تَنْزِيْلُ الْكِتٰبِ مِنَ اللّٰهِ الْعَزِيْزِ الْحَكِيْمِ ١
- tanzīlu
- تَنزِيلُ
- indirilmesi
- l-kitābi
- ٱلْكِتَٰبِ
- Kitabını
- mina
- مِنَ
- tarafındandır
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- l-ʿazīzi
- ٱلْعَزِيزِ
- aziz
- l-ḥakīmi
- ٱلْحَكِيمِ
- hüküm ve hikmet sahibi
Kitap'ın indirilmesi, güçlü ve Hakim olan Allah katındandır. ([39] Zümer: 1)Tefsir
اِنَّآ اَنْزَلْنَآ اِلَيْكَ الْكِتٰبَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللّٰهَ مُخْلِصًا لَّهُ الدِّيْنَۗ ٢
- innā
- إِنَّآ
- elbette biz
- anzalnā
- أَنزَلْنَآ
- indirdik
- ilayka
- إِلَيْكَ
- sana
- l-kitāba
- ٱلْكِتَٰبَ
- bu Kitabı
- bil-ḥaqi
- بِٱلْحَقِّ
- hak ile
- fa-uʿ'budi
- فَٱعْبُدِ
- sen kulluk et
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'a
- mukh'liṣan
- مُخْلِصًا
- halis kılarak
- lahu
- لَّهُ
- yalnız O'na
- l-dīna
- ٱلدِّينَ
- dini
Biz sana Kitap'ı gerçekle indirdik. Öyle ise dini Allah için halis kılarak O'na kulluk et. ([39] Zümer: 2)Tefsir
اَلَا لِلّٰهِ الدِّيْنُ الْخَالِصُ ۗوَالَّذِيْنَ اتَّخَذُوْا مِنْ دُوْنِهٖٓ اَوْلِيَاۤءَۘ مَا نَعْبُدُهُمْ اِلَّا لِيُقَرِّبُوْنَآ اِلَى اللّٰهِ زُلْفٰىۗ اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِيْ مَا هُمْ فِيْهِ يَخْتَلِفُوْنَ ەۗ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِيْ مَنْ هُوَ كٰذِبٌ كَفَّارٌ ٣
- alā
- أَلَا
- iyi bil ki
- lillahi
- لِلَّهِ
- yalnız Allah'ındır
- l-dīnu
- ٱلدِّينُ
- din
- l-khāliṣu
- ٱلْخَالِصُۚ
- halis
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- ve kimseler
- ittakhadhū
- ٱتَّخَذُوا۟
- edinen
- min dūnihi
- مِن دُونِهِۦٓ
- O'ndan başka
- awliyāa
- أَوْلِيَآءَ
- dostlar
- mā naʿbuduhum
- مَا نَعْبُدُهُمْ
- biz bunlara tapmıyoruz
- illā
- إِلَّا
- dışıda (bir sebeple)
- liyuqarribūnā
- لِيُقَرِّبُونَآ
- bizi yaklaştırmaları
- ilā l-lahi
- إِلَى ٱللَّهِ
- Allah'a
- zul'fā
- زُلْفَىٰٓ
- daha yakın
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz ki
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- yaḥkumu
- يَحْكُمُ
- hükmünü verecektir
- baynahum
- بَيْنَهُمْ
- onlar arasında
- fī mā
- فِى مَا
- ne ki
- hum
- هُمْ
- onlar
- fīhi
- فِيهِ
- onun hakkında
- yakhtalifūna
- يَخْتَلِفُونَۗ
- ayrılığa düşüyorlar
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz ki
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- lā yahdī
- لَا يَهْدِى
- doğru yola iletmez
- man
- مَنْ
- olanı
- huwa
- هُوَ
- o
- kādhibun
- كَٰذِبٌ
- yalancı
- kaffārun
- كَفَّارٌ
- nankör
Dikkat edin, halis din Allah'ındır; O'nu bırakıp da putlardan dostlar edinenler: "Onlara, bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz" derler. Doğrusu Allah ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Allah şüphesiz yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola eriştirmez. ([39] Zümer: 3)Tefsir
