يُوْصِيْكُمُ اللّٰهُ فِيْٓ اَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِ ۚ فَاِنْ كُنَّ نِسَاۤءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَ ۚ وَاِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُ ۗ وَلِاَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِّنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ اِنْ كَانَ لَهٗ وَلَدٌ ۚ فَاِنْ لَّمْ يَكُنْ لَّهٗ وَلَدٌ وَّوَرِثَهٗٓ اَبَوٰهُ فَلِاُمِّهِ الثُّلُثُ ۚ فَاِنْ كَانَ لَهٗٓ اِخْوَةٌ فَلِاُمِّهِ السُّدُسُ مِنْۢ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُّوْصِيْ بِهَآ اَوْ دَيْنٍ ۗ اٰبَاۤؤُكُمْ وَاَبْنَاۤؤُكُمْۚ لَا تَدْرُوْنَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعًا ۗ فَرِيْضَةً مِّنَ اللّٰهِ ۗ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلِيْمًا حَكِيْمًا ١١
- yūṣīkumu
- يُوصِيكُمُ
- size tavsiye eder
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- fī
- فِىٓ
- hakkında
- awlādikum
- أَوْلَٰدِكُمْۖ
- çocuklarınız(ın alacağı miras)
- lildhakari
- لِلذَّكَرِ
- erkeğe
- mith'lu
- مِثْلُ
- kadar
- ḥaẓẓi
- حَظِّ
- payı
- l-unthayayni
- ٱلْأُنثَيَيْنِۚ
- iki kadının
- fa-in
- فَإِن
- eğer
- kunna
- كُنَّ
- iseler
- nisāan
- نِسَآءً
- kadın
- fawqa
- فَوْقَ
- fazla
- ith'natayni
- ٱثْنَتَيْنِ
- ikiden
- falahunna
- فَلَهُنَّ
- onlarındır
- thuluthā
- ثُلُثَا
- üçte ikisi
- mā
- مَا
- ne
- taraka
- تَرَكَۖ
- bıraktıysa
- wa-in
- وَإِن
- ve eğer (çocuk)
- kānat
- كَانَتْ
- ise
- wāḥidatan
- وَٰحِدَةً
- yalnız bir kadın
- falahā
- فَلَهَا
- onundur
- l-niṣ'fu
- ٱلنِّصْفُۚ
- (mirasın) yarısı
- wali-abawayhi
- وَلِأَبَوَيْهِ
- ana babasından
- likulli
- لِكُلِّ
- her
- wāḥidin
- وَٰحِدٍ
- birinin
- min'humā
- مِّنْهُمَا
- vardır
- l-sudusu
- ٱلسُّدُسُ
- altıda bir hissesi
- mimmā taraka
- مِمَّا تَرَكَ
- bıraktığı mirasta
- in
- إِن
- eğer
- kāna
- كَانَ
- varsa
- lahu
- لَهُۥ
- onun (ölenin)
- waladun
- وَلَدٌۚ
- çocuğu
- fa-in
- فَإِن
- eğer
- lam yakun
- لَّمْ يَكُن
- yok da
- lahu
- لَّهُۥ
- onun
- waladun
- وَلَدٌ
- çocuğu
- wawarithahu
- وَوَرِثَهُۥٓ
- ve ona varis oluyorsa
- abawāhu
- أَبَوَاهُ
- ana babası
- fali-ummihi
- فَلِأُمِّهِ
- anasına düşer
- l-thuluthu
- ٱلثُّلُثُۚ
- üçte bir
- fa-in
- فَإِن
- eğer
- kāna
- كَانَ
- varsa
- lahu
- لَهُۥٓ
- onun
- ikh'watun
- إِخْوَةٌ
- kardeşleri
- fali-ummihi
- فَلِأُمِّهِ
- anasının payı
- l-sudusu
- ٱلسُّدُسُۚ
- altıda birdir
- min baʿdi
- مِنۢ بَعْدِ
- (bu hükümler) sonradır
- waṣiyyatin
- وَصِيَّةٍ
- vasiyyetten
- yūṣī
- يُوصِى
