وَيَقُوْلُوْنَ طَاعَةٌ ۖ فَاِذَا بَرَزُوْا مِنْ عِنْدِكَ بَيَّتَ طَاۤىِٕفَةٌ مِّنْهُمْ غَيْرَ الَّذِيْ تَقُوْلُ ۗ وَاللّٰهُ يَكْتُبُ مَا يُبَيِّتُوْنَ ۚ فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ ۗ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَكِيْلًا ٨١
- wayaqūlūna
- وَيَقُولُونَ
- derler ki
- ṭāʿatun
- طَاعَةٌ
- peki (tamam)
- fa-idhā
- فَإِذَا
- fakat
- barazū
- بَرَزُوا۟
- çıkınca
- min ʿindika
- مِنْ عِندِكَ
- senin yanından
- bayyata
- بَيَّتَ
- geceleyin kurarlar
- ṭāifatun
- طَآئِفَةٌ
- birtakımı
- min'hum
- مِّنْهُمْ
- içlerinden
- ghayra
- غَيْرَ
- tersini
- alladhī
- ٱلَّذِى
- şeyin
- taqūlu
- تَقُولُۖ
- söylemiş olduğun
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- yaktubu
- يَكْتُبُ
- yazmaktadır
- mā
- مَا
- şeyleri
- yubayyitūna
- يُبَيِّتُونَۖ
- geceleyin düşünüp kurdukların
- fa-aʿriḍ
- فَأَعْرِضْ
- sen aldırma
- ʿanhum
- عَنْهُمْ
- onlara
- watawakkal
- وَتَوَكَّلْ
- ve dayan
- ʿalā l-lahi
- عَلَى ٱللَّهِۚ
- Allah'a
- wakafā
- وَكَفَىٰ
- ve yeter
- bil-lahi
- بِٱللَّهِ
- Allah
- wakīlan
- وَكِيلًا
- vekil olarak
"Peki" derler, fakat senin yanından çıktıklarında, içlerinden bir takımı, geceleyin senin dediklerinden başka bir şey kurarlar. Allah gece tasarladıklarını yazıyor, onlara aldırış etme. Allah'a güven, vekil olarak Allah yeter. ([4] Nisa: 81)Tefsir
اَفَلَا يَتَدَبَّرُوْنَ الْقُرْاٰنَ ۗ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِنْدِ غَيْرِ اللّٰهِ لَوَجَدُوْا فِيْهِ اخْتِلَافًا كَثِيْرًا ٨٢
- afalā yatadabbarūna
- أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ
- düşünmüyorlar mı?
- l-qur'āna
- ٱلْقُرْءَانَۚ
- Kur'an'ı
- walaw
- وَلَوْ
- ve eğer
- kāna
- كَانَ
- olsaydı
- min ʿindi
- مِنْ عِندِ
- tarafından
- ghayri
- غَيْرِ
- başkası
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'tan
- lawajadū
- لَوَجَدُوا۟
- bulurlardı
- fīhi
- فِيهِ
- onda
- ikh'tilāfan
- ٱخْتِلَٰفًا
- birbirini tutmaz;
- kathīran
- كَثِيرًا
- çok şey
Kuran'ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah'tan başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı. ([4] Nisa: 82)Tefsir
وَاِذَا جَاۤءَهُمْ اَمْرٌ مِّنَ الْاَمْنِ اَوِ الْخَوْفِ اَذَاعُوْا بِهٖ ۗ وَلَوْ رَدُّوْهُ اِلَى الرَّسُوْلِ وَاِلٰٓى اُولِى الْاَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذِيْنَ يَسْتَنْۢبِطُوْنَهٗ مِنْهُمْ ۗ وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهٗ لَاتَّبَعْتُمُ الشَّيْطٰنَ اِلَّا قَلِيْلًا ٨٣
- wa-idhā
- وَإِذَا
- ne zaman ki
- jāahum
- جَآءَهُمْ
- onlara gelse
