يٰٓاَيُّهَا الَّذِيْنَ اٰمَنُوْا خُذُوْا حِذْرَكُمْ فَانْفِرُوْا ثُبَاتٍ اَوِ انْفِرُوْا جَمِيْعًا ٧١
- yāayyuhā
- يَٰٓأَيُّهَا
- Ey
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- inanan(lar)
- khudhū
- خُذُوا۟
- alın
- ḥidh'rakum
- حِذْرَكُمْ
- korunma(tedbirleri)nizi
- fa-infirū
- فَٱنفِرُوا۟
- savaşa gidin
- thubātin
- ثُبَاتٍ
- bölük bölük
- awi
- أَوِ
- ya da
- infirū
- ٱنفِرُوا۟
- savaşa gidin
- jamīʿan
- جَمِيعًا
- hep birlikte
Ey İnananlar! İhtiyatlı davranın, bölük bölük veya hep birden savaşa gidin. ([4] Nisa: 71)Tefsir
وَاِنَّ مِنْكُمْ لَمَنْ لَّيُبَطِّئَنَّۚ فَاِنْ اَصَابَتْكُمْ مُّصِيْبَةٌ قَالَ قَدْ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيَّ اِذْ لَمْ اَكُنْ مَّعَهُمْ شَهِيْدًا ٧٢
- wa-inna
- وَإِنَّ
- ve şüphesiz
- minkum
- مِنكُمْ
- içinizden
- laman
- لَمَن
- bir kısmı var ki
- layubaṭṭi-anna
- لَّيُبَطِّئَنَّ
- pek ağır davranır
- fa-in
- فَإِنْ
- eğer
- aṣābatkum
- أَصَٰبَتْكُم
- size erişirse
- muṣībatun
- مُّصِيبَةٌ
- bir felaket
- qāla
- قَالَ
- der ki
- qad
- قَدْ
- muhakkak
- anʿama
- أَنْعَمَ
- lutfetti
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- ʿalayya
- عَلَىَّ
- bana
- idh lam akun
- إِذْ لَمْ أَكُن
- bulunmadım
- maʿahum
- مَّعَهُمْ
- onlarla beraber
- shahīdan
- شَهِيدًا
- hazır
Şüphesiz aranızda pek ağır davrananlar vardır; size bir musibet gelirse: "Allah bana iyilikte bulundu, çünkü onlarla beraber bulunmadim" der. ([4] Nisa: 72)Tefsir
وَلَىِٕنْ اَصَابَكُمْ فَضْلٌ مِّنَ اللّٰهِ لَيَقُوْلَنَّ كَاَنْ لَّمْ تَكُنْۢ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهٗ مَوَدَّةٌ يّٰلَيْتَنِيْ كُنْتُ مَعَهُمْ فَاَفُوْزَ فَوْزًا عَظِيْمًا ٧٣
- wala-in
- وَلَئِنْ
- ve eğer
- aṣābakum
- أَصَٰبَكُمْ
- size erişirse
- faḍlun
- فَضْلٌ
- bir ni'met
- mina l-lahi
- مِّنَ ٱللَّهِ
- Allahtan
- layaqūlanna
- لَيَقُولَنَّ
- der
- ka-an
- كَأَن
- sanki
- lam takun
- لَّمْ تَكُنۢ
- yokmuş gibi
- baynakum
- بَيْنَكُمْ
- sizinle
- wabaynahu
- وَبَيْنَهُۥ
- kendisi arasında
- mawaddatun
- مَوَدَّةٌ
- hiç sevgi
- yālaytanī
- يَٰلَيْتَنِى
- keşke ben de
- kuntu
- كُنتُ
- olsaydım
- maʿahum
- مَعَهُمْ
- onlarla beraber
- fa-afūza
- فَأَفُوزَ
- kazansaydım
- fawzan
- فَوْزًا
- bir başarı
- ʿaẓīman
- عَظِيمًا
- büyük
Allah'tan size bir nimet erişse, and olsun ki, sizinle kendi arasında bir dostluk yokmuş gibi: "Keşki onlarla beraber olsaydım da ben de büyük bir başarı kazansaydım" der. ([4] Nisa: 73)Tefsir
