سَتَجِدُوْنَ اٰخَرِيْنَ يُرِيْدُوْنَ اَنْ يَّأْمَنُوْكُمْ وَيَأْمَنُوْا قَوْمَهُمْ ۗ كُلَّ مَا رُدُّوْٓا اِلَى الْفِتْنَةِ اُرْكِسُوْا فِيْهَا ۚ فَاِنْ لَّمْ يَعْتَزِلُوْكُمْ وَيُلْقُوْٓا اِلَيْكُمُ السَّلَمَ وَيَكُفُّوْٓا اَيْدِيَهُمْ فَخُذُوْهُمْ وَاقْتُلُوْهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوْهُمْ ۗ وَاُولٰۤىِٕكُمْ جَعَلْنَا لَكُمْ عَلَيْهِمْ سُلْطٰنًا مُّبِيْنًا ࣖ ٩١
- satajidūna
- سَتَجِدُونَ
- bulacaksınız
- ākharīna
- ءَاخَرِينَ
- başkalarını
- yurīdūna
- يُرِيدُونَ
- ister
- an yamanūkum
- أَن يَأْمَنُوكُمْ
- sizden emin olmak
- wayamanū
- وَيَأْمَنُوا۟
- ve emin olmak
- qawmahum
- قَوْمَهُمْ
- kendi toplumlarından
- kulla
- كُلَّ
- her ne zaman
- mā ruddū
- مَا رُدُّوٓا۟
- götürülseler
- ilā l-fit'nati
- إِلَى ٱلْفِتْنَةِ
- fitneye
- ur'kisū
- أُرْكِسُوا۟
- başaşağı atılırlar
- fīhā
- فِيهَاۚ
- (fitnenin) içine
- fa-in
- فَإِن
- eğer
- lam yaʿtazilūkum
- لَّمْ يَعْتَزِلُوكُمْ
- sizden uzak durmazlarsa
- wayul'qū
- وَيُلْقُوٓا۟
- ve istemezlerse
- ilaykumu
- إِلَيْكُمُ
- sizinle
- l-salama
- ٱلسَّلَمَ
- barış içinde yaşamak
- wayakuffū
- وَيَكُفُّوٓا۟
- (saldırıdan) çekmezlerse
- aydiyahum
- أَيْدِيَهُمْ
- ellerini
- fakhudhūhum
- فَخُذُوهُمْ
- onları yakalayın
- wa-uq'tulūhum
- وَٱقْتُلُوهُمْ
- ve öldürün
- ḥaythu
- حَيْثُ
- nerede
- thaqif'tumūhum
- ثَقِفْتُمُوهُمْۚ
- bulursanız
- wa-ulāikum
- وَأُو۟لَٰٓئِكُمْ
- işte öylelerine
- jaʿalnā
- جَعَلْنَا
- verdik
- lakum
- لَكُمْ
- size
- ʿalayhim
- عَلَيْهِمْ
- karşı
- sul'ṭānan
- سُلْطَٰنًا
- bir yetki
- mubīnan
- مُّبِينًا
- açık
Diğerlerinin de sizden ve kendi milletlerinden güvende olmayı istediklerini göreceksiniz. Ne var ki fitneciliğe her çağırıldıklarında ona can atarlar; eğer sizden uzak durmazlar, barış teklif etmezler ve sizden el çekmezlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün. İşte onların aleyhlerine size apaçık ferman verdik. ([4] Nisa: 91)Tefsir
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ اَنْ يَّقْتُلَ مُؤْمِنًا اِلَّا خَطَـًٔا ۚ وَمَنْ قَتَلَ مُؤْمِنًا خَطَـًٔا فَتَحْرِيْرُ رَقَبَةٍ مُّؤْمِنَةٍ وَّدِيَةٌ مُّسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِهٖٓ اِلَّآ اَنْ يَّصَّدَّقُوْا ۗ فَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ لَّكُمْ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَتَحْرِيْرُ رَقَبَةٍ مُّؤْمِنَةٍ ۗوَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍۢ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ مِّيْثَاقٌ فَدِيَةٌ مُّسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِهٖ وَتَحْرِيْرُ رَقَبَةٍ مُّؤْمِنَةٍ ۚ فَمَنْ لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِۖ تَوْبَةً مِّنَ اللّٰهِ ۗوَكَانَ اللّٰهُ عَلِيْمًا حَكِيْمًا ٩٢