- amrun
- أَمْرٌ
- bir haber
- mina
- مِّنَ
- (dair)
- l-amni
- ٱلْأَمْنِ
- güvene
- awi
- أَوِ
- veya
- l-khawfi
- ٱلْخَوْفِ
- korkuya
- adhāʿū
- أَذَاعُوا۟
- yayarlar
- bihi
- بِهِۦۖ
- onu
- walaw
- وَلَوْ
- halbuki
- raddūhu
- رَدُّوهُ
- onu götürselerdi
- ilā l-rasūli
- إِلَى ٱلرَّسُولِ
- Elçi'ye
- wa-ilā ulī
- وَإِلَىٰٓ أُو۟لِى
- ve sahiplerine
- l-amri
- ٱلْأَمْرِ
- buyruk
- min'hum
- مِنْهُمْ
- aralarındaki
- laʿalimahu
- لَعَلِمَهُ
- bilirlerdi
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- yastanbiṭūnahu
- يَسْتَنۢبِطُونَهُۥ
- işin içyüzünü araştıran(lar)
- min'hum
- مِنْهُمْۗ
- onun ne olduğunu
- walawlā
- وَلَوْلَا
- eğer olmasaydı
- faḍlu
- فَضْلُ
- lutfu
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْ
- size
- waraḥmatuhu
- وَرَحْمَتُهُۥ
- ve rahmeti
- la-ittabaʿtumu
- لَٱتَّبَعْتُمُ
- uyardınız
- l-shayṭāna
- ٱلشَّيْطَٰنَ
- şeytana
- illā
- إِلَّا
- hariç
- qalīlan
- قَلِيلًا
- pek azınız
Kendilerine güven veya korku hususunda bir haber geldiğinde onu yayarlar; halbuki o haberi Peygamber'e veya kendilerinden buyruk sahibi olanlara götürselerdi, onlardan sonuç çıkarmaya kadir olanlar onu bilirdi. Allah'ın size bol nimeti ve rahmeti olmasaydı, pek azınız bir yana, şeytana uyardınız. ([4] Nisa: 83)Tefsir
فَقَاتِلْ فِيْ سَبِيْلِ اللّٰهِ ۚ لَا تُكَلَّفُ اِلَّا نَفْسَكَ وَحَرِّضِ الْمُؤْمِنِيْنَ ۚ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَّكُفَّ بَأْسَ الَّذِيْنَ كَفَرُوْا ۗوَاللّٰهُ اَشَدُّ بَأْسًا وَّاَشَدُّ تَنْكِيْلًا ٨٤
- faqātil
- فَقَٰتِلْ
- (o halde) savaş
- fī
- فِى
- yolunda
- sabīli l-lahi
- سَبِيلِ ٱللَّهِ
- Allah
- lā tukallafu
- لَا تُكَلَّفُ
- sen sorumlu değilsin
- illā
- إِلَّا
- başkasından
- nafsaka
- نَفْسَكَۚ
- kendinden
- waḥarriḍi
- وَحَرِّضِ
- ve teşvik et
- l-mu'minīna
- ٱلْمُؤْمِنِينَۖ
- inananları
- ʿasā
- عَسَى
- umulur ki
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- an yakuffa
- أَن يَكُفَّ
- kırar
- basa
- بَأْسَ
- gücünü
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselerin
- kafarū
- كَفَرُوا۟ۚ
- inkar eden(lerin)
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah'ın
- ashaddu
- أَشَدُّ
- daha güçlüdür
- basan
- بَأْسًا
- baskını
- wa-ashaddu
- وَأَشَدُّ
- ve daha çetindir
- tankīlan
- تَنكِيلًا
- cezası
Allah yolunda savaş; sen ancak kendinden sorumlusun, inananları teşvik et; umulur ki Allah, inkar edenlerin baskınını önler. Allah'ın kahrı da, ibret alınacak cezası da pek şiddetlidir. ([4] Nisa: 84)Tefsir
