وَنَادٰى فِرْعَوْنُ فِيْ قَوْمِهٖ قَالَ يٰقَوْمِ اَلَيْسَ لِيْ مُلْكُ مِصْرَ وَهٰذِهِ الْاَنْهٰرُ تَجْرِيْ مِنْ تَحْتِيْۚ اَفَلَا تُبْصِرُوْنَۗ ٥١
- wanādā
- وَنَادَىٰ
- ve seslendi
- fir'ʿawnu
- فِرْعَوْنُ
- Fir'avn
- fī
- فِى
- içinde
- qawmihi
- قَوْمِهِۦ
- kavminin
- qāla
- قَالَ
- dedi ki
- yāqawmi
- يَٰقَوْمِ
- ey kavmim
- alaysa
- أَلَيْسَ
- değil mi?
- lī
- لِى
- benim
- mul'ku
- مُلْكُ
- mülkü
- miṣ'ra
- مِصْرَ
- Mısır
- wahādhihi
- وَهَٰذِهِ
- ve şu
- l-anhāru
- ٱلْأَنْهَٰرُ
- ırmaklar
- tajrī
- تَجْرِى
- akıp giden
- min taḥtī
- مِن تَحْتِىٓۖ
- altımdan
- afalā tub'ṣirūna
- أَفَلَا تُبْصِرُونَ
- görmüyor musunuz?
Firavun, milletine şöyle seslendi: "Ey milletim! Mısır hükümdarlığı ve memleketimde akan bu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz?" ([43] Zuhruf: 51)Tefsir
اَمْ اَنَا۠ خَيْرٌ مِّنْ هٰذَا الَّذِيْ هُوَ مَهِيْنٌ ەۙ وَّلَا يَكَادُ يُبِيْنُ ٥٢
- am
- أَمْ
- yahut (değil miyim?)
- anā
- أَنَا۠
- ben
- khayrun
- خَيْرٌ
- daha iyi
- min hādhā
- مِّنْ هَٰذَا
- şundan
- alladhī
- ٱلَّذِى
- ki
- huwa
- هُوَ
- o
- mahīnun
- مَهِينٌ
- aşağılıktır
- walā
- وَلَا
- ve olmayandır
- yakādu
- يَكَادُ
- nerdeyse
- yubīnu
- يُبِينُ
- söz anlatacak durumda
"Yahut, ben zavallı ve nerdeyse konuşamayan bu kimseden daha üstün değil miyim?" ([43] Zuhruf: 52)Tefsir
فَلَوْلَٓا اُلْقِيَ عَلَيْهِ اَسْوِرَةٌ مِّنْ ذَهَبٍ اَوْ جَاۤءَ مَعَهُ الْمَلٰۤىِٕكَةُ مُقْتَرِنِيْنَ ٥٣
- falawlā
- فَلَوْلَآ
- değil miydi?
- ul'qiya
- أُلْقِىَ
- atılmalı
- ʿalayhi
- عَلَيْهِ
- üzerine
- aswiratun
- أَسْوِرَةٌ
- bilezikler
- min dhahabin
- مِّن ذَهَبٍ
- altından
- aw
- أَوْ
- yahut
- jāa
- جَآءَ
- gelmeli (değil miydi?)
- maʿahu
- مَعَهُ
- yanında
- l-malāikatu
- ٱلْمَلَٰٓئِكَةُ
- melekler
- muq'tarinīna
- مُقْتَرِنِينَ
- yakın
"Ona altın bilezikler verilmeli veya yanında ona yardım edecek melekler gelmeli değil mi?" ([43] Zuhruf: 53)Tefsir
فَاسْتَخَفَّ قَوْمَهٗ فَاَطَاعُوْهُ ۗاِنَّهُمْ كَانُوْا قَوْمًا فٰسِقِيْنَ ٥٤
- fa-is'takhaffa
- فَٱسْتَخَفَّ
- küçümsedi
- qawmahu
- قَوْمَهُۥ
- kavmini
- fa-aṭāʿūhu
- فَأَطَاعُوهُۚ
- onlar da ona boyun eğdiler
- innahum
- إِنَّهُمْ
- çünkü onlar
- kānū
- كَانُوا۟
- idiler
- qawman
- قَوْمًا
- bir kavim
- fāsiqīna
- فَٰسِقِينَ
- yoldan çıkmış
Firavun, milletini küçümsedi ama, onlar kendisine yine de itaat ettiler. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir milletti. ([43] Zuhruf: 54)Tefsir
فَلَمَّآ اٰسَفُوْنَا انْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَاَغْرَقْنٰهُمْ اَجْمَعِيْنَۙ ٥٥
- falammā āsafūnā
- فَلَمَّآ ءَاسَفُونَا
- onlar bizi kızdırınca
- intaqamnā
- ٱنتَقَمْنَا
- biz de öc aldık
- min'hum
- مِنْهُمْ
- onlardan
- fa-aghraqnāhum
- فَأَغْرَقْنَٰهُمْ