- wamā
- وَمَا
- yoktur
- kāna limu'minin
- كَانَ لِمُؤْمِنٍ
- bir mü'minin
- an yaqtula
- أَن يَقْتُلَ
- öldürmesi
- mu'minan
- مُؤْمِنًا
- bir mü'mini
- illā
- إِلَّا
- dışında
- khaṭa-an
- خَطَـًٔاۚ
- yanlışlık
- waman
- وَمَن
- ve kim ki
- qatala
- قَتَلَ
- öldürdü
- mu'minan
- مُؤْمِنًا
- bir mü'mini
- khaṭa-an
- خَطَـًٔا
- yanlışlıkla
- fataḥrīru
- فَتَحْرِيرُ
- azadetmelidir
- raqabatin
- رَقَبَةٍ
- bir köle
- mu'minatin
- مُّؤْمِنَةٍ
- mü'min
- wadiyatun
- وَدِيَةٌ
- ve bir diyet
- musallamatun
- مُّسَلَّمَةٌ
- vermelidir
- ilā ahlihi
- إِلَىٰٓ أَهْلِهِۦٓ
- ölenin ailesine
- illā
- إِلَّآ
- başka
- an yaṣṣaddaqū
- أَن يَصَّدَّقُوا۟ۚ
- bağışlamaları
- fa-in
- فَإِن
- eğer
- kāna
- كَانَ
- ise
- min qawmin
- مِن قَوْمٍ
- bir topluluktan
- ʿaduwwin
- عَدُوٍّ
- düşmanınız olan
- lakum
- لَّكُمْ
- sizin
- wahuwa
- وَهُوَ
- o (öldürülen)
- mu'minun
- مُؤْمِنٌ
- mü'min
- fataḥrīru
- فَتَحْرِيرُ
- azadetmelidir
- raqabatin
- رَقَبَةٍ
- bir köle
- mu'minatin
- مُّؤْمِنَةٍۖ
- mü'min
- wa-in
- وَإِن
- ve eğer
- kāna
- كَانَ
- ise
- min qawmin
- مِن قَوْمٍۭ
- bir topluluktan
- baynakum
- بَيْنَكُمْ
- sizinle
- wabaynahum
- وَبَيْنَهُم
- kendileri arasında
- mīthāqun
- مِّيثَٰقٌ
- andlaşma bulunan
- fadiyatun
- فَدِيَةٌ
- bir diyet
- musallamatun
- مُّسَلَّمَةٌ
- verilecektir
- ilā ahlihi
- إِلَىٰٓ أَهْلِهِۦ
- ailesine
- wataḥrīru
- وَتَحْرِيرُ
- ve azadetmek lazımdır
- raqabatin
- رَقَبَةٍ
- bir köle
- mu'minatin
- مُّؤْمِنَةٍۖ
- mü'min
- faman
- فَمَن
- kimse
- lam yajid
- لَّمْ يَجِدْ
- bunları bulamayan
- faṣiyāmu
- فَصِيَامُ
- oruç tutmalıdır
- shahrayni
- شَهْرَيْنِ
- iki ay
- mutatābiʿayni
- مُتَتَابِعَيْنِ
- ardı ardına
- tawbatan
- تَوْبَةً
- tevbesinin kabulü için
- mina
- مِّنَ
- tarafından
- l-lahi
- ٱللَّهِۗ
- Allah
- wakāna l-lahu
- وَكَانَ ٱللَّهُ
- Allah
- ʿalīman
- عَلِيمًا
- bilendir
- ḥakīman
- حَكِيمًا
- hüküm ve hikmet sahibidir
Bir müminin diğer mümini yanlışlık dışında öldürmesi asla caiz değildir. Bir mümini yanlışlıkla öldürenin, bir mümin köleyi azad etmesi ve öldürülenin ailesi bağışlamadıkça, ona diyet ödemesi gerekir. Eğer o mümin, size düşman bir topluluktan ise mümin bir köleyi azad etmek gerekir. Şayet aranızda anlaşma olan bir millettense, ailesine diyet ödemek ve mümin bir köleyi azat etmek gerekir. Bulamayana, Allah tarafından tevbesinin kabulü için, ard arda iki ay oruç tutmak gerekir. Allah bilendir. Hakim'dir. ([4] Nisa: 92)Tefsir