مَنْ يَّشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَّكُنْ لَّهٗ نَصِيْبٌ مِّنْهَا ۚ وَمَنْ يَّشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَّكُنْ لَّهٗ كِفْلٌ مِّنْهَا ۗ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُّقِيْتًا ٨٥
- man
- مَّن
- kim
- yashfaʿ
- يَشْفَعْ
- destek olursa
- shafāʿatan
- شَفَٰعَةً
- bir destekle
- ḥasanatan
- حَسَنَةً
- güzel
- yakun
- يَكُن
- vardır
- lahu
- لَّهُۥ
- onun
- naṣībun
- نَصِيبٌ
- bir payı
- min'hā
- مِّنْهَاۖ
- o işten
- waman
- وَمَن
- ve kim
- yashfaʿ
- يَشْفَعْ
- destek olursa
- shafāʿatan
- شَفَٰعَةً
- bir destekle
- sayyi-atan
- سَيِّئَةً
- kötü bir (işe)
- yakun
- يَكُن
- olur
- lahu
- لَّهُۥ
- onun
- kif'lun
- كِفْلٌ
- bir payı
- min'hā
- مِّنْهَاۗ
- o işten
- wakāna
- وَكَانَ
- ve
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- ʿalā kulli
- عَلَىٰ كُلِّ
- her
- shayin
- شَىْءٍ
- şeyi
- muqītan
- مُّقِيتًا
- gözetip karşılığını verendir
Kim iyi bir işte aracılık ederse, ona onun sevabından bir pay vardır; kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa, ona o kötülükten bir hisse vardır. Allah, her şeyin karşılığını verir. ([4] Nisa: 85)Tefsir
وَاِذَا حُيِّيْتُمْ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوْا بِاَحْسَنَ مِنْهَآ اَوْ رُدُّوْهَا ۗ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَسِيْبًا ٨٦
- wa-idhā
- وَإِذَا
- ve zaman
- ḥuyyītum
- حُيِّيتُم
- selamlandığınız
- bitaḥiyyatin
- بِتَحِيَّةٍ
- bir selam ile
- faḥayyū
- فَحَيُّوا۟
- siz de selam verin
- bi-aḥsana
- بِأَحْسَنَ
- daha güzeliyle
- min'hā
- مِنْهَآ
- ondan
- aw
- أَوْ
- yahut
- ruddūhā
- رُدُّوهَآۗ
- aynen iade edin
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- kāna ʿalā kulli shayin
- كَانَ عَلَىٰ كُلِّ شَىْءٍ
- her şeyi
- ḥasīban
- حَسِيبًا
- hesaplayandır
Size bir selam verildiği zaman, ondan daha iyisiyle selam verin veya ayniyle mukabele edin. Allah her şeyin hesabını gereği gibi yapandır. ([4] Nisa: 86)Tefsir
اَللّٰهُ لَآ اِلٰهَ اِلَّا هُوَۗ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ فِيْهِ ۗ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ حَدِيْثًا ࣖ ٨٧
- al-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah (ki)
- lā
- لَآ
- yoktur
- ilāha
- إِلَٰهَ
- tanrı
- illā
- إِلَّا
- başka
- huwa
- هُوَۚ
- O'ndan
- layajmaʿannakum
- لَيَجْمَعَنَّكُمْ
- sizi bir araya toplayacaktır
- ilā yawmi
- إِلَىٰ يَوْمِ
- gününde
- l-qiyāmati
- ٱلْقِيَٰمَةِ
- kıyamet
- lā
- لَا
- olmayan
- rayba
- رَيْبَ
- şüphe
- fīhi
- فِيهِۗ
- kendinde
- waman
- وَمَنْ
- kim olabilir?