- ve onları boğduk
- ajmaʿīna
- أَجْمَعِينَ
- hepsini
Böylece Bizi öfkelendirince onlardan öç aldık, hepsini suda boğduk. ([43] Zuhruf: 55)Tefsir
فَجَعَلْنٰهُمْ سَلَفًا وَّمَثَلًا لِّلْاٰخِرِيْنَ ࣖ ٥٦
- fajaʿalnāhum
- فَجَعَلْنَٰهُمْ
- onları yaptık
- salafan
- سَلَفًا
- geçmiş ataları
- wamathalan
- وَمَثَلًا
- ve örneği
- lil'ākhirīna
- لِّلْءَاخِرِينَ
- sonradan gelenlerin
Onları, sonradan gelecek inkarcılara ibret alınacak bir geçmiş kıldık. ([43] Zuhruf: 56)Tefsir
وَلَمَّا ضُرِبَ ابْنُ مَرْيَمَ مَثَلًا اِذَا قَوْمُكَ مِنْهُ يَصِدُّوْنَ ٥٧
- walammā
- وَلَمَّا
- ve ne zaman ki
- ḍuriba
- ضُرِبَ
- anlatılınca
- ub'nu
- ٱبْنُ
- oğlu
- maryama
- مَرْيَمَ
- Meryem
- mathalan
- مَثَلًا
- bir misal olarak
- idhā
- إِذَا
- hemen
- qawmuka
- قَوْمُكَ
- kavmin
- min'hu
- مِنْهُ
- ondan ötürü
- yaṣiddūna
- يَصِدُّونَ
- yaygarayı bastılar
Meryem oğlu misal verilince, senin milletin buna gülüp geçiverdi. ([43] Zuhruf: 57)Tefsir
وَقَالُوْٓا ءَاٰلِهَتُنَا خَيْرٌ اَمْ هُوَ ۗمَا ضَرَبُوْهُ لَكَ اِلَّا جَدَلًا ۗبَلْ هُمْ قَوْمٌ خَصِمُوْنَ ٥٨
- waqālū
- وَقَالُوٓا۟
- ve dediler
- aālihatunā
- ءَأَٰلِهَتُنَا
- bizim tanrılarımız mı?
- khayrun
- خَيْرٌ
- hayırlıdır
- am
- أَمْ
- yoksa
- huwa
- هُوَۚ
- o mu?
- mā ḍarabūhu
- مَا ضَرَبُوهُ
- bunu misal vermediler
- laka
- لَكَ
- sana
- illā
- إِلَّا
- dışında bir sebeple
- jadalan
- جَدَلًۢاۚ
- tartışmak
- bal
- بَلْ
- doğrusu
- hum
- هُمْ
- onlar
- qawmun
- قَوْمٌ
- bir toplumdur
- khaṣimūna
- خَصِمُونَ
- kavgacı
"Bizim tanrımız mı yoksa o mu daha iyidir?" dediler. Sana böyle söylemeleri, sadece, tartışmaya girişmek içindir. Onlar şüphesiz kavgacı bir millettir. ([43] Zuhruf: 58)Tefsir
اِنْ هُوَ اِلَّا عَبْدٌ اَنْعَمْنَا عَلَيْهِ وَجَعَلْنٰهُ مَثَلًا لِّبَنِيْٓ اِسْرَاۤءِيْلَ ۗ ٥٩
- in
- إِنْ
- değildir
- huwa
- هُوَ
- O
- illā
- إِلَّا
- başkası
- ʿabdun
- عَبْدٌ
- bir kul(dan)
- anʿamnā
- أَنْعَمْنَا
- ni'met verdiğimiz
- ʿalayhi
- عَلَيْهِ
- kendisine
- wajaʿalnāhu
- وَجَعَلْنَٰهُ
- ve kıldığımız
- mathalan
- مَثَلًا
- örnek
- libanī
- لِّبَنِىٓ
- oğullarına
- is'rāīla
- إِسْرَٰٓءِيلَ
- İsrail
Meryemoğlu, ancak kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına örnek kıldığımız bir kuldur. ([43] Zuhruf: 59)Tefsir
وَلَوْ نَشَاۤءُ لَجَعَلْنَا مِنْكُمْ مَّلٰۤىِٕكَةً فِى الْاَرْضِ يَخْلُفُوْنَ ٦٠
- walaw
- وَلَوْ
- ve eğer
- nashāu
- نَشَآءُ
- dileseydik
- lajaʿalnā
- لَجَعَلْنَا
- elbette yapardık
- minkum
- مِنكُم
- sizden
- malāikatan
- مَّلَٰٓئِكَةً
- melekler
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِ
- (şu) dünyada
- yakhlufūna
- يَخْلُفُونَ
- yerinize geçen
Eğer dileseydik, size bedel yeryüzünde sizin yerinizi tutacak melekler var ederdik. ([43] Zuhruf: 60)Tefsir