۞ فَلْيُقَاتِلْ فِيْ سَبِيْلِ اللّٰهِ الَّذِيْنَ يَشْرُوْنَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِ ۗ وَمَنْ يُّقَاتِلْ فِيْ سَبِيْلِ اللّٰهِ فَيُقْتَلْ اَوْ يَغْلِبْ فَسَوْفَ نُؤْتِيْهِ اَجْرًا عَظِيْمًا ٧٤
- falyuqātil
- فَلْيُقَٰتِلْ
- savaşsınlar
- fī sabīli
- فِى سَبِيلِ
- yolunda
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- yashrūna
- يَشْرُونَ
- satan(lar)
- l-ḥayata
- ٱلْحَيَوٰةَ
- hayatını
- l-dun'yā
- ٱلدُّنْيَا
- dünya
- bil-ākhirati
- بِٱلْءَاخِرَةِۚ
- ahireti karşılığında
- waman
- وَمَن
- ve kim
- yuqātil
- يُقَٰتِلْ
- savaşır da
- fī sabīli
- فِى سَبِيلِ
- yolunda
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- fayuq'tal
- فَيُقْتَلْ
- öldürülür
- aw
- أَوْ
- veya
- yaghlib
- يَغْلِبْ
- galib gelirse
- fasawfa
- فَسَوْفَ
- yakında
- nu'tīhi
- نُؤْتِيهِ
- biz ona vereceğiz
- ajran
- أَجْرًا
- bir mükafat
- ʿaẓīman
- عَظِيمًا
- büyük
O halde, dünya hayatı yerine ahireti alanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır, öldürülür veya galib gelirse, Biz ona büyük bir ecir vereceğiz. ([4] Nisa: 74)Tefsir
وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُوْنَ فِيْ سَبِيْلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَفِيْنَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاۤءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذِيْنَ يَقُوْلُوْنَ رَبَّنَآ اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ وَاجْعَلْ لَّنَا مِنْ لَّدُنْكَ وَلِيًّاۚ وَاجْعَلْ لَّنَا مِنْ لَّدُنْكَ نَصِيْرًا ٧٥
- wamā
- وَمَا
- ne oldu?
- lakum
- لَكُمْ
- size
- lā tuqātilūna
- لَا تُقَٰتِلُونَ
- savaşmıyorsunuz
- fī sabīli
- فِى سَبِيلِ
- yolunda
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- wal-mus'taḍʿafīna
- وَٱلْمُسْتَضْعَفِينَ
- ve zayıf
- mina
- مِنَ
- (uğrunda)
- l-rijāli
- ٱلرِّجَالِ
- erkekler
- wal-nisāi
- وَٱلنِّسَآءِ
- ve kadınlar
- wal-wil'dāni
- وَٱلْوِلْدَٰنِ
- ve çocuklar
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- yaqūlūna
- يَقُولُونَ
- diyorlar
- rabbanā
- رَبَّنَآ
- Rabbimiz
- akhrij'nā
- أَخْرِجْنَا
- bizi çıkar
- min hādhihi
- مِنْ هَٰذِهِ
- şu
- l-qaryati
- ٱلْقَرْيَةِ
- kentten
- l-ẓālimi
- ٱلظَّالِمِ
- zalim
- ahluhā
- أَهْلُهَا
- halkı
- wa-ij'ʿal
- وَٱجْعَل
- ve ver
- lanā
- لَّنَا
- bize
- min ladunka
- مِن لَّدُنكَ
- katından
- waliyyan
- وَلِيًّا
- bir koruyucu
- wa-ij'ʿal
- وَٱجْعَل
- ve ver
- lanā
- لَّنَا
- bize
- min ladunka
- مِن لَّدُنكَ
- katından
- naṣīran
- نَصِيرًا
- bir yardımcı