- aṣdaqu
- أَصْدَقُ
- daha doğru
- mina l-lahi
- مِنَ ٱللَّهِ
- Allahtan
- ḥadīthan
- حَدِيثًا
- sözlü
Allah'tan başka tanrı yoktur, geleceğinde şüphe olmayan kıyamet günü, sizi mutlaka toplayacaktır. Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir? ([4] Nisa: 87)Tefsir
۞ فَمَا لَكُمْ فِى الْمُنٰفِقِيْنَ فِئَتَيْنِ وَاللّٰهُ اَرْكَسَهُمْ بِمَا كَسَبُوْا ۗ اَتُرِيْدُوْنَ اَنْ تَهْدُوْا مَنْ اَضَلَّ اللّٰهُ ۗوَمَنْ يُّضْلِلِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهٗ سَبِيْلًا ٨٨
- famā
- فَمَا
- ne oldu ki
- lakum
- لَكُمْ
- size
- fī
- فِى
- hakkında
- l-munāfiqīna
- ٱلْمُنَٰفِقِينَ
- münafıklar
- fi-atayni
- فِئَتَيْنِ
- iki gruba ayrıldınız
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- oysa Allah
- arkasahum
- أَرْكَسَهُم
- onları baş aşağı etmiştir
- bimā
- بِمَا
- işlerden dolayı
- kasabū
- كَسَبُوٓا۟ۚ
- yaptıkları
- aturīdūna
- أَتُرِيدُونَ
- mi istiyorsunuz?
- an tahdū
- أَن تَهْدُوا۟
- doğru yola iletmek
- man
- مَنْ
- kimseyi
- aḍalla
- أَضَلَّ
- saptırdığı
- l-lahu
- ٱللَّهُۖ
- Allah'ın
- waman
- وَمَن
- ve birini
- yuḍ'lili
- يُضْلِلِ
- saptırırsa
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- falan
- فَلَن
- artık
- tajida
- تَجِدَ
- bulamazsınız
- lahu
- لَهُۥ
- onun için
- sabīlan
- سَبِيلًا
- bir yol
Ey müslümanlar! Münafıklar hakkında iki fırka olmanız da niye? Allah onları, yaptıklarından dolayı başaşağı etmiştir. Allah'ın saptırdığını siz mi yola getirmek istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimseye sen hiç yol bulamayacaksın. ([4] Nisa: 88)Tefsir
وَدُّوْا لَوْ تَكْفُرُوْنَ كَمَا كَفَرُوْا فَتَكُوْنُوْنَ سَوَاۤءً فَلَا تَتَّخِذُوْا مِنْهُمْ اَوْلِيَاۤءَ حَتّٰى يُهَاجِرُوْا فِيْ سَبِيْلِ اللّٰهِ ۗ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَخُذُوْهُمْ وَاقْتُلُوْهُمْ حَيْثُ وَجَدْتُّمُوْهُمْ ۖ وَلَا تَتَّخِذُوْا مِنْهُمْ وَلِيًّا وَّلَا نَصِيْرًاۙ ٨٩
- waddū
- وَدُّوا۟
- istediler
- law
- لَوْ
- keşke
- takfurūna
- تَكْفُرُونَ
- siz de inkar etseniz
- kamā
- كَمَا
- gibi
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- kendilerin inkar ettiği
- fatakūnūna
- فَتَكُونُونَ
- ki onlarla olsanız
- sawāan
- سَوَآءًۖ
- eşit
- falā tattakhidhū
- فَلَا تَتَّخِذُوا۟
- o halde edinmeyin
- min'hum
- مِنْهُمْ
- onlardan
- awliyāa
- أَوْلِيَآءَ
- dostlar
- ḥattā
- حَتَّىٰ
- kadar
- yuhājirū
- يُهَاجِرُوا۟
- onlar göç edinceye
- fī sabīli
- فِى سَبِيلِ
- yolunda
- l-lahi
- ٱللَّهِۚ
- Allah
- fa-in
- فَإِن
- eğer
- tawallaw
- تَوَلَّوْا۟
- yüz çevirirlerse
- fakhudhūhum
- فَخُذُوهُمْ
- onları yakalayın
- wa-uq'tulūhum
- وَٱقْتُلُوهُمْ
- ve öldürün
- ḥaythu
- حَيْثُ
- nerede