وَمَنْ يَّقْتُلْ مُؤْمِنًا مُّتَعَمِّدًا فَجَزَاۤؤُهٗ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيْهَا وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهٗ وَاَعَدَّ لَهٗ عَذَابًا عَظِيْمًا ٩٣
- waman
- وَمَن
- her kim
- yaqtul
- يَقْتُلْ
- öldürürse
- mu'minan
- مُؤْمِنًا
- bir mü'mini
- mutaʿammidan
- مُّتَعَمِّدًا
- kasden
- fajazāuhu
- فَجَزَآؤُهُۥ
- onun cezası
- jahannamu
- جَهَنَّمُ
- cehennemdir
- khālidan
- خَٰلِدًا
- sürekli kalacağı
- fīhā
- فِيهَا
- içinde
- waghaḍiba
- وَغَضِبَ
- ve gazabetmiştir
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- ʿalayhi
- عَلَيْهِ
- ona
- walaʿanahu
- وَلَعَنَهُۥ
- ve la'net etmiştir
- wa-aʿadda
- وَأَعَدَّ
- ve hazırlamıştır
- lahu
- لَهُۥ
- onun için
- ʿadhāban
- عَذَابًا
- bir azab
- ʿaẓīman
- عَظِيمًا
- büyük
Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazabetmiş, lanetlemiş ve büyük azab hazırlamıştır. ([4] Nisa: 93)Tefsir
يٰٓاَيُّهَا الَّذِيْنَ اٰمَنُوْٓا اِذَا ضَرَبْتُمْ فِيْ سَبِيْلِ اللّٰهِ فَتَبَيَّنُوْا وَلَا تَقُوْلُوْا لِمَنْ اَلْقٰىٓ اِلَيْكُمُ السَّلٰمَ لَسْتَ مُؤْمِنًاۚ تَبْتَغُوْنَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ۖفَعِنْدَ اللّٰهِ مَغَانِمُ كَثِيْرَةٌ ۗ كَذٰلِكَ كُنْتُمْ مِّنْ قَبْلُ فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُوْاۗ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُوْنَ خَبِيْرًا ٩٤
- yāayyuhā
- يَٰٓأَيُّهَا
- Ey
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- āmanū
- ءَامَنُوٓا۟
- inanan(lar)
- idhā
- إِذَا
- zaman
- ḍarabtum
- ضَرَبْتُمْ
- savaşa çıktığınız
- fī sabīli
- فِى سَبِيلِ
- yolunda
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- fatabayyanū
- فَتَبَيَّنُوا۟
- iyi anlayın dinleyin'
- walā taqūlū
- وَلَا تَقُولُوا۟
- demeyin
- liman
- لِمَنْ
- kimseye
- alqā
- أَلْقَىٰٓ
- veren
- ilaykumu
- إِلَيْكُمُ
- size
- l-salāma
- ٱلسَّلَٰمَ
- selam
- lasta
- لَسْتَ
- sen değilsin
- mu'minan
- مُؤْمِنًا
- mü'min
- tabtaghūna
- تَبْتَغُونَ
- gözeterek
- ʿaraḍa
- عَرَضَ
- geçici menfaatini
- l-ḥayati
- ٱلْحَيَوٰةِ
- hayatının
- l-dun'yā
- ٱلدُّنْيَا
- dünya
- faʿinda
- فَعِندَ
- çünkü yanında
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- maghānimu
- مَغَانِمُ
- ganimetler vardır
- kathīratun
- كَثِيرَةٌۚ
- çok
- kadhālika
- كَذَٰلِكَ
- böyle idiniz
- kuntum
- كُنتُم
- siz de
- min qablu
- مِّن قَبْلُ
- önceden
- famanna
- فَمَنَّ
- lutfetti
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- ʿalaykum
- عَلَيْكُمْ
- size
- fatabayyanū
- فَتَبَيَّنُوٓا۟ۚ
- o halde iyice anlayın
- inna
- إِنَّ
- çünkü
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- kāna bimā
