وَقَالُوْا لَوْلَا نُزِّلَ هٰذَا الْقُرْاٰنُ عَلٰى رَجُلٍ مِّنَ الْقَرْيَتَيْنِ عَظِيْمٍ ٣١
- waqālū
- وَقَالُوا۟
- ve dediler ki
- lawlā
- لَوْلَا
- değil miydi?
- nuzzila
- نُزِّلَ
- indirilmeli
- hādhā
- هَٰذَا
- bu
- l-qur'ānu
- ٱلْقُرْءَانُ
- Kur'an
- ʿalā rajulin
- عَلَىٰ رَجُلٍ
- bir adama
- mina l-qaryatayni
- مِّنَ ٱلْقَرْيَتَيْنِ
- iki kentten
- ʿaẓīmin
- عَظِيمٍ
- büyük
"Bu Kuran, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?" dediler. ([43] Zuhruf: 31)Tefsir
اَهُمْ يَقْسِمُوْنَ رَحْمَتَ رَبِّكَۗ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُمْ مَّعِيْشَتَهُمْ فِى الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجٰتٍ لِّيَتَّخِذَ بَعْضُهُمْ بَعْضًا سُخْرِيًّا ۗوَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُوْنَ ٣٢
- ahum
- أَهُمْ
- onlar mı?
- yaqsimūna
- يَقْسِمُونَ
- bölüştürüyorlar
- raḥmata
- رَحْمَتَ
- rahmetini
- rabbika
- رَبِّكَۚ
- Rabbinin
- naḥnu
- نَحْنُ
- biz
- qasamnā
- قَسَمْنَا
- taksim ettik
- baynahum
- بَيْنَهُم
- aralarında
- maʿīshatahum
- مَّعِيشَتَهُمْ
- onların geçimliklerini
- fī l-ḥayati
- فِى ٱلْحَيَوٰةِ
- hayatında
- l-dun'yā
- ٱلدُّنْيَاۚ
- dünya
- warafaʿnā
- وَرَفَعْنَا
- ve üstün kıldık
- baʿḍahum
- بَعْضَهُمْ
- onlardan kimini
- fawqa
- فَوْقَ
- üzerine
- baʿḍin
- بَعْضٍ
- ötekiler
- darajātin
- دَرَجَٰتٍ
- derecelerle
- liyattakhidha
- لِّيَتَّخِذَ
- edinmeleri için
- baʿḍuhum
- بَعْضُهُم
- biri
- baʿḍan
- بَعْضًا
- diğerine
- sukh'riyyan
- سُخْرِيًّاۗ
- hizmetçi çalışan'
- waraḥmatu
- وَرَحْمَتُ
- ve rahmeti
- rabbika
- رَبِّكَ
- Rabbinin
- khayrun
- خَيْرٌ
- daha hayırlıdır
- mimmā
- مِّمَّا
- şeylerden
- yajmaʿūna
- يَجْمَعُونَ
- onların toplayıp yığdıkları
Rabbinin rahmetini onlar mı taksim edip paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında Biz taksim ettik; birbirlerine iş gördürmeleri için kimini kimine derecelerle üstün kıldık; Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri şeylerden daha iyidir. ([43] Zuhruf: 32)Tefsir
وَلَوْلَآ اَنْ يَّكُوْنَ النَّاسُ اُمَّةً وَّاحِدَةً لَّجَعَلْنَا لِمَنْ يَّكْفُرُ بِالرَّحْمٰنِ لِبُيُوْتِهِمْ سُقُفًا مِّنْ فِضَّةٍ وَّمَعَارِجَ عَلَيْهَا يَظْهَرُوْنَۙ ٣٣
- walawlā
- وَلَوْلَآ
- (sözkonusu) olmasaydı
- an yakūna
- أَن يَكُونَ
- olması
- l-nāsu
- ٱلنَّاسُ
- insanların
- ummatan
- أُمَّةً
- ümmet
- wāḥidatan
- وَٰحِدَةً
- bir tek
- lajaʿalnā
- لَّجَعَلْنَا
- yapardık
- liman
- لِمَن
- kimseler için
- yakfuru
- يَكْفُرُ
- inkar eden
- bil-raḥmāni
- بِٱلرَّحْمَٰنِ
- Rahman'ı
- libuyūtihim
- لِبُيُوتِهِمْ
- evlerine
- suqufan
- سُقُفًا
- tavanlar
- min fiḍḍatin
- مِّن فِضَّةٍ
- gümüşten
- wamaʿārija
- وَمَعَارِجَ