لَوْ اَرَادَ اللّٰهُ اَنْ يَّتَّخِذَ وَلَدًا لَّاصْطَفٰى مِمَّا يَخْلُقُ مَا يَشَاۤءُ ۙ سُبْحٰنَهٗ ۗهُوَ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ ٤
- law
- لَّوْ
- eğer
- arāda
- أَرَادَ
- isteseydi
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- an yattakhidha
- أَن يَتَّخِذَ
- edinmek
- waladan
- وَلَدًا
- çocuk
- la-iṣ'ṭafā
- لَّٱصْطَفَىٰ
- elbette seçerdi
- mimmā yakhluqu
- مِمَّا يَخْلُقُ
- yarattıklarından
- mā
- مَا
- ne
- yashāu
- يَشَآءُۚ
- diliyorsa
- sub'ḥānahu
- سُبْحَٰنَهُۥۖ
- O (bundan münezzehtir) yücedir
- huwa
- هُوَ
- O
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'tır
- l-wāḥidu
- ٱلْوَٰحِدُ
- tek
- l-qahāru
- ٱلْقَهَّارُ
- kahredici
Allah çocuk edinmek isteseydi, yaratıklarından dilediğini seçerdi. O münezzehtir, O; gücü her şeye yeten tek Allah'tır. ([39] Zümer: 4)Tefsir
خَلَقَ السَّمٰوٰتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۚ يُكَوِّرُ الَّيْلَ عَلَى النَّهَارِ وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى الَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۗ كُلٌّ يَّجْرِيْ لِاَجَلٍ مُّسَمًّىۗ اَلَا هُوَ الْعَزِيْزُ الْغَفَّارُ ٥
- khalaqa
- خَلَقَ
- yarattı
- l-samāwāti
- ٱلسَّمَٰوَٰتِ
- gökleri
- wal-arḍa
- وَٱلْأَرْضَ
- ve yeri
- bil-ḥaqi
- بِٱلْحَقِّۖ
- hak ile
- yukawwiru
- يُكَوِّرُ
- örter
- al-layla
- ٱلَّيْلَ
- geceyi
- ʿalā
- عَلَى
- üzerine
- l-nahāri
- ٱلنَّهَارِ
- gündüzün
- wayukawwiru
- وَيُكَوِّرُ
- ve örter
- l-nahāra
- ٱلنَّهَارَ
- gündüzü
- ʿalā
- عَلَى
- üzerine
- al-layli
- ٱلَّيْلِۖ
- gecenin
- wasakhara
- وَسَخَّرَ
- ve buyruğu altına almıştır
- l-shamsa
- ٱلشَّمْسَ
- güneşi
- wal-qamara
- وَٱلْقَمَرَۖ
- ve ayı
- kullun
- كُلٌّ
- her biri
- yajrī
- يَجْرِى
- akıp gitmektedir
- li-ajalin
- لِأَجَلٍ
- süreye kadar
- musamman
- مُّسَمًّىۗ
- belli bir
- alā
- أَلَا
- iyi bil ki
- huwa
- هُوَ
- O
- l-ʿazīzu
- ٱلْعَزِيزُ
- azizdir
- l-ghafāru
- ٱلْغَفَّٰرُ
- ve çok bağışlayandır
Gökleri ve yeri gerçekten yaratan O'dur. Geceyi gündüze dolar, gündüzü geceye dolar. Her biri belirli bir süreye kadar yörüngelerinde yürüyen güneş ve ayı buyruk altında tutar. Dikkat edin, güçlü olan, çok bağışlayan O'dur. ([39] Zümer: 5)Tefsir
خَلَقَكُمْ مِّنْ نَّفْسٍ وَّاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِّنَ الْاَنْعَامِ ثَمٰنِيَةَ اَزْوَاجٍ ۗ يَخْلُقُكُمْ فِيْ بُطُوْنِ اُمَّهٰتِكُمْ خَلْقًا مِّنْۢ بَعْدِ خَلْقٍ فِيْ ظُلُمٰتٍ ثَلٰثٍۗ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُۗ لَآ اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ فَاَنّٰى تُصْرَفُوْنَ ٦