- wajadttumūhum
- وَجَدتُّمُوهُمْۖ
- bulursanız
- walā tattakhidhū
- وَلَا تَتَّخِذُوا۟
- ve tutmayın
- min'hum
- مِنْهُمْ
- onlardan
- waliyyan
- وَلِيًّا
- (ne) bir dost
- walā
- وَلَا
- ne de
- naṣīran
- نَصِيرًا
- bir yardımcı
Onlar kendileri inkar ettikleri gibi, keşki siz de inkar etseniz de eşit olsanız isterler. Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları tutun, bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan dost ve yardımcı edinmeyin. ([4] Nisa: 89)Tefsir
اِلَّا الَّذِيْنَ يَصِلُوْنَ اِلٰى قَوْمٍۢ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ مِّيْثَاقٌ اَوْ جَاۤءُوْكُمْ حَصِرَتْ صُدُوْرُهُمْ اَنْ يُّقَاتِلُوْكُمْ اَوْ يُقَاتِلُوْا قَوْمَهُمْ ۗ وَلَوْ شَاۤءَ اللّٰهُ لَسَلَّطَهُمْ عَلَيْكُمْ فَلَقَاتَلُوْكُمْ ۚ فَاِنِ اعْتَزَلُوْكُمْ فَلَمْ يُقَاتِلُوْكُمْ وَاَلْقَوْا اِلَيْكُمُ السَّلَمَ ۙ فَمَا جَعَلَ اللّٰهُ لَكُمْ عَلَيْهِمْ سَبِيْلًا ٩٠
- illā
- إِلَّا
- ancak hariç
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- yaṣilūna
- يَصِلُونَ
- sığınan(lar)
- ilā qawmin
- إِلَىٰ قَوْمٍۭ
- bir topluma
- baynakum
- بَيْنَكُمْ
- sizinle
- wabaynahum
- وَبَيْنَهُم
- kendileri arasında
- mīthāqun
- مِّيثَٰقٌ
- andlaşma bulunan
- aw
- أَوْ
- yahut
- jāūkum
- جَآءُوكُمْ
- size gelenler
- ḥaṣirat
- حَصِرَتْ
- sıkılarak
- ṣudūruhum
- صُدُورُهُمْ
- yürekleri
- an yuqātilūkum
- أَن يُقَٰتِلُوكُمْ
- sizinle savaşmaktan
- aw
- أَوْ
- veya
- yuqātilū
- يُقَٰتِلُوا۟
- savaşmaktan
- qawmahum
- قَوْمَهُمْۚ
- kendi toplumlarıyle
- walaw
- وَلَوْ
- eğer
- shāa
- شَآءَ
- dileseydi
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- lasallaṭahum
- لَسَلَّطَهُمْ
- onları salardı
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْ
- sizin üstünüze
- falaqātalūkum
- فَلَقَٰتَلُوكُمْۚ
- sizinle savaşırlardı
- fa-ini
- فَإِنِ
- o halde
- iʿ'tazalūkum
- ٱعْتَزَلُوكُمْ
- onlar sizden uzak dururlar
- falam yuqātilūkum
- فَلَمْ يُقَٰتِلُوكُمْ
- sizinle savaşmazlar
- wa-alqaw
- وَأَلْقَوْا۟
- ve isterlerse
- ilaykumu
- إِلَيْكُمُ
- sizinle
- l-salama
- ٱلسَّلَمَ
- barış içinde yaşamak
- famā jaʿala
- فَمَا جَعَلَ
- vermemiştir
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- lakum
- لَكُمْ
- size
- ʿalayhim
- عَلَيْهِمْ
- onların aleyhine
- sabīlan
- سَبِيلًا
- bir yol
Ancak, sizinle kendileri arasında anlaşma olan bir millete sığınanlar yahut sizinle savaştan veya kendi milletleriyle savaşmaktan bıkarak size başvuranlar müstesnadır. Allah dileseydi onları üzerinize çullandırırdı da sizinle savaşırlardı. Eğer sizden uzak durur, sizinle savaşmaz, size barış teklif ederlerse Allah onlara dokunmanıza izin vermez. ([4] Nisa: 90)Tefsir