اِذِ الْاَغْلٰلُ فِيْٓ اَعْنَاقِهِمْ وَالسَّلٰسِلُۗ يُسْحَبُوْنَۙ ٧١
- idhi
- إِذِ
- o zaman
- l-aghlālu
- ٱلْأَغْلَٰلُ
- demir halkalar
- fī aʿnāqihim
- فِىٓ أَعْنَٰقِهِمْ
- boyunlarında
- wal-salāsilu
- وَٱلسَّلَٰسِلُ
- ve zincirler
- yus'ḥabūna
- يُسْحَبُونَ
- sürüklenceklerdir
Boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülür, sonra ateşte yakılırlar. ([40] Mumin: 71)Tefsir
فِى الْحَمِيْمِ ەۙ ثُمَّ فِى النَّارِ يُسْجَرُوْنَۚ ٧٢
- fī
- فِى
- içinde
- l-ḥamīmi
- ٱلْحَمِيمِ
- kaynar su
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- fī l-nāri
- فِى ٱلنَّارِ
- ateşte
- yus'jarūna
- يُسْجَرُونَ
- yakılacaklardır
Boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülür, sonra ateşte yakılırlar. ([40] Mumin: 72)Tefsir
ثُمَّ قِيْلَ لَهُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تُشْرِكُوْنَۙ ٧٣
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- qīla
- قِيلَ
- denilecektir
- lahum
- لَهُمْ
- onlara
- ayna
- أَيْنَ
- nerede?
- mā
- مَا
- şeyler
- kuntum
- كُنتُمْ
- olduğunuz
- tush'rikūna
- تُشْرِكُونَ
- ortak koşuyor(lar)
Sonra onlara: "Allah'ı bırakıp da koştuğunuz ortaklar nerededir?" denir. "Bizden uzaklaştılar; hayır, biz zaten önceleri hiçbir şeye kulluk etmiyorduk" derler. İşte Allah inkarcıları böyle saptırır. ([40] Mumin: 73)Tefsir
مِنْ دُوْنِ اللّٰهِ ۗقَالُوْا ضَلُّوْا عَنَّا بَلْ لَّمْ نَكُنْ نَّدْعُوْا مِنْ قَبْلُ شَيْـًٔاۚ كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ الْكٰفِرِيْنَ ٧٤
- min dūni
- مِن دُونِ
- başkaları?
- l-lahi
- ٱللَّهِۖ
- Allah'tan
- qālū
- قَالُوا۟
- diyecekler ki
- ḍallū
- ضَلُّوا۟
- kayboldular
- ʿannā
- عَنَّا
- bizden
- bal
- بَل
- hayır
- lam nakun
- لَّمْ نَكُن
- değilmişiz
- nadʿū
- نَّدْعُوا۟
- biz tapmıyor
- min qablu
- مِن قَبْلُ
- önceden
- shayan
- شَيْـًٔاۚ
- hiçbir şeye
- kadhālika
- كَذَٰلِكَ
- işte böyle
- yuḍillu
- يُضِلُّ
- şaşırtır
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- l-kāfirīna
- ٱلْكَٰفِرِينَ
- kafirleri
Sonra onlara: "Allah'ı bırakıp da koştuğunuz ortaklar nerededir?" denir. "Bizden uzaklaştılar; hayır, biz zaten önceleri hiçbir şeye kulluk etmiyorduk" derler. İşte Allah inkarcıları böyle saptırır. ([40] Mumin: 74)Tefsir
ذٰلِكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَفْرَحُوْنَ فِى الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنْتُمْ تَمْرَحُوْنَ ٧٥
- dhālikum
- ذَٰلِكُم
- bu durum
- bimā
- بِمَا
- ötürüdür
- kuntum
- كُنتُمْ
- sizin
- tafraḥūna
- تَفْرَحُونَ
- şımarmanızdan
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِ
- yeryüzünde
- bighayri
- بِغَيْرِ
- olmaksızın
- l-ḥaqi
- ٱلْحَقِّ
- hakkı
- wabimā
- وَبِمَا
- ve ötürüdür
- kuntum
- كُنتُمْ
- olmanızdan
- tamraḥūna
- تَمْرَحُونَ
- böbürlenmiş
Onlara: "İşte bu, yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür. Temelli kalacağınız cehennem kapılarından girin" denir. Büyüklenenlerin durağı ne kötüdür! ([40] Mumin: 75)Tefsir
اُدْخُلُوْٓا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خٰلِدِيْنَ فِيْهَا ۚفَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِيْنَ ٧٦
- ud'khulū
- ٱدْخُلُوٓا۟
- girin
- abwāba
- أَبْوَٰبَ
- kapılarından
- jahannama
- جَهَنَّمَ
- cehennemin
- khālidīna
- خَٰلِدِينَ
- ebedi kalacaksınız
- fīhā
- فِيهَاۖ
- orada
- fabi'sa
- فَبِئْسَ
- ne kötüdür
- mathwā
- مَثْوَى
- yeri
- l-mutakabirīna
- ٱلْمُتَكَبِّرِينَ
- kibirlenenlerin
Onlara: "İşte bu, yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür. Temelli kalacağınız cehennem kapılarından girin" denir. Büyüklenenlerin durağı ne kötüdür! ([40] Mumin: 76)Tefsir
فَاصْبِرْ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ ۚفَاِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذِيْ نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَاِلَيْنَا يُرْجَعُوْنَ ٧٧
