31
اِذْ عُرِضَ عَلَيْهِ بِالْعَشِيِّ الصّٰفِنٰتُ الْجِيَادُۙ ٣١
- idh
- إِذْ
- hani
- ʿuriḍa
- عُرِضَ
- gösterilmişti
- ʿalayhi
- عَلَيْهِ
- kendisine
- bil-ʿashiyi
- بِٱلْعَشِىِّ
- akşam üstü
- l-ṣāfinātu
- ٱلصَّٰفِنَٰتُ
- safin (görkemli)
- l-jiyādu
- ٱلْجِيَادُ
- (saf kan Arap) atları
Ona bir akşam üstü, çalımlı, cins koşu atları sunulmuştu. ([38] Sad: 31)Tefsir
32
فَقَالَ اِنِّيْٓ اَحْبَبْتُ حُبَّ الْخَيْرِ عَنْ ذِكْرِ رَبِّيْۚ حَتّٰى تَوَارَتْ بِالْحِجَابِۗ ٣٢
- faqāla
- فَقَالَ
- dedi
- innī
- إِنِّىٓ
- muhakkak ben
- aḥbabtu
- أَحْبَبْتُ
- tercih ettim
- ḥubba
- حُبَّ
- sevgisini
- l-khayri
- ٱلْخَيْرِ
- mal
- ʿan dhik'ri
- عَن ذِكْرِ
- anmaktan (ötürü)
- rabbī
- رَبِّى
- Rabbimi
- ḥattā
- حَتَّىٰ
- nihayet
- tawārat
- تَوَارَتْ
- (atlar) gizlendi
- bil-ḥijābi
- بِٱلْحِجَابِ
- perde ile
Süleyman: "Doğrusu ben bu iyi malları, Rabbimi anmayı sağladıkları için severim" demişti. Koşup, toz perdesi arkasında kayboldukları zaman: "onları bana getirin" dedi. Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başlamıştı. ([38] Sad: 32)Tefsir
33
رُدُّوْهَا عَلَيَّ ۚفَطَفِقَ مَسْحًا ۢبِالسُّوْقِ وَالْاَعْنَاقِ ٣٣
- ruddūhā
- رُدُّوهَا
- getirin onları
- ʿalayya
- عَلَىَّۖ
- bana
- faṭafiqa
- فَطَفِقَ
- sonra başladı
- masḥan
- مَسْحًۢا
- okşamağa
- bil-sūqi
- بِٱلسُّوقِ
- bacaklarını
- wal-aʿnāqi
- وَٱلْأَعْنَاقِ
- ve boyunlarını
Süleyman: "Doğrusu ben bu iyi malları, Rabbimi anmayı sağladıkları için severim" demişti. Koşup, toz perdesi arkasında kayboldukları zaman: "onları bana getirin" dedi. Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başlamıştı. ([38] Sad: 33)Tefsir
34
وَلَقَدْ فَتَنَّا سُلَيْمٰنَ وَاَلْقَيْنَا عَلٰى كُرْسِيِّهٖ جَسَدًا ثُمَّ اَنَابَ ٣٤
- walaqad
- وَلَقَدْ
- ve andolsun
- fatannā
- فَتَنَّا
- denedik
- sulaymāna
- سُلَيْمَٰنَ
- Süleyman'ı
- wa-alqaynā
- وَأَلْقَيْنَا
- ve bıraktık
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üstüne
- kur'siyyihi
- كُرْسِيِّهِۦ
- tahtının
- jasadan
- جَسَدًا
- bir ceset
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- anāba
- أَنَابَ
- (bize) yöneldi
And olsun ki Süleyman'ı denedik, hükümranlığını zayıf düşürdük; sonra eski haline döndü. ([38] Sad: 34)Tefsir
35
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِيْ وَهَبْ لِيْ مُلْكًا لَّا يَنْۢبَغِيْ لِاَحَدٍ مِّنْۢ بَعْدِيْۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ ٣٥
- qāla
- قَالَ
- dedi
- rabbi
- رَبِّ
- Rabbim
- igh'fir
- ٱغْفِرْ
- affet
- lī
- لِى
- beni
- wahab
- وَهَبْ
- ve ver
- lī
- لِى
- bana
- mul'kan
- مُلْكًا