- yapacağı
- bihā aw
- بِهَآ أَوْ
- ya da
- daynin
- دَيْنٍۗ
- borcundan
- ābāukum
- ءَابَآؤُكُمْ
- babalarınız
- wa-abnāukum
- وَأَبْنَآؤُكُمْ
- ve oğullarınızdan
- lā tadrūna
- لَا تَدْرُونَ
- bilmezsiniz
- ayyuhum
- أَيُّهُمْ
- hangisinin
- aqrabu
- أَقْرَبُ
- daha yakın olduğunu
- lakum
- لَكُمْ
- size
- nafʿan
- نَفْعًاۚ
- fayda bakımından
- farīḍatan
- فَرِيضَةً
- bunlar koyulmuş haklardır
- mina
- مِّنَ
- tarafından
- l-lahi
- ٱللَّهِۗ
- Allah
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- kāna ʿalīman
- كَانَ عَلِيمًا
- bilendir
- ḥakīman
- حَكِيمًا
- hikmet sahibidir
Allah çocuklarınız hakkında, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder. Eğer kadınlar ikinin üstünde ise, bırakılanın üçte ikisi onlarındır; şayet bir ise yarısı onundur. Ana babadan her birine, ölenin çocuğu varsa yaptığı vasiyetten veya borcundan arta kalanın altıda biri, çocuğu yoksa, anası babası ona varis olur, anasına üçte bir düşer. Kardeşleri varsa, altıda biri annesinindir; babalarınız ve oğullarınızdan menfaatçe hangisinin size daha yakın olduğunu siz bilmezsiniz. Bunlar Allah tarafından tesbit edilmiştir. Doğrusu Allah bilendir, Hakim olandır. ([4] Nisa: 11)Tefsir
۞ وَلَكُمْ نِصْفُ مَا تَرَكَ اَزْوَاجُكُمْ اِنْ لَّمْ يَكُنْ لَّهُنَّ وَلَدٌ ۚ فَاِنْ كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ فَلَكُمُ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْنَ مِنْۢ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُّوْصِيْنَ بِهَآ اَوْ دَيْنٍ ۗ وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ اِنْ لَّمْ يَكُنْ لَّكُمْ وَلَدٌ ۚ فَاِنْ كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُمْ مِّنْۢ بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوْصُوْنَ بِهَآ اَوْ دَيْنٍ ۗ وَاِنْ كَانَ رَجُلٌ يُّوْرَثُ كَلٰلَةً اَوِ امْرَاَةٌ وَّلَهٗٓ اَخٌ اَوْ اُخْتٌ فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِّنْهُمَا السُّدُسُۚ فَاِنْ كَانُوْٓا اَكْثَرَ مِنْ ذٰلِكَ فَهُمْ شُرَكَاۤءُ فِى الثُّلُثِ مِنْۢ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُّوْصٰى بِهَآ اَوْ دَيْنٍۙ غَيْرَ مُضَاۤرٍّ ۚ وَصِيَّةً مِّنَ اللّٰهِ ۗ وَاللّٰهُ عَلِيْمٌ حَلِيْمٌۗ ١٢
- walakum
- وَلَكُمْ
- sizindir
- niṣ'fu
- نِصْفُ
- yarısı
- mā taraka
- مَا تَرَكَ
- bıraktıkları mirasın
- azwājukum
- أَزْوَٰجُكُمْ
- eşlerinizin
- in
- إِن
- eğer
- lam yakun
- لَّمْ يَكُن
- yoksa
- lahunna
- لَّهُنَّ
- onların
- waladun
- وَلَدٌۚ
- çocukları
- fa-in
- فَإِن
- eğer
- kāna lahunna
- كَانَ لَهُنَّ