- ve merdivenler
- ʿalayhā
- عَلَيْهَا
- üzerine
- yaẓharūna
- يَظْهَرُونَ
- binip çıkacakları
Eğer bütün insanlar tek ümmet olma durumuna gelmeyecek olsaydı, Rahman olan Allah'ı inkar edenlerin evlerinin tavanlarını, üzerinde yükseldikleri merdivenleri, evlerinin kapılarını, üzerine yaslanacakları kerevetleri gümüşten yapar ve altın bezeklerle işlerdik. Bunların hepsi ancak dünya hayatının geçimliğidir. Ahiret, Rabbinin katında O'na karşı gelmekten sakınanlaradır. ([43] Zuhruf: 33)Tefsir
وَلِبُيُوْتِهِمْ اَبْوَابًا وَّسُرُرًا عَلَيْهَا يَتَّكِـُٔوْنَۙ ٣٤
- walibuyūtihim
- وَلِبُيُوتِهِمْ
- ve evlerine
- abwāban
- أَبْوَٰبًا
- kapılar
- wasururan
- وَسُرُرًا
- ve koltuklar
- ʿalayhā
- عَلَيْهَا
- üzerine
- yattakiūna
- يَتَّكِـُٔونَ
- yaslanacakları
Eğer bütün insanlar tek ümmet olma durumuna gelmeyecek olsaydı, Rahman olan Allah'ı inkar edenlerin evlerinin tavanlarını, üzerinde yükseldikleri merdivenleri, evlerinin kapılarını, üzerine yaslanacakları kerevetleri gümüşten yapar ve altın bezeklerle işlerdik. Bunların hepsi ancak dünya hayatının geçimliğidir. Ahiret, Rabbinin katında O'na karşı gelmekten sakınanlaradır. ([43] Zuhruf: 34)Tefsir
وَزُخْرُفًاۗ وَاِنْ كُلُّ ذٰلِكَ لَمَّا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ۗوَالْاٰخِرَةُ عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُتَّقِيْنَ ࣖ ٣٥
- wazukh'rufan
- وَزُخْرُفًاۚ
- ve (nice) süsler
- wa-in
- وَإِن
- (başka) değil
- kullu
- كُلُّ
- bütün
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- bunlar
- lammā
- لَمَّا
- sadece
- matāʿu
- مَتَٰعُ
- geçici menfaatleridir
- l-ḥayati
- ٱلْحَيَوٰةِ
- hayatının
- l-dun'yā
- ٱلدُّنْيَاۚ
- dünya
- wal-ākhiratu
- وَٱلْءَاخِرَةُ
- ahiret ise
- ʿinda
- عِندَ
- katında
- rabbika
- رَبِّكَ
- Rabbinin
- lil'muttaqīna
- لِلْمُتَّقِينَ
- muttakiler içindir
Eğer bütün insanlar tek ümmet olma durumuna gelmeyecek olsaydı, Rahman olan Allah'ı inkar edenlerin evlerinin tavanlarını, üzerinde yükseldikleri merdivenleri, evlerinin kapılarını, üzerine yaslanacakları kerevetleri gümüşten yapar ve altın bezeklerle işlerdik. Bunların hepsi ancak dünya hayatının geçimliğidir. Ahiret, Rabbinin katında O'na karşı gelmekten sakınanlaradır. ([43] Zuhruf: 35)Tefsir
وَمَنْ يَّعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمٰنِ نُقَيِّضْ لَهٗ شَيْطٰنًا فَهُوَ لَهٗ قَرِيْنٌ ٣٦
- waman
- وَمَن
- ve kim
- yaʿshu
- يَعْشُ
- yüz çevirirse
- ʿan dhik'ri
- عَن ذِكْرِ
- zikrinden
- l-raḥmāni
- ٱلرَّحْمَٰنِ
- Rahman'ın
- nuqayyiḍ
- نُقَيِّضْ
- sardırırız
- lahu
- لَهُۥ
- ona
- shayṭānan
- شَيْطَٰنًا
- bir şeytanı
- fahuwa
- فَهُوَ
- artık o
- lahu