- khalaqakum
- خَلَقَكُم
- sizi yarattı
- min nafsin
- مِّن نَّفْسٍ
- candan
- wāḥidatin
- وَٰحِدَةٍ
- bir tek
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- jaʿala
- جَعَلَ
- meydana getirdi
- min'hā
- مِنْهَا
- ondan
- zawjahā
- زَوْجَهَا
- eşini
- wa-anzala
- وَأَنزَلَ
- ve indirdi
- lakum
- لَكُم
- sizin için
- mina l-anʿāmi
- مِّنَ ٱلْأَنْعَٰمِ
- davarlardan
- thamāniyata
- ثَمَٰنِيَةَ
- sekiz
- azwājin
- أَزْوَٰجٍۚ
- çift
- yakhluqukum
- يَخْلُقُكُمْ
- ve sizi yaratmaktadır
- fī buṭūni
- فِى بُطُونِ
- karınlarında
- ummahātikum
- أُمَّهَٰتِكُمْ
- annelerinizin
- khalqan
- خَلْقًا
- yaratılışla
- min baʿdi
- مِّنۢ بَعْدِ
- sonra
- khalqin
- خَلْقٍ
- bir yaratılıştan
- fī
- فِى
- içinde
- ẓulumātin
- ظُلُمَٰتٍ
- karanlık(lar)
- thalāthin
- ثَلَٰثٍۚ
- üç
- dhālikumu
- ذَٰلِكُمُ
- işte budur
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- rabbukum
- رَبُّكُمْ
- Rabbiniz
- lahu
- لَهُ
- O'nundur
- l-mul'ku
- ٱلْمُلْكُۖ
- mülk
- lā
- لَآ
- yoktur
- ilāha
- إِلَٰهَ
- tanrı
- illā
- إِلَّا
- dışında
- huwa
- هُوَۖ
- O'nun
- fa-annā
- فَأَنَّىٰ
- nasıl?
- tuṣ'rafūna
- تُصْرَفُونَ
- çevriliyorsunuz
Sizi bir tek nefisten yaratmış, sonra ondan eşini varetmiştir; sizin için hayvanlardan sekiz çift meydana getirmiştir; sizi annelerinizin karınlarında üç türlü karanlık içinde, yaratılıştan yaratılışa geçirerek yaratmıştır; işte bu Rabbiniz olan Allah'tır. Hükümranlık O'nundur, O'ndan başka tanrı yoktur. Öyleyken nasıl olur da O'nu bırakıp başkasına yönelirsiniz? ([39] Zümer: 6)Tefsir
اِنْ تَكْفُرُوْا فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنْكُمْ ۗوَلَا يَرْضٰى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَۚ وَاِنْ تَشْكُرُوْا يَرْضَهُ لَكُمْۗ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِّزْرَ اُخْرٰىۗ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَّرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُوْنَۗ اِنَّهٗ عَلِيْمٌ ۢبِذَاتِ الصُّدُوْرِ ٧
- in
- إِن
- eğer
- takfurū
- تَكْفُرُوا۟
- inkar ederseniz
- fa-inna
- فَإِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- ghaniyyun
- غَنِىٌّ
- zengindir
- ʿankum
- عَنكُمْۖ
- sizden
- walā
- وَلَا
- fakat
- yarḍā
- يَرْضَىٰ
- razı olmaz
- liʿibādihi
- لِعِبَادِهِ
- kulları için
- l-kuf'ra
- ٱلْكُفْرَۖ
- küfre
- wa-in
- وَإِن
- ve eğer
- tashkurū
- تَشْكُرُوا۟
- şükrederseniz
- yarḍahu
- يَرْضَهُ
- ona razı olur
- lakum
- لَكُمْۗ
- sizin için
- walā taziru
- وَلَا تَزِرُ
- (günahını) çekmez
- wāziratun
- وَازِرَةٌ
- hiçbir günahkar
- wiz'ra
- وِزْرَ
- günahını
- ukh'rā
- أُخْرَىٰۗ
- diğerinin
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- ilā rabbikum
- إِلَىٰ رَبِّكُم
- Rabbinizedir