- onların varsa
- waladun
- وَلَدٌ
- çocukları
- falakumu
- فَلَكُمُ
- sizindir
- l-rubuʿu
- ٱلرُّبُعُ
- dörtte biri
- mimmā tarakna
- مِمَّا تَرَكْنَۚ
- bıraktıklarının
- min baʿdi
- مِنۢ بَعْدِ
- sonra
- waṣiyyatin
- وَصِيَّةٍ
- vasiyyetten
- yūṣīna
- يُوصِينَ
- yapacakları
- bihā
- بِهَآ
- ondan
- aw
- أَوْ
- veya
- daynin
- دَيْنٍۚ
- borçtan
- walahunna
- وَلَهُنَّ
- onlarındır
- l-rubuʿu
- ٱلرُّبُعُ
- dörtte biri
- mimmā taraktum
- مِمَّا تَرَكْتُمْ
- bıraktığınızın
- in
- إِن
- eğer
- lam yakun
- لَّمْ يَكُن
- yoksa
- lakum
- لَّكُمْ
- sizin de
- waladun
- وَلَدٌۚ
- çocuğunuz
- fa-in
- فَإِن
- eğer
- kāna
- كَانَ
- varsa
- lakum
- لَكُمْ
- sizin
- waladun
- وَلَدٌ
- çocuğunuz
- falahunna
- فَلَهُنَّ
- onlarındır
- l-thumunu
- ٱلثُّمُنُ
- sekizde biri
- mimmā taraktum
- مِمَّا تَرَكْتُمۚ
- bıraktığınızın
- min baʿdi
- مِّنۢ بَعْدِ
- sonra
- waṣiyyatin
- وَصِيَّةٍ
- vasiyyet
- tūṣūna
- تُوصُونَ
- yapacağınız
- bihā
- بِهَآ
- ondan
- aw
- أَوْ
- veya
- daynin
- دَيْنٍۗ
- borçtan
- wa-in
- وَإِن
- eğer
- kāna
- كَانَ
- ise
- rajulun
- رَجُلٌ
- erkeğin
- yūrathu
- يُورَثُ
- miras bırakan
- kalālatan
- كَلَٰلَةً
- evladı ve ana babası olmayıp
- awi
- أَوِ
- veya
- im'ra-atun
- ٱمْرَأَةٌ
- kadının
- walahu
- وَلَهُۥٓ
- varsa
- akhun
- أَخٌ
- bir erkek
- aw
- أَوْ
- veya
- ukh'tun
- أُخْتٌ
- bir kızkardeşi
- falikulli
- فَلِكُلِّ
- her
- wāḥidin
- وَٰحِدٍ
- birine
- min'humā
- مِّنْهُمَا
- onlardan
- l-sudusu
- ٱلسُّدُسُۚ
- altıda bir düşer
- fa-in
- فَإِن
- eğer
- kānū
- كَانُوٓا۟
- iseler
- akthara
- أَكْثَرَ
- fazla
- min dhālika
- مِن ذَٰلِكَ
- bundan
- fahum
- فَهُمْ
- onlar
- shurakāu
- شُرَكَآءُ
- ortaktırlar
- fī l-thuluthi
- فِى ٱلثُّلُثِۚ
- üçte bire
- min baʿdi
- مِنۢ بَعْدِ
- sonradır
- waṣiyyatin
- وَصِيَّةٍ
- vasiyyetten
- yūṣā
- يُوصَىٰ
- yapılan
- bihā
- بِهَآ
- ondan
- aw
- أَوْ
- veya
- daynin
- دَيْنٍ
- borçtan
- ghayra
- غَيْرَ
- olmayan
- muḍārrin
- مُضَآرٍّۚ
- zarar verici
- waṣiyyatan
- وَصِيَّةً
- vasiyyettir
- mina l-lahi
- مِّنَ ٱللَّهِۗ
- Allahtan
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- ʿalīmun
- عَلِيمٌ
- bilendir
- ḥalīmun
- حَلِيمٌ
- halimdir