- لَهُۥ
- onun
- qarīnun
- قَرِينٌ
- arkadaşı olur
Rahman olan Allah'ı anmayı görmezlikten gelene, yanından ayrılmayacak bir şeytanı arkadaş veririz. ([43] Zuhruf: 36)Tefsir
وَاِنَّهُمْ لَيَصُدُّوْنَهُمْ عَنِ السَّبِيْلِ وَيَحْسَبُوْنَ اَنَّهُمْ مُّهْتَدُوْنَ ٣٧
- wa-innahum
- وَإِنَّهُمْ
- elbette onlar
- layaṣuddūnahum
- لَيَصُدُّونَهُمْ
- onları engellerler
- ʿani l-sabīli
- عَنِ ٱلسَّبِيلِ
- yoldan
- wayaḥsabūna
- وَيَحْسَبُونَ
- fakat sanırlar
- annahum
- أَنَّهُم
- bunlar
- muh'tadūna
- مُّهْتَدُونَ
- doğru yolda olduklarını
Şüphesiz onlar bunları yoldan alıkorlar, bunlar da doğru yola eriştiklerini sanırlar. ([43] Zuhruf: 37)Tefsir
حَتّٰىٓ اِذَا جَاۤءَنَا قَالَ يٰلَيْتَ بَيْنِيْ وَبَيْنَكَ بُعْدَ الْمَشْرِقَيْنِ فَبِئْسَ الْقَرِيْنُ ٣٨
- ḥattā
- حَتَّىٰٓ
- nihayet
- idhā
- إِذَا
- zaman
- jāanā
- جَآءَنَا
- bize geldiği
- qāla
- قَالَ
- der ki
- yālayta
- يَٰلَيْتَ
- ey keşke olsaydı
- baynī
- بَيْنِى
- benimle
- wabaynaka
- وَبَيْنَكَ
- senin aranda
- buʿ'da
- بُعْدَ
- kadar uzaklık
- l-mashriqayni
- ٱلْمَشْرِقَيْنِ
- iki doğu
- fabi'sa
- فَبِئْسَ
- meğer ne kötü
- l-qarīnu
- ٱلْقَرِينُ
- arkadaş(mışsın)
Sonunda Bize gelince arkadaşına: "Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arasındaki kadar uzaklık olsaydı, sen ne kötü arkadaş imişsin!" der. Nedametin bugün size hiç faydası dokunmaz; zira haksızlık etmiştiniz, şimdi azabda ortaksınız. ([43] Zuhruf: 38)Tefsir
وَلَنْ يَّنْفَعَكُمُ الْيَوْمَ اِذْ ظَّلَمْتُمْ اَنَّكُمْ فِى الْعَذَابِ مُشْتَرِكُوْنَ ٣٩
- walan
- وَلَن
- ve asla
- yanfaʿakumu
- يَنفَعَكُمُ
- size bir yarar sağlamaz
- l-yawma
- ٱلْيَوْمَ
- bugün
- idh
- إِذ
- çünkü
- ẓalamtum
- ظَّلَمْتُمْ
- zulmettiniz
- annakum
- أَنَّكُمْ
- siz
- fī l-ʿadhābi
- فِى ٱلْعَذَابِ
- azabda
- mush'tarikūna
- مُشْتَرِكُونَ
- ortaksınız
Sonunda Bize gelince arkadaşına: "Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arasındaki kadar uzaklık olsaydı, sen ne kötü arkadaş imişsin!" der. Nedametin bugün size hiç faydası dokunmaz; zira haksızlık etmiştiniz, şimdi azabda ortaksınız. ([43] Zuhruf: 39)Tefsir
اَفَاَنْتَ تُسْمِعُ الصُّمَّ اَوْ تَهْدِى الْعُمْيَ وَمَنْ كَانَ فِيْ ضَلٰلٍ مُّبِيْنٍ ٤٠
- afa-anta
- أَفَأَنتَ
- sen mi?
- tus'miʿu
- تُسْمِعُ
- işittireceksin
- l-ṣuma
- ٱلصُّمَّ
- sağıra
- aw
- أَوْ
- yahut;
- tahdī
- تَهْدِى
- yola ileteceksin
- l-ʿum'ya
- ٱلْعُمْىَ
- körü
- waman
- وَمَن
- ve kimseyi
- kāna
- كَانَ
- olan
- fī ḍalālin
- فِى ضَلَٰلٍ
- sapıklıkta
- mubīnin
- مُّبِينٍ
- apaçık
Sağırlara sen mi duyuracaksın? Yoksa körleri ve apaçık sapıklıkta olanları doğru yola sen mi eriştireceksin? ([43] Zuhruf: 40)Tefsir