اِنْ تَجْتَنِبُوْا كَبَاۤىِٕرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ نُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّاٰتِكُمْ وَنُدْخِلْكُمْ مُّدْخَلًا كَرِيْمًا ٣١
- in
- إِن
- eğer
- tajtanibū
- تَجْتَنِبُوا۟
- kaçınırsanız
- kabāira
- كَبَآئِرَ
- büyük günahlardan
- mā
- مَا
- ne ki
- tun'hawna
- تُنْهَوْنَ
- size yasaklanan
- ʿanhu
- عَنْهُ
- ondan
- nukaffir
- نُكَفِّرْ
- örteriz
- ʿankum
- عَنكُمْ
- sizin
- sayyiātikum
- سَيِّـَٔاتِكُمْ
- küçük günahlarınızı
- wanud'khil'kum
- وَنُدْخِلْكُم
- ve sizi sokarız
- mud'khalan
- مُّدْخَلًا
- bir yere
- karīman
- كَرِيمًا
- güzel
Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz. ([4] Nisa: 31)Tefsir
وَلَا تَتَمَنَّوْا مَا فَضَّلَ اللّٰهُ بِهٖ بَعْضَكُمْ عَلٰى بَعْضٍ ۗ لِلرِّجَالِ نَصِيْبٌ مِّمَّا اكْتَسَبُوْا ۗ وَلِلنِّسَاۤءِ نَصِيْبٌ مِّمَّا اكْتَسَبْنَ ۗوَسْـَٔلُوا اللّٰهَ مِنْ فَضْلِهٖ ۗ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيْمًا ٣٢
- walā tatamannaw
- وَلَا تَتَمَنَّوْا۟
- göz dikmeyin
- mā
- مَا
- şeylere
- faḍḍala
- فَضَّلَ
- üstün kıldığı
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'ın
- bihi
- بِهِۦ
- onunla
- baʿḍakum
- بَعْضَكُمْ
- bir kısmınızı
- ʿalā
- عَلَىٰ
- karşı
- baʿḍin
- بَعْضٍۚ
- diğerine
- lilrrijāli
- لِّلرِّجَالِ
- erkeklere vardır
- naṣībun
- نَصِيبٌ
- bir pay
- mimmā
- مِّمَّا
- şeylerden
- ik'tasabū
- ٱكْتَسَبُوا۟ۖ
- kazandıkları
- walilnnisāi
- وَلِلنِّسَآءِ
- ve kadınlara vardır
- naṣībun
- نَصِيبٌ
- bir pay
- mimmā
- مِّمَّا
- şeylerden
- ik'tasabna
- ٱكْتَسَبْنَۚ
- kazandıkları
- wasalū
- وَسْـَٔلُوا۟
- isteyin
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Alla'ın
- min faḍlihi
- مِن فَضْلِهِۦٓۗ
- lutfundan
- inna
- إِنَّ
- kuşkusuz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- kāna bikulli
- كَانَ بِكُلِّ
- her
- shayin
- شَىْءٍ
- şeyi
- ʿalīman
- عَلِيمًا
- bilendir
Allah'ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri özlemeyin. Erkeklere, kazandıklarından bir pay, kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Allah'tan bol nimet isteyin. Doğrusu Allah her şeyi bilir. ([4] Nisa: 32)Tefsir
وَلِكُلٍّ جَعَلْنَا مَوَالِيَ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدٰنِ وَالْاَقْرَبُوْنَ ۗ وَالَّذِيْنَ عَقَدَتْ اَيْمَانُكُمْ فَاٰتُوْهُمْ نَصِيْبَهُمْ ۗ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيْدًا ࣖ ٣٣
- walikullin
- وَلِكُلٍّ
- ve her birine
- jaʿalnā
- جَعَلْنَا
- kıldık
- mawāliya
- مَوَٰلِىَ
- varisler
- mimmā taraka
- مِمَّا تَرَكَ
- bıraktıklarından
- l-wālidāni
- ٱلْوَٰلِدَانِ
- ana babanın
- wal-aqrabūna
- وَٱلْأَقْرَبُونَۚ
- ve akrabanın
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- ve kimselere
- ʿaqadat
- عَقَدَتْ
- bağladığı
- aymānukum
- أَيْمَٰنُكُمْ
- yeminlerinizin
- faātūhum
- فَـَٔاتُوهُمْ
- verin
- naṣībahum
- نَصِيبَهُمْۚ
- hisselerini
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- kāna ʿalā
- كَانَ عَلَىٰ
- üzerine
- kulli
- كُلِّ
- her
- shayin
- شَىْءٍ
- şeyi
- shahīdan
- شَهِيدًا
- şahittir
Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından her birine varisler kıldık. Kendileriyle yeminleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz. Doğrusu Allah her şeye şahiddir. ([4] Nisa: 33)Tefsir
اَلرِّجَالُ قَوَّامُوْنَ عَلَى النِّسَاۤءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَّبِمَآ اَنْفَقُوْا مِنْ اَمْوَالِهِمْ ۗ فَالصّٰلِحٰتُ قٰنِتٰتٌ حٰفِظٰتٌ لِّلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّٰهُ ۗوَالّٰتِيْ تَخَافُوْنَ نُشُوْزَهُنَّ فَعِظُوْهُنَّ وَاهْجُرُوْهُنَّ فِى الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوْهُنَّ ۚ فَاِنْ اَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوْا عَلَيْهِنَّ سَبِيْلًا ۗاِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيْرًا ٣٤
- al-rijālu
- ٱلرِّجَالُ
- erkekler
- qawwāmūna
- قَوَّٰمُونَ
- yöneticidirler
- ʿalā
- عَلَى
- üzerinde
- l-nisāi
- ٱلنِّسَآءِ
- kadınlar
- bimā
- بِمَا
- zira
- faḍḍala
- فَضَّلَ
- üstün kılmıştır
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- baʿḍahum
- بَعْضَهُمْ
- bir kısmını
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerine
- baʿḍin
- بَعْضٍ
- diğerinin
- wabimā
- وَبِمَآ
- ve çünkü
- anfaqū
- أَنفَقُوا۟
- infak ederler
- min amwālihim
- مِنْ أَمْوَٰلِهِمْۚ
- mallarından
- fal-ṣāliḥātu
- فَٱلصَّٰلِحَٰتُ
- iyi kadınlar
- qānitātun
- قَٰنِتَٰتٌ
- ita'atkar olup
- ḥāfiẓātun
- حَٰفِظَٰتٌ
- korurlar
- lil'ghaybi
- لِّلْغَيْبِ
- gizliyi
- bimā
- بِمَا
- karşılık
- ḥafiẓa
- حَفِظَ
- kendilerini korumasına
- l-lahu
- ٱللَّهُۚ
- Allah'ın
- wa-allātī
- وَٱلَّٰتِى
- kadınlara
- takhāfūna
- تَخَافُونَ
- korktuğunuz
- nushūzahunna
- نُشُوزَهُنَّ
- hırçınlık etmelerinden
- faʿiẓūhunna
- فَعِظُوهُنَّ
- öğüt verin
- wa-uh'jurūhunna
- وَٱهْجُرُوهُنَّ
- onlara sokulmayın
- fī l-maḍājiʿi
- فِى ٱلْمَضَاجِعِ
- yataklarda
- wa-iḍ'ribūhunna
- وَٱضْرِبُوهُنَّۖ
- ve onları dövün
- fa-in
- فَإِنْ
- eğer
- aṭaʿnakum
- أَطَعْنَكُمْ
- size ita'at ederlerse
- falā tabghū
- فَلَا تَبْغُوا۟
- artık aramayın
- ʿalayhinna
- عَلَيْهِنَّ
- onların aleyhine
- sabīlan
- سَبِيلًاۗ
- başka bir yol
- inna
- إِنَّ
- çünkü
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- kāna ʿaliyyan
- كَانَ عَلِيًّا
- yücedir
- kabīran
- كَبِيرًا
- büyüktür
Allah'ın kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve erkeklerin, mallarından sarfetmelerinden dolayı erkekler kadınlar üzerine hakimdirler. İyi kadınlar, gönülden boyun eğenler ve Allah'ın korunmasını emrettiğini, kocasının bulunmadığı zaman da koruyanlardır. Serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihayet dövün. Size itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayın. Doğrusu Allah Yüce'dir, Büyük'tür. ([4] Nisa: 34)Tefsir
وَاِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُوْا حَكَمًا مِّنْ اَهْلِهٖ وَحَكَمًا مِّنْ اَهْلِهَا ۚ اِنْ يُّرِيْدَآ اِصْلَاحًا يُّوَفِّقِ اللّٰهُ بَيْنَهُمَا ۗ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلِيْمًا خَبِيْرًا ٣٥
- wa-in
- وَإِنْ
- eğer
- khif'tum
- خِفْتُمْ
- endişe duyarsanız
- shiqāqa
- شِقَاقَ
- açılmasından
- baynihimā
- بَيْنِهِمَا
- aralarının
- fa-ib'ʿathū
- فَٱبْعَثُوا۟
- gönderin
- ḥakaman
- حَكَمًا
- bir hakem
- min ahlihi
- مِّنْ أَهْلِهِۦ