Size ne oluyor da: "Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lutfet" diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz? ([4] Nisa: 75)Tefsir
اَلَّذِيْنَ اٰمَنُوْا يُقَاتِلُوْنَ فِيْ سَبِيْلِ اللّٰهِ ۚ وَالَّذِيْنَ كَفَرُوْا يُقَاتِلُوْنَ فِيْ سَبِيْلِ الطَّاغُوْتِ فَقَاتِلُوْٓا اَوْلِيَاۤءَ الشَّيْطٰنِ ۚ اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطٰنِ كَانَ ضَعِيْفًا ۚ ࣖ ٧٦
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- inanan(lar)
- yuqātilūna
- يُقَٰتِلُونَ
- savaşırlar
- fī sabīli
- فِى سَبِيلِ
- yolunda
- l-lahi
- ٱللَّهِۖ
- Allah
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- ve kimseler
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- inkar eden(ler)
- yuqātilūna
- يُقَٰتِلُونَ
- savaşırlar
- fī sabīli
- فِى سَبِيلِ
- yolunda
- l-ṭāghūti
- ٱلطَّٰغُوتِ
- tağut
- faqātilū
- فَقَٰتِلُوٓا۟
- o halde savaşın
- awliyāa
- أَوْلِيَآءَ
- dostlarıyle
- l-shayṭāni
- ٱلشَّيْطَٰنِۖ
- şeytanın
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- kayda
- كَيْدَ
- hilesi
- l-shayṭāni
- ٱلشَّيْطَٰنِ
- şeytanın
- kāna ḍaʿīfan
- كَانَ ضَعِيفًا
- zayıftır
İnananlar Allah yolunda savaşırlar, inkar edenler ise tağut yolunda harbederler. Şeytanın dostlarıyla savaşın, esasen şeytanın hilesi zayıftır. ([4] Nisa: 76)Tefsir
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذِيْنَ قِيْلَ لَهُمْ كُفُّوْٓا اَيْدِيَكُمْ وَاَقِيْمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۚ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ اِذَا فَرِيْقٌ مِّنْهُمْ يَخْشَوْنَ النَّاسَ كَخَشْيَةِ اللّٰهِ اَوْ اَشَدَّ خَشْيَةً ۚ وَقَالُوْا رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَۚ لَوْلَآ اَخَّرْتَنَآ اِلٰٓى اَجَلٍ قَرِيْبٍۗ قُلْ مَتَاعُ الدُّنْيَا قَلِيْلٌۚ وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِّمَنِ اتَّقٰىۗ وَلَا تُظْلَمُوْنَ فَتِيْلًا ٧٧
- alam tara
- أَلَمْ تَرَ
- görmedin mi
- ilā alladhīna
- إِلَى ٱلَّذِينَ
- kimseleri
- qīla
- قِيلَ
- denilen(leri)
- lahum
- لَهُمْ
- kendilerine
- kuffū
- كُفُّوٓا۟
- (savaştan) çekin
- aydiyakum
- أَيْدِيَكُمْ
- ellerinizi
- wa-aqīmū
- وَأَقِيمُوا۟
- ve kılın
- l-ṣalata
- ٱلصَّلَوٰةَ
- namazı
- waātū
- وَءَاتُوا۟
- ve verin
- l-zakata
- ٱلزَّكَوٰةَ
- zekatı
- falammā
- فَلَمَّا
- zaman
- kutiba
- كُتِبَ
- yazılıdığı
- ʿalayhimu
- عَلَيْهِمُ
- kendilerine
- l-qitālu
- ٱلْقِتَالُ
- savaş
- idhā
- إِذَا
- hemen
- farīqun
- فَرِيقٌ
- bir grup
- min'hum
- مِّنْهُمْ
- içlerinden
- yakhshawna