- bir mülk (hükümdarlık)
- lā yanbaghī
- لَّا يَنۢبَغِى
- nasib olmayan
- li-aḥadin
- لِأَحَدٍ
- hiç kimseye
- min baʿdī
- مِّنۢ بَعْدِىٓۖ
- benden sonra
- innaka
- إِنَّكَ
- çünkü sensin
- anta
- أَنتَ
- sen
- l-wahābu
- ٱلْوَهَّابُ
- çok lutfeden
Süleyman: "Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver; Sen şüphesiz, daima bağışta bulunansın" dedi. ([38] Sad: 35)Tefsir
36
فَسَخَّرْنَا لَهُ الرِّيْحَ تَجْرِيْ بِاَمْرِهٖ رُخَاۤءً حَيْثُ اَصَابَۙ ٣٦
- fasakharnā
- فَسَخَّرْنَا
- biz boyun eğdirdik
- lahu
- لَهُ
- ona
- l-rīḥa
- ٱلرِّيحَ
- rüzgarı
- tajrī
- تَجْرِى
- eserdi
- bi-amrihi
- بِأَمْرِهِۦ
- onun buyruğuyla
- rukhāan
- رُخَآءً
- tatlı tatlı
- ḥaythu
- حَيْثُ
- yere
- aṣāba
- أَصَابَ
- istediği
Bunun üzerine Biz de, istediği yere onun buyruğu ile kolayca giden rüzgarı, bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları, demir halkalarla bağlı diğerlerini onun buyruğu altına verdik. ([38] Sad: 36)Tefsir
37
وَالشَّيٰطِيْنَ كُلَّ بَنَّاۤءٍ وَّغَوَّاصٍۙ ٣٧
- wal-shayāṭīna
- وَٱلشَّيَٰطِينَ
- ve şeytanları
- kulla
- كُلَّ
- her
- bannāin
- بَنَّآءٍ
- bina ustasını
- waghawwāṣin
- وَغَوَّاصٍ
- ve dalgıcı
Bunun üzerine Biz de, istediği yere onun buyruğu ile kolayca giden rüzgarı, bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları, demir halkalarla bağlı diğerlerini onun buyruğu altına verdik. ([38] Sad: 37)Tefsir
38
وَّاٰخَرِيْنَ مُقَرَّنِيْنَ فِى الْاَصْفَادِ ٣٨
- waākharīna
- وَءَاخَرِينَ
- ve başka (şeytan)ları
- muqarranīna
- مُقَرَّنِينَ
- birbirine bağlanmış
- fī l-aṣfādi
- فِى ٱلْأَصْفَادِ
- zincirlerle
Bunun üzerine Biz de, istediği yere onun buyruğu ile kolayca giden rüzgarı, bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları, demir halkalarla bağlı diğerlerini onun buyruğu altına verdik. ([38] Sad: 38)Tefsir
39
هٰذَا عَطَاۤؤُنَا فَامْنُنْ اَوْ اَمْسِكْ بِغَيْرِ حِسَابٍ ٣٩
- hādhā
- هَٰذَا
- bu
- ʿaṭāunā
- عَطَآؤُنَا
- bizim ihsanımızdır
- fa-um'nun
- فَٱمْنُنْ
- artık dilediğine ver
- aw
- أَوْ
- veya
- amsik
- أَمْسِكْ
- verme
- bighayri
- بِغَيْرِ
- yoktur
- ḥisābin
- حِسَابٍ
- hesabı
"İşte Bizim bağışımız budur; ister ver, ister tut, hesapsızdır." dedik. ([38] Sad: 39)Tefsir
40
وَاِنَّ لَهٗ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ ࣖ ٤٠
- wa-inna
- وَإِنَّ
- ve şüphesiz
- lahu
- لَهُۥ
- onun için vardır
- ʿindanā
- عِندَنَا
- bizim yanımızda
- lazul'fā
- لَزُلْفَىٰ
- bir yakınlık
- waḥus'na
- وَحُسْنَ
- ve güzel
- maābin
- مَـَٔابٍ
- bir gelecek
Doğrusu onun katımızda yakınlığı ve güzel bir istikbali vardır. ([38] Sad: 40)Tefsir