- erkeğin ailesinden
- waḥakaman
- وَحَكَمًا
- ve bir hakem
- min ahlihā
- مِّنْ أَهْلِهَآ
- kadının ailesinden
- in
- إِن
- eğer
- yurīdā
- يُرِيدَآ
- isterlerse
- iṣ'lāḥan
- إِصْلَٰحًا
- uzlaştırmak
- yuwaffiqi
- يُوَفِّقِ
- bulur
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- baynahumā
- بَيْنَهُمَآۗ
- onların arasını
- inna
- إِنَّ
- çünkü
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- kāna ʿalīman
- كَانَ عَلِيمًا
- (herşeyi) bilendir
- khabīran
- خَبِيرًا
- haber alandır
Karı kocanın arasının açılmasından endişelenirseniz, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin; bunlar düzeltmek isterlerse, Allah onların aralarını buldurur. Doğrusu Allah her şeyi Bilen ve haberdar olandır. ([4] Nisa: 35)Tefsir
۞ وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوْا بِهٖ شَيْـًٔا وَّبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا وَّبِذِى الْقُرْبٰى وَالْيَتٰمٰى وَالْمَسٰكِيْنِ وَالْجَارِ ذِى الْقُرْبٰى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْۢبِ وَابْنِ السَّبِيْلِۙ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ ۗ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالًا فَخُوْرًاۙ ٣٦
- wa-uʿ'budū
- وَٱعْبُدُوا۟
- ve kulluk edin
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'a
- walā tush'rikū
- وَلَا تُشْرِكُوا۟
- ortak koşmayın
- bihi
- بِهِۦ
- O'na
- shayan
- شَيْـًٔاۖ
- hiçbir şeyi
- wabil-wālidayni
- وَبِٱلْوَٰلِدَيْنِ
- ve ana babaya
- iḥ'sānan
- إِحْسَٰنًا
- iyilik edin
- wabidhī
- وَبِذِى
- ve
- l-qur'bā
- ٱلْقُرْبَىٰ
- akrabaya
- wal-yatāmā
- وَٱلْيَتَٰمَىٰ
- ve öksüzlere
- wal-masākīni
- وَٱلْمَسَٰكِينِ
- ve yoksullara
- wal-jāri
- وَٱلْجَارِ
- ve komşuya
- dhī l-qur'bā
- ذِى ٱلْقُرْبَىٰ
- yakın
- wal-jāri
- وَٱلْجَارِ
- ve komşuya
- l-junubi
- ٱلْجُنُبِ
- uzak
- wal-ṣāḥibi
- وَٱلصَّاحِبِ
- ve arkadaşa
- bil-janbi
- بِٱلْجَنۢبِ
- yan(ınız)daki
- wa-ib'ni
- وَٱبْنِ
- ve
- l-sabīli
- ٱلسَّبِيلِ
- yolcuya
- wamā
- وَمَا
- ve
- malakat
- مَلَكَتْ
- altında bulunanlara
- aymānukum
- أَيْمَٰنُكُمْۗ
- ellerinizin
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- lā yuḥibbu
- لَا يُحِبُّ
- sevmez
- man
- مَن
- kimselerin
- kāna mukh'tālan
- كَانَ مُخْتَالًا
- kurumlu
- fakhūran
- فَخُورًا
- böbürlenen
Allah'a kulluk edin, O'na bir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve elinizin altında bulunan kimselere iyilik edin. Allah, kendini beğenip öğünenleri elbette sevmez. ([4] Nisa: 36)Tefsir
ۨالَّذِيْنَ يَبْخَلُوْنَ وَيَأْمُرُوْنَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَيَكْتُمُوْنَ مَآ اٰتٰىهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِهٖۗ وَاَعْتَدْنَا لِلْكٰفِرِيْنَ عَذَابًا مُّهِيْنًاۚ ٣٧
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- bunlar
- yabkhalūna
- يَبْخَلُونَ
- cimrilik ederler
- wayamurūna
- وَيَأْمُرُونَ
- ve emrederler
- l-nāsa
- ٱلنَّاسَ
- insanlara
- bil-bukh'li
- بِٱلْبُخْلِ
- cimriliği
- wayaktumūna
- وَيَكْتُمُونَ
- ve gizlerler
- mā
- مَآ
- şeyi
- ātāhumu
- ءَاتَىٰهُمُ
- kendilerine verdiği
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'ın
- min faḍlihi