Kadınlarınızın çocukları yoksa bıraktıklarının yarısı sizindir, çocukları varsa, bıraktıklarının ettikleri vasiyetten veya borçtan arta kalanın dörtte biri sizindir. Sizin çocuğunuz yoksa ettiğiniz vasiyet veya borç çıktıktan sonra bıraktıklarınızın dörtte biri karılarınızındır; çocuğunuz varsa, bıraktıklarınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadına kelale yollu (çocuğu ve babası olmadığı halde) varis olunuyor ve bunların ana-bir erkek veya bir kız kardeşi bulunuyorsa, her birine edilen vasiyetten veya borçtan arta kalanın altıda biri düşer; ikiden çoksalar, üçte birine, zarara uğratılmaksızın ortak olurlar. Bunlar Allah tarafından tavsiye edilmiştir. Allah bilendir. Halim'dir. ([4] Nisa: 12)Tefsir
تِلْكَ حُدُوْدُ اللّٰهِ ۗ وَمَنْ يُّطِعِ اللّٰهَ وَرَسُوْلَهٗ يُدْخِلْهُ جَنّٰتٍ تَجْرِيْ مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهٰرُ خٰلِدِيْنَ فِيْهَا ۗ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيْمُ ١٣
- til'ka
- تِلْكَ
- bunlar
- ḥudūdu
- حُدُودُ
- sınırlarıdır
- l-lahi
- ٱللَّهِۚ
- Allah'ın
- waman
- وَمَن
- kim
- yuṭiʿi
- يُطِعِ
- ita'at ederse
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'a
- warasūlahu
- وَرَسُولَهُۥ
- ve Elçisine
- yud'khil'hu
- يُدْخِلْهُ
- (Allah onu) sokar
- jannātin
- جَنَّٰتٍ
- cennetlere
- tajrī
- تَجْرِى
- akan
- min taḥtihā
- مِن تَحْتِهَا
- altlarından
- l-anhāru
- ٱلْأَنْهَٰرُ
- ırmaklar
- khālidīna
- خَٰلِدِينَ
- sürekli kalacakları
- fīhā
- فِيهَاۚ
- içinde
- wadhālika
- وَذَٰلِكَ
- işte budur
- l-fawzu
- ٱلْفَوْزُ
- başarı
- l-ʿaẓīmu
- ٱلْعَظِيمُ
- büyük
Bunlar Allah'ın yasalarıdır. Allah'a ve Peygamberine kim itaat ederse onu içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, orada temellidirler, büyük kurtuluş budur. ([4] Nisa: 13)Tefsir
وَمَنْ يَّعْصِ اللّٰهَ وَرَسُوْلَهٗ وَيَتَعَدَّ حُدُوْدَهٗ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا فِيْهَاۖ وَلَهٗ عَذَابٌ مُّهِيْنٌ ࣖ ١٤
- waman
- وَمَن
- ve kim
- yaʿṣi
- يَعْصِ
- karşı gelir
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'a
- warasūlahu
- وَرَسُولَهُۥ
- ve Elçisi'ne
- wayataʿadda
- وَيَتَعَدَّ
- ve aşarsa
- ḥudūdahu
- حُدُودَهُۥ
- O'nun sınırlarını
- yud'khil'hu
- يُدْخِلْهُ
- (Allah onu) sokar
- nāran
- نَارًا
- ateşe
- khālidan
- خَٰلِدًا
- sürekli kalacağı
- fīhā
- فِيهَا
- içinde
- walahu
- وَلَهُۥ
- ve ona vardır
- ʿadhābun
- عَذَابٌ
- bir azab
- muhīnun
- مُّهِينٌ
- alçaltıcı
Kim Allah'a ve Peygamberine baş kaldırır ve yasalarını aşarsa, onu, temelli kalacağı cehenneme sokar. Alçaltıcı azab onadır. ([4] Nisa: 14)Tefsir
وَالّٰتِيْ يَأْتِيْنَ الْفَاحِشَةَ مِنْ نِّسَاۤىِٕكُمْ فَاسْتَشْهِدُوْا عَلَيْهِنَّ اَرْبَعَةً مِّنْكُمْ ۚ فَاِنْ شَهِدُوْا فَاَمْسِكُوْهُنَّ فِى الْبُيُوْتِ حَتّٰى يَتَوَفّٰىهُنَّ الْمَوْتُ اَوْ يَجْعَلَ اللّٰهُ لَهُنَّ سَبِيْلًا ١٥