- marjiʿukum
- مَّرْجِعُكُمْ
- dönüşünüz
- fayunabbi-ukum
- فَيُنَبِّئُكُم
- size haber verir
- bimā
- بِمَا
- şeyleri
- kuntum
- كُنتُمْ
- olduğunuz
- taʿmalūna
- تَعْمَلُونَۚ
- yapıyorlar
- innahu
- إِنَّهُۥ
- çünkü O
- ʿalīmun
- عَلِيمٌۢ
- bilir
- bidhāti
- بِذَاتِ
- özünü
- l-ṣudūri
- ٱلصُّدُورِ
- göğüslerin
Eğer inkar ederseniz bilin ki Allah sizden müstağnidir. Kullarının inkarından hoşnut olmaz. Eğer şükrederseniz sizden hoşnut olur. Hiçbir günahkar diğerinin günahını yüklenmez. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir; yaptıklarınızı o zaman size haber verir; çünkü O, kalblerde olanı bilir. ([39] Zümer: 7)Tefsir
وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَا رَبَّهٗ مُنِيْبًا اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَا خَوَّلَهٗ نِعْمَةً مِّنْهُ نَسِيَ مَا كَانَ يَدْعُوْٓا اِلَيْهِ مِنْ قَبْلُ وَجَعَلَ لِلّٰهِ اَنْدَادًا لِّيُضِلَّ عَنْ سَبِيْلِهٖ ۗ قُلْ تَمَتَّعْ بِكُفْرِكَ قَلِيْلًا ۖاِنَّكَ مِنْ اَصْحٰبِ النَّارِ ٨
- wa-idhā
- وَإِذَا
- zaman
- massa
- مَسَّ
- dokunduğu
- l-insāna
- ٱلْإِنسَٰنَ
- insana
- ḍurrun
- ضُرٌّ
- bir zarar
- daʿā
- دَعَا
- hemen du'a eder
- rabbahu
- رَبَّهُۥ
- Rabbine
- munīban
- مُنِيبًا
- içtenlikle yönelerek
- ilayhi
- إِلَيْهِ
- O'na
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- idhā
- إِذَا
- zaman
- khawwalahu
- خَوَّلَهُۥ
- ona verdiği
- niʿ'matan
- نِعْمَةً
- bir ni'met
- min'hu
- مِّنْهُ
- kendisinden
- nasiya
- نَسِىَ
- unutur
- mā kāna
- مَا كَانَ
- olduğunu
- yadʿū
- يَدْعُوٓا۟
- yalvarmakta
- ilayhi
- إِلَيْهِ
- O'na
- min qablu
- مِن قَبْلُ
- önceden
- wajaʿala
- وَجَعَلَ
- ve koşar
- lillahi
- لِلَّهِ
- Allah'a
- andādan
- أَندَادًا
- eşler
- liyuḍilla
- لِّيُضِلَّ
- saptırmak için
- ʿan sabīlihi
- عَن سَبِيلِهِۦۚ
- O'nun yolundan
- qul
- قُلْ
- de ki
- tamattaʿ
- تَمَتَّعْ
- yaşa
- bikuf'rika
- بِكُفْرِكَ
- küfrünle
- qalīlan
- قَلِيلًاۖ
- azıcık
- innaka
- إِنَّكَ
- şüphesiz sen
- min aṣḥābi
- مِنْ أَصْحَٰبِ
- halkından(sın)
- l-nāri
- ٱلنَّارِ
- ateş
İnsanın başına bir sıkıntı gelince Rabbine yönelerek O'na yalvarır. Sonra Allah, katından bir nimet verince önceden kime yalvarmış olduğunu unutuverir; Allah'ın yolundan saptırmak için O'na eşler koşar. De ki: "İnkarınla az bir müddet zevklen, şüphesiz sen cehennemliksin." ([39] Zümer: 8)Tefsir
اَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ اٰنَاۤءَ الَّيْلِ سَاجِدًا وَّقَاۤىِٕمًا يَّحْذَرُ الْاٰخِرَةَ وَيَرْجُوْا رَحْمَةَ رَبِّهٖۗ قُلْ هَلْ يَسْتَوِى الَّذِيْنَ يَعْلَمُوْنَ وَالَّذِيْنَ لَا يَعْلَمُوْنَ ۗ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُولُوا الْاَلْبَابِ ࣖ ٩
- amman
- أَمَّنْ
- yoksa gibi midir?