- fa-iṣ'bir
- فَٱصْبِرْ
- artık sabret
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- waʿda
- وَعْدَ
- va'di (sözü)
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- ḥaqqun
- حَقٌّۚ
- gerçektir
- fa-immā
- فَإِمَّا
- ya
- nuriyannaka
- نُرِيَنَّكَ
- sana gösteririz
- baʿḍa
- بَعْضَ
- bir kısmını
- alladhī
- ٱلَّذِى
- şeylerin
- naʿiduhum
- نَعِدُهُمْ
- onları tehdidettiğimiz
- aw
- أَوْ
- yahut
- natawaffayannaka
- نَتَوَفَّيَنَّكَ
- seni vefat ettiririz
- fa-ilaynā
- فَإِلَيْنَا
- sonunda bize
- yur'jaʿūna
- يُرْجَعُونَ
- döndürüleceklerdir
Sabret; şüphesiz Allah'ın verdiği söz gerçektir. Onlara söz verdiğimiz azabın bir kısmını sana gösteririz veya seni öldürürüz, nasıl olsa onların dönüşü Bizedir. ([40] Mumin: 77)Tefsir
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلًا مِّنْ قَبْلِكَ مِنْهُمْ مَّنْ قَصَصْنَا عَلَيْكَ وَمِنْهُمْ مَّنْ لَّمْ نَقْصُصْ عَلَيْكَ ۗوَمَا كَانَ لِرَسُوْلٍ اَنْ يَّأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِ ۚفَاِذَا جَاۤءَ اَمْرُ اللّٰهِ قُضِيَ بِالْحَقِّ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْمُبْطِلُوْنَ ࣖ ٧٨
- walaqad
- وَلَقَدْ
- ve andolsun
- arsalnā
- أَرْسَلْنَا
- biz gönderdik
- rusulan
- رُسُلًا
- elçiler
- min qablika
- مِّن قَبْلِكَ
- senden önce de
- min'hum
- مِنْهُم
- onlardan
- man
- مَّن
- kimini
- qaṣaṣnā
- قَصَصْنَا
- anlattık
- ʿalayka
- عَلَيْكَ
- sana
- wamin'hum
- وَمِنْهُم
- ve onlardan
- man
- مَّن
- kimini
- lam naqṣuṣ
- لَّمْ نَقْصُصْ
- anlatmadık
- ʿalayka
- عَلَيْكَۗ
- sana
- wamā
- وَمَا
- ve değildir
- kāna
- كَانَ
- mümkün
- lirasūlin
- لِرَسُولٍ
- hiçbir elçinin
- an yatiya
- أَن يَأْتِىَ
- getirmesi
- biāyatin
- بِـَٔايَةٍ
- bir mu'cize
- illā
- إِلَّا
- dışında
- bi-idh'ni
- بِإِذْنِ
- izni
- l-lahi
- ٱللَّهِۚ
- Allah'ın
- fa-idhā
- فَإِذَا
- zaman
- jāa
- جَآءَ
- geldiği
- amru
- أَمْرُ
- emri
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- quḍiya
- قُضِىَ
- yerine getirilir
- bil-ḥaqi
- بِٱلْحَقِّ
- hak ile
- wakhasira
- وَخَسِرَ
- ve hüsrana uğrarlar
- hunālika
- هُنَالِكَ
- orada
- l-mub'ṭilūna
- ٱلْمُبْطِلُونَ
- boşa çıkarmağa uğraşanlar
And olsun ki, senden önce birçok peygamberler gönderdik; sana onların kimini anlattık, kimini anlatmadık; hiçbir peygamber, Allah'ın izni olmadan bir mucize getiremez. Allah'ın buyruğu gelince iş gerçekten biter. İşte o zaman, boşa uğraşanlar hüsranda kalırlar. ([40] Mumin: 78)Tefsir
اَللّٰهُ الَّذِيْ جَعَلَ لَكُمُ الْاَنْعَامَ لِتَرْكَبُوْا مِنْهَا وَمِنْهَا تَأْكُلُوْنَۖ ٧٩
- al-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- alladhī
- ٱلَّذِى
- O'dur ki
- jaʿala
- جَعَلَ
- yarattı
- lakumu
- لَكُمُ
- size
- l-anʿāma
- ٱلْأَنْعَٰمَ
- hayvanları
- litarkabū
- لِتَرْكَبُوا۟
- binmeniz için
- min'hā
- مِنْهَا
- kimine
- wamin'hā
- وَمِنْهَا
- ve kiminden
- takulūna
- تَأْكُلُونَ
- yemeniz için
Binek olarak kullanmanız ve yemeniz için hayvanları sizin için yaratan Allah'tır. ([40] Mumin: 79)Tefsir
وَلَكُمْ فِيْهَا مَنَافِعُ وَلِتَبْلُغُوْا عَلَيْهَا حَاجَةً فِيْ صُدُوْرِكُمْ وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُوْنَۗ ٨٠
- walakum
- وَلَكُمْ
- ve sizin için vardır
- fīhā
- فِيهَا
- onlarda
- manāfiʿu
- مَنَٰفِعُ
- faydalar
- walitablughū
- وَلِتَبْلُغُوا۟
- erersiniz
- ʿalayhā
- عَلَيْهَا
- onların üstünde
- ḥājatan
- حَاجَةً
- arzuya
- fī ṣudūrikum
- فِى صُدُورِكُمْ
- gönüllerinizdeki
- waʿalayhā
- وَعَلَيْهَا
- ve onların üstünde
- waʿalā
- وَعَلَى
- ve üstünde
- l-ful'ki
- ٱلْفُلْكِ
- gemilerin
- tuḥ'malūna
- تُحْمَلُونَ
- taşınırsınız
Onlarda sizin için daha nice faydalar vardır; gönüllerinizdeki arzulara, onlara binerek ulaşırsınız. Onlarla ve gemilerle taşınırsınız. ([40] Mumin: 80)Tefsir