- يَخْشَوْنَ
- korkmaya başladılar
- l-nāsa
- ٱلنَّاسَ
- insanlardan
- kakhashyati
- كَخَشْيَةِ
- korkar gibi
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'tan
- aw
- أَوْ
- hatta
- ashadda
- أَشَدَّ
- daha fazla
- khashyatan
- خَشْيَةًۚ
- korkuyla
- waqālū
- وَقَالُوا۟
- ve dediler ki
- rabbanā
- رَبَّنَا
- Rabbimiz
- lima
- لِمَ
- niçin
- katabta
- كَتَبْتَ
- yazdın
- ʿalaynā
- عَلَيْنَا
- bize
- l-qitāla
- ٱلْقِتَالَ
- savaş
- lawlā
- لَوْلَآ
- keşke
- akhartanā
- أَخَّرْتَنَآ
- bizi erteleseydin
- ilā
- إِلَىٰٓ
- kadar
- ajalin
- أَجَلٍ
- bir süreye
- qarībin
- قَرِيبٍۗ
- yakın
- qul
- قُلْ
- de ki
- matāʿu
- مَتَٰعُ
- geçimi
- l-dun'yā
- ٱلدُّنْيَا
- dünya
- qalīlun
- قَلِيلٌ
- azdır
- wal-ākhiratu
- وَٱلْءَاخِرَةُ
- ve ahiret
- khayrun
- خَيْرٌ
- daha iyidir
- limani
- لِّمَنِ
- kimse için
- ittaqā
- ٱتَّقَىٰ
- korunan
- walā tuẓ'lamūna
- وَلَا تُظْلَمُونَ
- size haksızlık edilmez
- fatīlan
- فَتِيلًا
- kıl kadar
Kendilerine: "Elinizi savaştan çekin, namaz kılın, zekat verin" denenleri görmedin mi? Onlara savaş farz kılındığında, içlerinden bir takımı hemen, insanlardan, Allah'tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve "Rabbimiz! Bize savaşı niçin farz kıldın, bizi yakın bir zamana kadar tehir edemez miydin?" derler. De ki: "Dünya geçimliği azdır, ahiret, Allah'a karşı gelmekten sakınan için hayırlıdır, size zerre kadar zulmedilmez". ([4] Nisa: 77)Tefsir
اَيْنَمَا تَكُوْنُوْا يُدْرِكْكُّمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنْتُمْ فِيْ بُرُوْجٍ مُّشَيَّدَةٍ ۗ وَاِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَّقُوْلُوْا هٰذِهٖ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ ۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَّقُوْلُوْا هٰذِهٖ مِنْ عِنْدِكَ ۗ قُلْ كُلٌّ مِّنْ عِنْدِ اللّٰهِ ۗ فَمَالِ هٰٓؤُلَاۤءِ الْقَوْمِ لَا يَكَادُوْنَ يَفْقَهُوْنَ حَدِيْثًا ٧٨
- aynamā
- أَيْنَمَا
- nerede
- takūnū
- تَكُونُوا۟
- olsanız
- yud'rikkumu
- يُدْرِككُّمُ
- yine sizi bulur
- l-mawtu
- ٱلْمَوْتُ
- ölüm
- walaw
- وَلَوْ
- ve eğer
- kuntum
- كُنتُمْ
- bulunsanız
- fī
- فِى
- içinde
- burūjin
- بُرُوجٍ
- kaleler
- mushayyadatin
- مُّشَيَّدَةٍۗ
- sağlam
- wa-in
- وَإِن
- ve eğer
- tuṣib'hum
- تُصِبْهُمْ
- onlara erişirse
- ḥasanatun
- حَسَنَةٌ
- bir iyilik
- yaqūlū
- يَقُولُوا۟
- derler
- hādhihi
- هَٰذِهِۦ
- bu
- min ʿindi
- مِنْ عِندِ
- tarafındandır
- l-lahi
- ٱللَّهِۖ
- Allah
- wa-in
- وَإِن
- eğer
- tuṣib'hum
