فَاِمَّا نَذْهَبَنَّ بِكَ فَاِنَّا مِنْهُمْ مُّنْتَقِمُوْنَۙ ٤١
- fa-immā
- فَإِمَّا
- bile
- nadhhabanna
- نَذْهَبَنَّ
- biz alıp götürsek
- bika
- بِكَ
- seni
- fa-innā
- فَإِنَّا
- muhakkak biz
- min'hum
- مِنْهُم
- onlardan
- muntaqimūna
- مُّنتَقِمُونَ
- öc alırız
Seni onlardan uzaklaştırsak bile doğrusu Biz kendilerinden öç alırız; yahut onlara vadettiğimizi sana gösteririz. Çünkü onlara karşı gücü yetenleriz. ([43] Zuhruf: 41)Tefsir
اَوْ نُرِيَنَّكَ الَّذِيْ وَعَدْنٰهُمْ فَاِنَّا عَلَيْهِمْ مُّقْتَدِرُوْنَ ٤٢
- aw
- أَوْ
- yahut
- nuriyannaka
- نُرِيَنَّكَ
- sana gösteririz
- alladhī
- ٱلَّذِى
- şeyi
- waʿadnāhum
- وَعَدْنَٰهُمْ
- onları uyardığımız
- fa-innā
- فَإِنَّا
- şüphesiz bizim
- ʿalayhim
- عَلَيْهِم
- onlara
- muq'tadirūna
- مُّقْتَدِرُونَ
- gücümüz yeter
Seni onlardan uzaklaştırsak bile doğrusu Biz kendilerinden öç alırız; yahut onlara vadettiğimizi sana gösteririz. Çünkü onlara karşı gücü yetenleriz. ([43] Zuhruf: 42)Tefsir
فَاسْتَمْسِكْ بِالَّذِيْٓ اُوْحِيَ اِلَيْكَ ۚاِنَّكَ عَلٰى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيْمٍ ٤٣
- fa-is'tamsik
- فَٱسْتَمْسِكْ
- sen sımsıkı sarıl
- bi-alladhī ūḥiya
- بِٱلَّذِىٓ أُوحِىَ
- vahyedilene
- ilayka
- إِلَيْكَۖ
- sana
- innaka
- إِنَّكَ
- çünkü sen
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerindesin
- ṣirāṭin
- صِرَٰطٍ
- yol
- mus'taqīmin
- مُّسْتَقِيمٍ
- doğru
Sana vahyolunana sarıl, sen, şüphesiz doğru yol üzerindesin. ([43] Zuhruf: 43)Tefsir
وَاِنَّهٗ لَذِكْرٌ لَّكَ وَلِقَوْمِكَ ۚوَسَوْفَ تُسْٔـَلُوْنَ ٤٤
- wa-innahu
- وَإِنَّهُۥ
- şüphesiz O (Kur'an)
- ladhik'run
- لَذِكْرٌ
- bir Zikir'dir
- laka
- لَّكَ
- sana
- waliqawmika
- وَلِقَوْمِكَۖ
- ve kavmine
- wasawfa
- وَسَوْفَ
- ve yakında
- tus'alūna
- تُسْـَٔلُونَ
- sorulacaksınız
Doğrusu bu Kuran sana ve ümmetine bir öğüttür, ondan sorumlu tutulacaksınız. ([43] Zuhruf: 44)Tefsir
وَسْٔـَلْ مَنْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رُّسُلِنَآ ۖ اَجَعَلْنَا مِنْ دُوْنِ الرَّحْمٰنِ اٰلِهَةً يُّعْبَدُوْنَ ࣖ ٤٥
- wasal
- وَسْـَٔلْ
- ve sor
- man
- مَنْ
- kimseye
- arsalnā
- أَرْسَلْنَا
- gönderdiğimiz
- min qablika
- مِن قَبْلِكَ
- senden önce
- min rusulinā
- مِن رُّسُلِنَآ
- elçilerimizden
- ajaʿalnā
- أَجَعَلْنَا
- yapmış mıyız?