- huwa
- هُوَ
- o
- qānitun
- قَٰنِتٌ
- ibadet eden
- ānāa
- ءَانَآءَ
- sa'atlerinde
- al-layli
- ٱلَّيْلِ
- gece
- sājidan
- سَاجِدًا
- secde ederek
- waqāiman
- وَقَآئِمًا
- ve ayakta durarak
- yaḥdharu
- يَحْذَرُ
- korkan
- l-ākhirata
- ٱلْءَاخِرَةَ
- ahiretten
- wayarjū
- وَيَرْجُوا۟
- ve uman
- raḥmata
- رَحْمَةَ
- rahmetini
- rabbihi
- رَبِّهِۦۗ
- Rabbinin
- qul
- قُلْ
- de ki
- hal yastawī
- هَلْ يَسْتَوِى
- eşitmidir?
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselerle
- yaʿlamūna
- يَعْلَمُونَ
- bilen(lerle)
- wa-alladhīna
- وَٱلَّذِينَ
- ve kimseler
- lā yaʿlamūna
- لَا يَعْلَمُونَۗ
- bilmeyen(ler)
- innamā
- إِنَّمَا
- doğrusu ancak
- yatadhakkaru
- يَتَذَكَّرُ
- öğüt alır
- ulū
- أُو۟لُوا۟
- sahipleri
- l-albābi
- ٱلْأَلْبَٰبِ
- sağduyu
Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, ahiretten çekinen, Rabbinin rahmetini dileyen kimse inkar eden kimse gibi olur mu? De ki: "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alırlar." ([39] Zümer: 9)Tefsir
قُلْ يٰعِبَادِ الَّذِيْنَ اٰمَنُوا اتَّقُوْا رَبَّكُمْ ۗلِلَّذِيْنَ اَحْسَنُوْا فِيْ هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ ۗوَاَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةٌ ۗاِنَّمَا يُوَفَّى الصّٰبِرُوْنَ اَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ ١٠
- qul
- قُلْ
- de ki
- yāʿibādi
- يَٰعِبَادِ
- ey kullarım
- alladhīna āmanū
- ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟
- inanan
- ittaqū
- ٱتَّقُوا۟
- korkun
- rabbakum
- رَبَّكُمْۚ
- Rabbinizden
- lilladhīna
- لِلَّذِينَ
- kimselere vardır
- aḥsanū
- أَحْسَنُوا۟
- güzel davranan(lara)
- fī hādhihi
- فِى هَٰذِهِ
- bu
- l-dun'yā
- ٱلدُّنْيَا
- dünyada
- ḥasanatun
- حَسَنَةٌۗ
- güzellik
- wa-arḍu
- وَأَرْضُ
- ve yeri
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- wāsiʿatun
- وَٰسِعَةٌۗ
- geniştir
- innamā
- إِنَّمَا
- ancak
- yuwaffā
- يُوَفَّى
- ödenecektir
- l-ṣābirūna
- ٱلصَّٰبِرُونَ
- sabredenlere
- ajrahum
- أَجْرَهُم
- ödülleri
- bighayri
- بِغَيْرِ
- olmaksızın
- ḥisābin
- حِسَابٍ
- hesabı
Şöyle de: "Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının; bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah'ın yarattığı yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, ecirleri sonsuz olarak ödenecektir." ([39] Zümer: 10)Tefsir