- تُصِبْهُمْ
- onlara erişirse
- sayyi-atun
- سَيِّئَةٌ
- bir kötülük
- yaqūlū
- يَقُولُوا۟
- derler
- hādhihi
- هَٰذِهِۦ
- bu
- min ʿindika
- مِنْ عِندِكَۚ
- senin yüzündendir
- qul
- قُلْ
- de ki
- kullun
- كُلٌّ
- hepsi
- min ʿindi
- مِّنْ عِندِ
- tarafındandır
- l-lahi
- ٱللَّهِۖ
- Allah
- famāli
- فَمَالِ
- ne oluyor ki
- hāulāi
- هَٰٓؤُلَآءِ
- bu
- l-qawmi
- ٱلْقَوْمِ
- topluma
- lā yakādūna
- لَا يَكَادُونَ
- yanaşmıyorlar
- yafqahūna
- يَفْقَهُونَ
- anlamaya
- ḥadīthan
- حَدِيثًا
- söz
Nerede olursaniz olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: "Bu Allah'tandır" derler, bir kötülüğe uğrarlarsa "Bu, senin tarafındandır" derler. De ki: "Hepsi Allah'tandır". Bunlara ne oluyor ki, hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar? ([4] Nisa: 78)Tefsir
مَآ اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ ۖ وَمَآ اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَّفْسِكَ ۗ وَاَرْسَلْنٰكَ لِلنَّاسِ رَسُوْلًا ۗ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَهِيْدًا ٧٩
- mā
- مَّآ
- şey
- aṣābaka
- أَصَابَكَ
- sana gelen
- min
- مِنْ
- her
- ḥasanatin
- حَسَنَةٍ
- iyilik
- famina l-lahi
- فَمِنَ ٱللَّهِۖ
- Allah'tandır
- wamā
- وَمَآ
- ve şey
- aṣābaka
- أَصَابَكَ
- sana gelen
- min
- مِن
- her
- sayyi-atin
- سَيِّئَةٍ
- kötülük
- famin
- فَمِن
- kendi(günahın yüzü)-ndendir
- nafsika
- نَّفْسِكَۚ
- kendi(günahın yüzü)
- wa-arsalnāka
- وَأَرْسَلْنَٰكَ
- ve seni gönderdik
- lilnnāsi
- لِلنَّاسِ
- insanlara
- rasūlan
- رَسُولًاۚ
- elçi
- wakafā
- وَكَفَىٰ
- ve yeter
- bil-lahi
- بِٱللَّهِ
- Allah
- shahīdan
- شَهِيدًا
- şahid olarak
Sana ne iyilik gelirse Allah'tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Seni insanlara peygamber gönderdik, şahid olarak Allah yeter. ([4] Nisa: 79)Tefsir
مَنْ يُّطِعِ الرَّسُوْلَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَ ۚ وَمَنْ تَوَلّٰى فَمَآ اَرْسَلْنٰكَ عَلَيْهِمْ حَفِيْظًا ۗ ٨٠
- man
- مَّن
- kim
- yuṭiʿi
- يُطِعِ
- ita'at ederse
- l-rasūla
- ٱلرَّسُولَ
- Elçi'ye
- faqad
- فَقَدْ
- muhakkak ki
- aṭāʿa
- أَطَاعَ
- ita'at etmiş olur
- l-laha
- ٱللَّهَۖ
- Allah'a
- waman
- وَمَن
- kim de
- tawallā
- تَوَلَّىٰ
- yüz çevirirse
- famā arsalnāka
- فَمَآ أَرْسَلْنَٰكَ
- biz seni göndermedik
- ʿalayhim
- عَلَيْهِمْ
- onların üzerine
- ḥafīẓan
- حَفِيظًا
- bekçi
Peygamber'e itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse bilsin ki, Biz seni onlara bekçi göndermedik. ([4] Nisa: 80)Tefsir