- min dūni
- مِن دُونِ
- başka
- l-raḥmāni
- ٱلرَّحْمَٰنِ
- Rahman'dan
- ālihatan
- ءَالِهَةً
- tanrılar
- yuʿ'badūna
- يُعْبَدُونَ
- tapılacak
Senden önce gönderdiğimiz elçilerimizden sor; Biz, Rahman olan Allah'tan başka, kulluk edilecek tanrılar meşru kılmış mıyız? ([43] Zuhruf: 45)Tefsir
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوْسٰى بِاٰيٰتِنَآ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۟ىِٕهٖ فَقَالَ اِنِّيْ رَسُوْلُ رَبِّ الْعٰلَمِيْنَ ٤٦
- walaqad
- وَلَقَدْ
- ve andolsun
- arsalnā
- أَرْسَلْنَا
- biz gönderdik
- mūsā
- مُوسَىٰ
- Musa'yı
- biāyātinā
- بِـَٔايَٰتِنَآ
- ayetlerimizle
- ilā fir'ʿawna
- إِلَىٰ فِرْعَوْنَ
- Fir'avn'a
- wamala-ihi
- وَمَلَإِي۟هِۦ
- ve ileri gelen adamlarına
- faqāla
- فَقَالَ
- dedi
- innī
- إِنِّى
- elbette ben
- rasūlu
- رَسُولُ
- elçisiyim
- rabbi
- رَبِّ
- Rabbinin
- l-ʿālamīna
- ٱلْعَٰلَمِينَ
- alemlerin
And olsun ki Biz Musa'yı mucizelerimizle Firavun'a ve erkanına göndermiştik, "Şüphesiz ben, Alemlerin Rabbinin elçisiyim" demişti. ([43] Zuhruf: 46)Tefsir
فَلَمَّا جَاۤءَهُمْ بِاٰيٰتِنَآ اِذَا هُمْ مِّنْهَا يَضْحَكُوْنَ ٤٧
- falammā
- فَلَمَّا
- ne zaman ki
- jāahum
- جَآءَهُم
- onlara gelince
- biāyātinā
- بِـَٔايَٰتِنَآ
- ayetlerimizle
- idhā
- إِذَا
- hemen
- hum
- هُم
- onlar
- min'hā
- مِّنْهَا
- onlarla
- yaḍḥakūna
- يَضْحَكُونَ
- (alay edip) gülmeğe başladılar
Onlara mucizelerimizi getirdiği zaman, bunlara gülüvermişlerdi. ([43] Zuhruf: 47)Tefsir
وَمَا نُرِيْهِمْ مِّنْ اٰيَةٍ اِلَّا هِيَ اَكْبَرُ مِنْ اُخْتِهَاۗ وَاَخَذْنٰهُمْ بِالْعَذَابِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُوْنَ ٤٨
- wamā
- وَمَا
- ve
- nurīhim
- نُرِيهِم
- onlara göstermeyiz
- min
- مِّنْ
- hiçbir
- āyatin
- ءَايَةٍ
- mu'cize
- illā
- إِلَّا
- başkasını
- hiya
- هِىَ
- o
- akbaru
- أَكْبَرُ
- daha büyük (olandan)
- min ukh'tihā
- مِنْ أُخْتِهَاۖ
- ötekinden
- wa-akhadhnāhum
- وَأَخَذْنَٰهُم
- ve onları yakaladık
- bil-ʿadhābi
- بِٱلْعَذَابِ
- azab(lar) ile
- laʿallahum
- لَعَلَّهُمْ
- umulur ki
- yarjiʿūna
- يَرْجِعُونَ
- dönerler
Onlara gösterdiğimiz her mucize diğerinden daha büyüktü; doğru yola dönmeleri için onları azaba uğrattık. ([43] Zuhruf: 48)Tefsir
وَقَالُوْا يٰٓاَيُّهَ السّٰحِرُ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَۚ اِنَّنَا لَمُهْتَدُوْنَ ٤٩
- waqālū
- وَقَالُوا۟
- ve dediler ki
- yāayyuha
- يَٰٓأَيُّهَ
- ey
- l-sāḥiru
- ٱلسَّاحِرُ
- büyücü
- ud'ʿu
- ٱدْعُ
- du'a et
- lanā
- لَنَا
- bizim için
- rabbaka
- رَبَّكَ
- Rabbine
- bimā
- بِمَا
- hürmetine
- ʿahida
- عَهِدَ
- söz
- ʿindaka
- عِندَكَ
- sana verdiği
- innanā
- إِنَّنَا
- artık biz
- lamuh'tadūna
- لَمُهْتَدُونَ
- yola geleceğiz
"Ey Sihirbaz! Sana verdiği ahde göre Rabbine bizim için yalvar da doğru yola erişelim" dediler. ([43] Zuhruf: 49)Tefsir
فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ اِذَا هُمْ يَنْكُثُوْنَ ٥٠
- falammā
- فَلَمَّا
- fakat
- kashafnā
- كَشَفْنَا
- biz kaldırınca
- ʿanhumu
- عَنْهُمُ
- onlardan
- l-ʿadhāba
- ٱلْعَذَابَ
- azabı
- idhā
- إِذَا
- hemen
- hum
- هُمْ
- onlar
- yankuthūna
- يَنكُثُونَ
- sözlerinden dönüyorlar
Ama, azabı üzerlerinden kaldırdığımızda hemen sözlerinden döndüler. ([43] Zuhruf: 50)Tefsir