- كَانَ بِمَا
- şeyleri
- taʿmalūna
- تَعْمَلُونَ
- yaptıklarınız
- khabīran
- خَبِيرًا
- haber almaktadır
Ey İnananlar! Allah yolunda yürüdüğünüz vakit, her şeyi iyice anlayın. Size, müslüman olduğunu bildirene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek: "Sen mümin değilsin" demeyin. Allah katında birçok ganimetler vardır. Evvelce siz de öyleydiniz. Allah size iyilikte bulundu, iyice araştırıp anlayın, Allah işlediklerinizden şüphesiz haberdardır. ([4] Nisa: 94)Tefsir
لَا يَسْتَوِى الْقَاعِدُوْنَ مِنَ الْمُؤْمِنِيْنَ غَيْرُ اُولِى الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُوْنَ فِيْ سَبِيْلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۗ فَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجٰهِدِيْنَ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ عَلَى الْقٰعِدِيْنَ دَرَجَةً ۗ وَكُلًّا وَّعَدَ اللّٰهُ الْحُسْنٰىۗ وَفَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجٰهِدِيْنَ عَلَى الْقٰعِدِيْنَ اَجْرًا عَظِيْمًاۙ ٩٥
- lā
- لَّا
- olmaz
- yastawī
- يَسْتَوِى
- eşit
- l-qāʿidūna
- ٱلْقَٰعِدُونَ
- yerlerinde oturanlar
- mina l-mu'minīna
- مِنَ ٱلْمُؤْمِنِينَ
- inananlardan
- ghayru
- غَيْرُ
- dışında
- ulī
- أُو۟لِى
- sahipleri
- l-ḍarari
- ٱلضَّرَرِ
- özür
- wal-mujāhidūna
- وَٱلْمُجَٰهِدُونَ
- ve cihad edenler
- fī sabīli
- فِى سَبِيلِ
- yolunda
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- bi-amwālihim
- بِأَمْوَٰلِهِمْ
- mallariyle
- wa-anfusihim
- وَأَنفُسِهِمْۚ
- canlariyle
- faḍḍala
- فَضَّلَ
- üstün kılmıştır
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- l-mujāhidīna
- ٱلْمُجَٰهِدِينَ
- cihadedenleri
- bi-amwālihim
- بِأَمْوَٰلِهِمْ
- mallariyle
- wa-anfusihim
- وَأَنفُسِهِمْ
- canlariyle
- ʿalā l-qāʿidīna
- عَلَى ٱلْقَٰعِدِينَ
- oturanlardan
- darajatan
- دَرَجَةًۚ
- derece bakımından
- wakullan
- وَكُلًّا
- ve hepsine
- waʿada
- وَعَدَ
- va'detmiştir
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- l-ḥus'nā
- ٱلْحُسْنَىٰۚ
- güzellik
- wafaḍḍala
- وَفَضَّلَ
- ve üstün kılmıştır
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- l-mujāhidīna
- ٱلْمُجَٰهِدِينَ
- mücahidleri
- ʿalā l-qāʿidīna
- عَلَى ٱلْقَٰعِدِينَ
- oturanlardan
- ajran
- أَجْرًا
- ecirle
- ʿaẓīman
- عَظِيمًا
- çok daha büyük
İnananlardan, özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile, mal ve canlariyle cihad edenleri, mertebece, oturanlardan üstün kılmıştır. Allah hepsine de cenneti vadetmiştir, ama Allah, cihad edenleri oturanlara, büyük ecirler, dereceler, mağfiret ve rahmetle üstün kılmıştır. Allah bağışlar ve merhamet eder. ([4] Nisa: 95)Tefsir