- مِن فَضْلِهِۦۗ
- bol hazinesinden
- wa-aʿtadnā
- وَأَعْتَدْنَا
- (biz de) hazırlamışızdır
- lil'kāfirīna
- لِلْكَٰفِرِينَ
- inkarcılar için
- ʿadhāban
- عَذَابًا
- bir azab
- muhīnan
- مُّهِينًا
- alçaltıcı
Onlar cimrilik ederler, insanlara cimrilik tavsiyesinde bulunurlar, Allah'ın bol nimetinden kendilerine verdiğini gizlerler. Kafirlere aşağılık bir azab hazırlamışızdır. ([4] Nisa: 37)Tefsir
وَالَّذِيْنَ يُنْفِقُوْنَ اَمْوَالَهُمْ رِئَاۤءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُوْنَ بِاللّٰهِ وَلَا بِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ ۗ وَمَنْ يَّكُنِ الشَّيْطٰنُ لَهٗ قَرِيْنًا فَسَاۤءَ قَرِيْنًا ٣٨
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- bunlar
- yunfiqūna
- يُنفِقُونَ
- verirler
- amwālahum
- أَمْوَٰلَهُمْ
- mallarını
- riāa
- رِئَآءَ
- gösteriş için
- l-nāsi
- ٱلنَّاسِ
- insanlara
- walā yu'minūna
- وَلَا يُؤْمِنُونَ
- inanmazlar
- bil-lahi
- بِٱللَّهِ
- Allah'a
- walā bil-yawmi
- وَلَا بِٱلْيَوْمِ
- ve gününe
- l-ākhiri
- ٱلْءَاخِرِۗ
- ahiret
- waman
- وَمَن
- kimin
- yakuni
- يَكُنِ
- ise
- l-shayṭānu
- ٱلشَّيْطَٰنُ
- şeytan
- lahu
- لَهُۥ
- o(nun)
- qarīnan
- قَرِينًا
- arkadaşı
- fasāa
- فَسَآءَ
- ne kötü
- qarīnan
- قَرِينًا
- bir arkadaş(ı var)dır
Mallarını insanlara gösteriş için sarfedip, Allah'a ve ahiret gününe inanmayanları da Allah sevmez. Şeytanın arkadaş olduğu kimsenin ne fena arkadaşı vardır! ([4] Nisa: 38)Tefsir
وَمَاذَا عَلَيْهِمْ لَوْ اٰمَنُوْا بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَاَنْفَقُوْا مِمَّا رَزَقَهُمُ اللّٰهُ ۗوَكَانَ اللّٰهُ بِهِمْ عَلِيْمًا ٣٩
- wamādhā
- وَمَاذَا
- ne olurdu
- ʿalayhim
- عَلَيْهِمْ
- onlara
- law
- لَوْ
- sanki
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- inansalardı
- bil-lahi
- بِٱللَّهِ
- Allah'a
- wal-yawmi
- وَٱلْيَوْمِ
- ve gününe
- l-ākhiri
- ٱلْءَاخِرِ
- ahiret
- wa-anfaqū
- وَأَنفَقُوا۟
- ve harcasalardı
- mimmā razaqahumu
- مِمَّا رَزَقَهُمُ
- kendilerine verdiği rızıktan
- l-lahu
- ٱللَّهُۚ
- Allah'ın
- wakāna
- وَكَانَ
- ve idi
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- bihim
- بِهِمْ
- onları
- ʿalīman
- عَلِيمًا
- biliyor
Bunlar Allah'a, ahiret gününe inanmış, Allah'ın verdiği rızıklardan sarfetmiş olsalardı ne zararı olurdu? Oysa Allah onları bilir. ([4] Nisa: 39)Tefsir
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَظْلِمُ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ ۚوَاِنْ تَكُ حَسَنَةً يُّضٰعِفْهَا وَيُؤْتِ مِنْ لَّدُنْهُ اَجْرًا عَظِيْمًا ٤٠
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- lā yaẓlimu
- لَا يَظْلِمُ
- haksızlık etmez
- mith'qāla
- مِثْقَالَ
- kadar
- dharratin
- ذَرَّةٍۖ
- zerre
- wa-in
- وَإِن
- eğer
- taku
- تَكُ
- olsa
- ḥasanatan
- حَسَنَةً
- (zerre miktarı) bir iyilik
- yuḍāʿif'hā
- يُضَٰعِفْهَا
- onu kat kat yapar
- wayu'ti
- وَيُؤْتِ
- ve verir
- min ladun'hu
- مِن لَّدُنْهُ
- kendi katından
- ajran
- أَجْرًا
- bir mükafat
- ʿaẓīman
- عَظِيمًا
- büyük
Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz, zerre kadar iyilik olsa onu kat kat arttırır ve yapana büyük ecir verir. ([4] Nisa: 40)Tefsir