- wa-allātī
- وَٱلَّٰتِى
- ve kimseler
- yatīna
- يَأْتِينَ
- yapanlar
- l-fāḥishata
- ٱلْفَٰحِشَةَ
- fuhuş
- min nisāikum
- مِن نِّسَآئِكُمْ
- kadınlarınızdan;
- fa-is'tashhidū
- فَٱسْتَشْهِدُوا۟
- şahid getirin
- ʿalayhinna
- عَلَيْهِنَّ
- onlara karşı
- arbaʿatan
- أَرْبَعَةً
- dört
- minkum
- مِّنكُمْۖ
- içinizden
- fa-in
- فَإِن
- eğer
- shahidū
- شَهِدُوا۟
- onlar şahidlik ederlerse
- fa-amsikūhunna
- فَأَمْسِكُوهُنَّ
- tutun (dışarı çıkarmayın)
- fī l-buyūti
- فِى ٱلْبُيُوتِ
- evlerde
- ḥattā
- حَتَّىٰ
- kadar
- yatawaffāhunna
- يَتَوَفَّىٰهُنَّ
- o kadınları alıncaya
- l-mawtu
- ٱلْمَوْتُ
- ölüm
- aw
- أَوْ
- ya da
- yajʿala
- يَجْعَلَ
- gösterinceye
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- lahunna
- لَهُنَّ
- onların yararına
- sabīlan
- سَبِيلًا
- bir yol
Kadınlarınızdan zina edenlere, bunu isbat edecek aranızdan dört şahid getirin, şehadet ederlerse, ölünceye veya Allah onlara bir yol açana kadar evlerde tutun. ([4] Nisa: 15)Tefsir
وَالَّذٰنِ يَأْتِيٰنِهَا مِنْكُمْ فَاٰذُوْهُمَا ۚ فَاِنْ تَابَا وَاَصْلَحَا فَاَعْرِضُوْا عَنْهُمَا ۗ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ تَوَّابًا رَّحِيْمًا ١٦
- wa-alladhāni
- وَٱلَّذَانِ
- iki kişi
- yatiyānihā
- يَأْتِيَٰنِهَا
- fuhuş yaparsa
- minkum
- مِنكُمْ
- içinizden
- faādhūhumā
- فَـَٔاذُوهُمَاۖ
- onlara eziyet edin
- fa-in
- فَإِن
- eğer
- tābā
- تَابَا
- tevbe eder
- wa-aṣlaḥā
- وَأَصْلَحَا
- ve uslanırlarsa
- fa-aʿriḍū
- فَأَعْرِضُوا۟
- artık vazgeçin
- ʿanhumā
- عَنْهُمَآۗ
- onlardan
- inna
- إِنَّ
- çünkü
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- kāna tawwāban
- كَانَ تَوَّابًا
- tevbeleri çok kabul edendir
- raḥīman
- رَّحِيمًا
- çok esirgeyendir
İçinizden zina eden iki kimseye eziyet edin, tevbe edip düzeltirlerse onları bırakın. Doğrusu Allah tevbeleri daima kabul ve merhamet eder. ([4] Nisa: 16)Tefsir
اِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّٰهِ لِلَّذِيْنَ يَعْمَلُوْنَ السُّوْۤءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوْبُوْنَ مِنْ قَرِيْبٍ فَاُولٰۤىِٕكَ يَتُوْبُ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ ۗ وَكَانَ اللّٰهُ عَلِيْمًا حَكِيْمًا ١٧
- innamā
- إِنَّمَا
- şüphesiz
- l-tawbatu
- ٱلتَّوْبَةُ
- tevbesi makbuldür
- ʿalā
- عَلَى
- göre
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'a
- lilladhīna
- لِلَّذِينَ
- şu kimselerin
- yaʿmalūna
- يَعْمَلُونَ
- yaparlar
- l-sūa
- ٱلسُّوٓءَ
- bir kötülük
- bijahālatin
- بِجَهَٰلَةٍ
- cahillikle
