ ۚفَوَيْلٌ لِّلَّذِيْنَ ظَلَمُوْا مِنْ عَذَابِ يَوْمٍ اَلِيْمٍ ٦٥
- fa-ikh'talafa
- فَٱخْتَلَفَ
- birbirleriyle ihtilafa düştüler
- l-aḥzābu
- ٱلْأَحْزَابُ
- guruplar
- min baynihim
- مِنۢ بَيْنِهِمْۖ
- aralarından çıkan
- fawaylun
- فَوَيْلٌ
- vay haline
- lilladhīna ẓalamū
- لِّلَّذِينَ ظَلَمُوا۟
- zulmedenlerin
- min ʿadhābi
- مِنْ عَذَابِ
- azabından
- yawmin
- يَوْمٍ
- bir günün
- alīmin
- أَلِيمٍ
- acıklı
Ama, aralarında guruplaştılar, ayrılığa düştüler. Kıyamet gününün can yakıcı azabına uğrayacak zalimlerin vay haline! ([43] Zuhruf: 65)Tefsir
هَلْ يَنْظُرُوْنَ اِلَّا السَّاعَةَ اَنْ تَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً وَّهُمْ لَا يَشْعُرُوْنَ ٦٦
- hal
- هَلْ
- bekliyorlar-mı?
- yanẓurūna illā
- يَنظُرُونَ إِلَّا
- bekliyorlar
- l-sāʿata
- ٱلسَّاعَةَ
- sa'atin
- an tatiyahum
- أَن تَأْتِيَهُم
- başlarına gelmesinden
- baghtatan
- بَغْتَةً
- ansızın
- wahum
- وَهُمْ
- ve onlar
- lā
- لَا
- hiç
- yashʿurūna
- يَشْعُرُونَ
- farkında değillerken
Onlar farkında değillerken kıyamet gününün kendilerine ansızın gelmesini mi bekliyorlar? ([43] Zuhruf: 66)Tefsir
اَلْاَخِلَّاۤءُ يَوْمَىِٕذٍۢ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ اِلَّا الْمُتَّقِيْنَ ۗ ࣖ ٦٧
- al-akhilāu
- ٱلْأَخِلَّآءُ
- dostlar
- yawma-idhin
- يَوْمَئِذٍۭ
- o gün
- baʿḍuhum
- بَعْضُهُمْ
- bir kısmı
- libaʿḍin
- لِبَعْضٍ
- diğerine
- ʿaduwwun
- عَدُوٌّ
- düşmandır
- illā
- إِلَّا
- dışında
- l-mutaqīna
- ٱلْمُتَّقِينَ
- muttakiler
O gün Allah'a karşı gelmekten sakınanlar dışında, dost olanlar birbirine düşman olurlar. ([43] Zuhruf: 67)Tefsir
يٰعِبَادِ لَاخَوْفٌ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ وَلَآ اَنْتُمْ تَحْزَنُوْنَۚ ٦٨
- yāʿibādi
- يَٰعِبَادِ
- ey kullarım
- lā
- لَا
- yoktur
- khawfun
- خَوْفٌ
- korku
- ʿalaykumu
- عَلَيْكُمُ
- size
- l-yawma
- ٱلْيَوْمَ
- bugün
- walā
- وَلَآ
- ve ne de
- antum
- أَنتُمْ
- siz
- taḥzanūna
- تَحْزَنُونَ
- üzülmeyeceksiniz
Allah: "Ey kullarım! Bugün size korku yoktur, siz üzülmeyeceksiniz" der. ([43] Zuhruf: 68)Tefsir
اَلَّذِيْنَ اٰمَنُوْا بِاٰيٰتِنَا وَكَانُوْا مُسْلِمِيْنَۚ ٦٩
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- iman eden(ler)
- biāyātinā
- بِـَٔايَٰتِنَا
- ayetlerimize
- wakānū
- وَكَانُوا۟
- ve olanlar
- mus'limīna
- مُسْلِمِينَ
- müslüman
Bunlar, ayetlerimize inanmış ve kendilerini Bize vermişlerdir. ([43] Zuhruf: 69)Tefsir
اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ اَنْتُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ تُحْبَرُوْنَ ٧٠
- ud'khulū
- ٱدْخُلُوا۟
- haydi girin
- l-janata
- ٱلْجَنَّةَ
- cennete
- antum
- أَنتُمْ
- siz
- wa-azwājukum
- وَأَزْوَٰجُكُمْ
- ve eşleriniz
- tuḥ'barūna
- تُحْبَرُونَ
- ağırlanıp sevindirileceksiniz
Şöyle denir: "Siz ve eşleriniz, ağırlanmış olarak cennete giriniz." ([43] Zuhruf: 70)Tefsir