دَرَجٰتٍ مِّنْهُ وَمَغْفِرَةً وَّرَحْمَةً ۗوَكَانَ اللّٰهُ غَفُوْرًا رَّحِيْمًا ࣖ ٩٦
- darajātin
- دَرَجَٰتٍ
- yüksek dereceler
- min'hu
- مِّنْهُ
- kendi katından
- wamaghfiratan
- وَمَغْفِرَةً
- ve bağış
- waraḥmatan
- وَرَحْمَةًۚ
- ve rahmet
- wakāna l-lahu
- وَكَانَ ٱللَّهُ
- Allah
- ghafūran
- غَفُورًا
- bağışlayandır
- raḥīman
- رَّحِيمًا
- esirgeyendir
İnananlardan, özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile, mal ve canlariyle cihad edenleri, mertebece, oturanlardan üstün kılmıştır. Allah hepsine de cenneti vadetmiştir, ama Allah, cihad edenleri oturanlara, büyük ecirler, dereceler, mağfiret ve rahmetle üstün kılmıştır. Allah bağışlar ve merhamet eder. ([4] Nisa: 96)Tefsir
اِنَّ الَّذِيْنَ تَوَفّٰىهُمُ الْمَلٰۤىِٕكَةُ ظَالِمِيْٓ اَنْفُسِهِمْ قَالُوْا فِيْمَ كُنْتُمْ ۗ قَالُوْا كُنَّا مُسْتَضْعَفِيْنَ فِى الْاَرْضِۗ قَالُوْٓا اَلَمْ تَكُنْ اَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوْا فِيْهَا ۗ فَاُولٰۤىِٕكَ مَأْوٰىهُمْ جَهَنَّمُ ۗ وَسَاۤءَتْ مَصِيْرًاۙ ٩٧
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- alladhīna tawaffāhumu
- ٱلَّذِينَ تَوَفَّىٰهُمُ
- canlarını alırken
- l-malāikatu
- ٱلْمَلَٰٓئِكَةُ
- melekler
- ẓālimī
- ظَالِمِىٓ
- yazık eden kimselere
- anfusihim
- أَنفُسِهِمْ
- nefislerine
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler
- fīma
- فِيمَ
- ne işte
- kuntum
- كُنتُمْۖ
- idiniz
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler
- kunnā mus'taḍʿafīna
- كُنَّا مُسْتَضْعَفِينَ
- biz aciz düşürülmüştük
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِۚ
- yer yüzünde
- qālū
- قَالُوٓا۟
- (Melekler) dediler ki
- alam takun
- أَلَمْ تَكُنْ
- değil miydi?
- arḍu
- أَرْضُ
- yeri
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- wāsiʿatan
- وَٰسِعَةً
- geniş
- fatuhājirū
- فَتُهَاجِرُوا۟
- göç edeydiniz
- fīhā
- فِيهَاۚ
- onda
- fa-ulāika
- فَأُو۟لَٰٓئِكَ
- işte onların
- mawāhum
- مَأْوَىٰهُمْ
- durağı
- jahannamu
- جَهَنَّمُۖ
- cehennemdir
- wasāat
- وَسَآءَتْ
- ve ne kötü
- maṣīran
- مَصِيرًا
- bir gidiş yeridir
Kendilerine yazık edenlerin melekler canlarını aldıkları zaman onlara: "Ne yaptınız bakalım?" deyince, "Biz yeryüzünde zavallı kimselerdik" diyecekler, melekler de: "Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!" cevabını verecekler. Onlarınvaracakları yer cehennemdir. Orası ne kötü dönülecek yerdir! ([4] Nisa: 97)Tefsir
اِلَّا الْمُسْتَضْعَفِيْنَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاۤءِ وَالْوِلْدَانِ لَا يَسْتَطِيْعُوْنَ حِيْلَةً وَّلَا يَهْتَدُوْنَ سَبِيْلًاۙ ٩٨
- illā