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- yatūbūna
- يَتُوبُونَ
- dönerler (tevbe ederler)
- min qarībin
- مِن قَرِيبٍ
- hemen ardından
- fa-ulāika
- فَأُو۟لَٰٓئِكَ
- işte
- yatūbu
- يَتُوبُ
- tevbesini kabul eder
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- ʿalayhim
- عَلَيْهِمْۗ
- onların
- wakāna l-lahu
- وَكَانَ ٱللَّهُ
- Allah
- ʿalīman
- عَلِيمًا
- bilendir
- ḥakīman
- حَكِيمًا
- hüküm ve hikmet sahibidir
Allah kötülüğü bilmeyerek yapıp da, hemen tevbe edenlerin tevbesini kabul etmeyi üzerine almıştır. Allah işte onların tevbesini kabul eder. Allah Bilen'dir, Hakim olandır. ([4] Nisa: 17)Tefsir
وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذِيْنَ يَعْمَلُوْنَ السَّيِّاٰتِۚ حَتّٰىٓ اِذَا حَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ اِنِّيْ تُبْتُ الْـٰٔنَ وَلَا الَّذِيْنَ يَمُوْتُوْنَ وَهُمْ كُفَّارٌ ۗ اُولٰۤىِٕكَ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا اَلِيْمًا ١٨
- walaysati
- وَلَيْسَتِ
- (geçerli) değildir
- l-tawbatu
- ٱلتَّوْبَةُ
- tevbesi
- lilladhīna
- لِلَّذِينَ
- kimselerin
- yaʿmalūna
- يَعْمَلُونَ
- yapan(ların)
- l-sayiāti
- ٱلسَّيِّـَٔاتِ
- kötülükler
- ḥattā
- حَتَّىٰٓ
- nihayet
- idhā
- إِذَا
- zaman
- ḥaḍara
- حَضَرَ
- gelip çattığı
- aḥadahumu
- أَحَدَهُمُ
- kendilerine
- l-mawtu
- ٱلْمَوْتُ
- ölüm
- qāla
- قَالَ
- der
- innī
- إِنِّى
- muhakkak ben
- tub'tu
- تُبْتُ
- tevbe ettim
- l-āna
- ٱلْـَٰٔنَ
- şimdi
- walā
- وَلَا
- ve (değildir)
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselerin
- yamūtūna
- يَمُوتُونَ
- ölenlere
- wahum
- وَهُمْ
- olarak
- kuffārun
- كُفَّارٌۚ
- kafir
- ulāika
- أُو۟لَٰٓئِكَ
- işte
- aʿtadnā
- أَعْتَدْنَا
- hazırlamışızdır
- lahum
- لَهُمْ
- onlar için
- ʿadhāban
- عَذَابًا
- bir azab
- alīman
- أَلِيمًا
- acı
Kötülükleri işleyip dururken, ölüm kendisine geldiği zaman; "şimdi tevbe ettim" diyenler ile kafir olarak ölenlerin tevbesi makbul değildir. İşte onlara elem verici azab hazırlamışızdır. ([4] Nisa: 18)Tefsir
يٰٓاَيُّهَا الَّذِيْنَ اٰمَنُوْا لَا يَحِلُّ لَكُمْ اَنْ تَرِثُوا النِّسَاۤءَ كَرْهًا ۗ وَلَا تَعْضُلُوْهُنَّ لِتَذْهَبُوْا بِبَعْضِ مَآ اٰتَيْتُمُوْهُنَّ اِلَّآ اَنْ يَّأْتِيْنَ بِفَاحِشَةٍ مُّبَيِّنَةٍ ۚ وَعَاشِرُوْهُنَّ بِالْمَعْرُوْفِ ۚ فَاِنْ كَرِهْتُمُوْهُنَّ فَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوْا شَيْـًٔا وَّيَجْعَلَ اللّٰهُ فِيْهِ خَيْرًا كَثِيْرًا ١٩
- yāayyuhā
- يَٰٓأَيُّهَا
- Ey
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- inanan(lar)
- lā yaḥillu
- لَا يَحِلُّ
- helal değildir
- lakum
- لَكُمْ
- size
- an tarithū
- أَن تَرِثُوا۟
- miras yoluyla almanız
- l-nisāa
- ٱلنِّسَآءَ
- kadınları
- karhan
- كَرْهًاۖ
- zorla
- walā taʿḍulūhunna
- وَلَا تَعْضُلُوهُنَّ
- onları sıkıştırmayın
- litadhhabū
- لِتَذْهَبُوا۟
- alıp götürmek için
- bibaʿḍi
- بِبَعْضِ
- bir kısmını
- mā
- مَآ
- şeylerin
- ātaytumūhunna
- ءَاتَيْتُمُوهُنَّ
- onlara verdiğiniz
- illā
- إِلَّآ
- dışında
- an yatīna
- أَن يَأْتِينَ
- yapmaları
- bifāḥishatin
- بِفَٰحِشَةٍ
- edepsizlik
- mubayyinatin
- مُّبَيِّنَةٍۚ
- açık bir
- waʿāshirūhunna
- وَعَاشِرُوهُنَّ
- ve onlarla geçinin
- bil-maʿrūfi
- بِٱلْمَعْرُوفِۚ
- iyi
- fa-in
- فَإِن
- eğer
- karih'tumūhunna
- كَرِهْتُمُوهُنَّ
- onlardan hoşlanmazsanız
- faʿasā
- فَعَسَىٰٓ
- bilinki
- an takrahū
- أَن تَكْرَهُوا۟
- sizin hoşlanmadığınız
- shayan
- شَيْـًٔا
- bir şeye
- wayajʿala
- وَيَجْعَلَ
- koymuş olabilir
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- fīhi
- فِيهِ
- ona
- khayran
- خَيْرًا
- hayır
- kathīran
- كَثِيرًا
- çok
Ey İnananlar! Kadınlara zorla mirasçı olmaya kalkmanız size helal değildir. Apaçık hayasızlık etmedikçe onlara verdiğinizin bir kısmını alıp götürmeniz için onları sıkıştırmayın. Onlarla güzellikle geçinin. Eğer onlardan hoşlanmıyorsanız, sabredin, hoşlanmadığınız bir şeyi Allah çok hayırlı kılmış olabilir. ([4] Nisa: 19)Tefsir
وَاِنْ اَرَدْتُّمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَّكَانَ زَوْجٍۙ وَّاٰتَيْتُمْ اِحْدٰىهُنَّ قِنْطَارًا فَلَا تَأْخُذُوْا مِنْهُ شَيْـًٔا ۗ اَتَأْخُذُوْنَهٗ بُهْتَانًا وَّاِثْمًا مُّبِيْنًا ٢٠
- wa-in
- وَإِنْ
- eğer
- aradttumu
- أَرَدتُّمُ
- almak isterseniz
- is'tib'dāla
- ٱسْتِبْدَالَ
- başka
- zawjin
- زَوْجٍ
- bir eş
- makāna
- مَّكَانَ
- yerine
- zawjin
- زَوْجٍ
- bir eşin
- waātaytum
- وَءَاتَيْتُمْ
- vermiş olsanız (dahi)
- iḥ'dāhunna
- إِحْدَىٰهُنَّ
- onlardan birine
- qinṭāran
- قِنطَارًا
- kantarlarca (mal)
- falā takhudhū
- فَلَا تَأْخُذُوا۟
- geri almayın
- min'hu
- مِنْهُ
- ondan (verdiğinizden)
- shayan
- شَيْـًٔاۚ
- hiçbir şeyi
- atakhudhūnahu
- أَتَأْخُذُونَهُۥ
- verdiğinizi alacak mısınız?
- buh'tānan
- بُهْتَٰنًا
- iftira ederek
- wa-ith'man
- وَإِثْمًا
- ve günaha girerek
- mubīnan
- مُّبِينًا
- açıkça
Bir eşin yerine başka bir eşi almak isterseniz, birincisine bir yük altın vermiş olsanız bile ondan bir şey almayın. İftira ederek ve apaçık günaha girerek ona verdiğinizi geri alır mısınız? ([4] Nisa: 20)Tefsir