- إِلَّا
- yalnız hariçtir
- l-mus'taḍʿafīna
- ٱلْمُسْتَضْعَفِينَ
- gerçekten zayıf
- mina l-rijāli
- مِنَ ٱلرِّجَالِ
- erkekler
- wal-nisāi
- وَٱلنِّسَآءِ
- ve kadınlar
- wal-wil'dāni
- وَٱلْوِلْدَٰنِ
- ve çocuklar
- lā yastaṭīʿūna
- لَا يَسْتَطِيعُونَ
- gücü yetmeyenler
- ḥīlatan
- حِيلَةً
- hiçbir çareye
- walā yahtadūna
- وَلَا يَهْتَدُونَ
- ve (göç için) bulamayan
- sabīlan
- سَبِيلًا
- yol
Çaresiz kalan, yol bulamayan zavallı erkek, kadın ve çocuklar müstesnadırlar. ([4] Nisa: 98)Tefsir
فَاُولٰۤىِٕكَ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَّعْفُوَ عَنْهُمْ ۗ وَكَانَ اللّٰهُ عَفُوًّا غَفُوْرًا ٩٩
- fa-ulāika
- فَأُو۟لَٰٓئِكَ
- işte
- ʿasā
- عَسَى
- umulur
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'ın
- an yaʿfuwa
- أَن يَعْفُوَ
- affetmesi
- ʿanhum
- عَنْهُمْۚ
- onları
- wakāna l-lahu
- وَكَانَ ٱللَّهُ
- ve Allah
- ʿafuwwan
- عَفُوًّا
- çok affedendir
- ghafūran
- غَفُورًا
- çok bağışlayandır
İşte Allah'ın bunları affetmesi umulur. Allah Affedendir, Bağışlayan'dır. ([4] Nisa: 99)Tefsir
۞ وَمَنْ يُّهَاجِرْ فِيْ سَبِيْلِ اللّٰهِ يَجِدْ فِى الْاَرْضِ مُرَاغَمًا كَثِيْرًا وَّسَعَةً ۗوَمَنْ يَّخْرُجْ مِنْۢ بَيْتِهٖ مُهَاجِرًا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُوْلِهٖ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ اَجْرُهٗ عَلَى اللّٰهِ ۗوَكَانَ اللّٰهُ غَفُوْرًا رَّحِيْمًا ࣖ ١٠٠
- waman
- وَمَن
- ve kim ki
- yuhājir
- يُهَاجِرْ
- göç eder
- fī sabīli
- فِى سَبِيلِ
- yolunda
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- yajid
- يَجِدْ
- bulur
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِ
- yeryüzünde
- murāghaman
- مُرَٰغَمًا
- gidecek
- kathīran
- كَثِيرًا
- çok yer
- wasaʿatan
- وَسَعَةًۚ
- ve bolluk
- waman
- وَمَن
- ve kim ki
- yakhruj
- يَخْرُجْ
- çıkar
- min baytihi
- مِنۢ بَيْتِهِۦ
- evinden
- muhājiran
- مُهَاجِرًا
- göç etmek amacıyle
- ilā l-lahi
- إِلَى ٱللَّهِ
- Allah'a
- warasūlihi
- وَرَسُولِهِۦ
- ve Elçisine
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- yud'rik'hu
- يُدْرِكْهُ
- kendisine yetişirse
- l-mawtu
- ٱلْمَوْتُ
- ölüm
- faqad
- فَقَدْ
- muhakkak
- waqaʿa
- وَقَعَ
- düşer
- ajruhu
- أَجْرُهُۥ
- onun mükafatı
- ʿalā l-lahi
- عَلَى ٱللَّهِۗ
- Allah'a
- wakāna
- وَكَانَ
- ve
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- ghafūran
- غَفُورًا
- bağışlayandır
- raḥīman
- رَّحِيمًا
- esirgeyendir
Allah yolunda hicret eden kişi, yeryüzünde çok bereketli yer ve genişlik bulur. Evinden, Allah'a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer. Allah bağışlar ve merhamet eder. ([4] Nisa: 100)Tefsir