21
هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذِيْ كُنْتُمْ بِهٖ تُكَذِّبُوْنَ ࣖ ٢١
- hādhā
- هَٰذَا
- bu
- yawmu
- يَوْمُ
- günüdür
- l-faṣli
- ٱلْفَصْلِ
- hüküm
- alladhī kuntum
- ٱلَّذِى كُنتُم
- olduğunuz
- bihi
- بِهِۦ
- onu
- tukadhibūna
- تُكَذِّبُونَ
- yalanlıyor
Onlara: "İşte bu, yalanladığınız hüküm günüdür" denir. ([37] Saffat: 21)Tefsir
22
اُحْشُرُوا الَّذِيْنَ ظَلَمُوْا وَاَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوْا يَعْبُدُوْنَ ۙ ٢٢
- uḥ'shurū
- ٱحْشُرُوا۟
- toplayın
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseleri
- ẓalamū
- ظَلَمُوا۟
- (o) zalim(leri)
- wa-azwājahum
- وَأَزْوَٰجَهُمْ
- ve onların eşlerini
- wamā
- وَمَا
- ve
- kānū
- كَانُوا۟
- olduklarını
- yaʿbudūna
- يَعْبُدُونَ
- tapıyor(lar)
İlgililere şöyle emredilir: "Zulmedenleri, onlarla işbirliği edenleri ve Allah'ı bırakıp da taptıklarını derleyin. Onları cehennem yoluna koyun." ([37] Saffat: 22)Tefsir
23
مِنْ دُوْنِ اللّٰهِ فَاهْدُوْهُمْ اِلٰى صِرَاطِ الْجَحِيْمِ ٢٣
- min dūni
- مِن دُونِ
- başka
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'tan
- fa-ih'dūhum
- فَٱهْدُوهُمْ
- onları götürün
- ilā ṣirāṭi
- إِلَىٰ صِرَٰطِ
- yoluna
- l-jaḥīmi
- ٱلْجَحِيمِ
- cehennemin
İlgililere şöyle emredilir: "Zulmedenleri, onlarla işbirliği edenleri ve Allah'ı bırakıp da taptıklarını derleyin. Onları cehennem yoluna koyun." ([37] Saffat: 23)Tefsir
24
وَقِفُوْهُمْ اِنَّهُمْ مَّسْـُٔوْلُوْنَ ۙ ٢٤
- waqifūhum
- وَقِفُوهُمْۖ
- ve durdurun onları
- innahum
- إِنَّهُم
- çünkü onlar
- masūlūna
- مَّسْـُٔولُونَ
- sorguya çekileceklerdir
"Onları durdurun; çünkü kendilerinden daha da sorulacaktır." ([37] Saffat: 24)Tefsir
25
مَا لَكُمْ لَا تَنَاصَرُوْنَ ٢٥
- mā lakum
- مَا لَكُمْ
- size ne oldu ki?
- lā tanāṣarūna
- لَا تَنَاصَرُونَ
- birbirinize yardım etmiyorsunuz
Şöyle sorulur: "Size ne oldu ki birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz?" ([37] Saffat: 25)Tefsir
26
بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُوْنَ ٢٦
- bal
- بَلْ
- hayır
- humu
- هُمُ
- onlar
- l-yawma
- ٱلْيَوْمَ
- o gün
- mus'taslimūna
- مُسْتَسْلِمُونَ
- teslim olmuşlardır
Hayır; bugün onların hepsi teslim olmuşlardır. ([37] Saffat: 26)Tefsir
27
وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَّتَسَاۤءَلُوْنَ ٢٧
- wa-aqbala
- وَأَقْبَلَ
- ve döner
- baʿḍuhum
- بَعْضُهُمْ
- bir kısmı
- ʿalā baʿḍin
- عَلَىٰ بَعْضٍ
- diğerine
- yatasāalūna
- يَتَسَآءَلُونَ
- sorar
Birbirlerine dönüp soruşurlar. ([37] Saffat: 27)Tefsir
28
قَالُوْٓا اِنَّكُمْ كُنْتُمْ تَأْتُوْنَنَا عَنِ الْيَمِيْنِ ٢٨
- qālū
- قَالُوٓا۟
- dediler ki
- innakum
- إِنَّكُمْ
- şüphesiz siz
- kuntum tatūnanā
- كُنتُمْ تَأْتُونَنَا
- bize gelirdiniz
- ʿani l-yamīni
- عَنِ ٱلْيَمِينِ
- sağdan
İleri gelenlerine: "Doğrusu siz bize sureti hakdan görünürdünüz" derler. ([37] Saffat: 28)Tefsir
29
قَالُوْا بَلْ لَّمْ تَكُوْنُوْا مُؤْمِنِيْنَۚ ٢٩
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler
- bal
- بَل
- hayır
- lam takūnū
- لَّمْ تَكُونُوا۟
- zaten siz değildiniz
- mu'minīna
- مُؤْمِنِينَ
- inanan insanlar
Onlar da şöyle derler: "Hayır; siz inanmış kimseler değildiniz." ([37] Saffat: 29)Tefsir
30
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِّنْ سُلْطٰنٍۚ بَلْ كُنْتُمْ قَوْمًا طٰغِيْنَ ٣٠
- wamā kāna
- وَمَا كَانَ
- ve yoktu
- lanā
- لَنَا
- bizim
- ʿalaykum
- عَلَيْكُم
- sizi zorlayacak
- min
- مِّن
- hiçbir
- sul'ṭānin
- سُلْطَٰنٍۭۖ
- gücümüz
- bal
- بَلْ
- bilakis
- kuntum
- كُنتُمْ
- siz idiniz
- qawman
- قَوْمًا
- bir toplum
- ṭāghīna
- طَٰغِينَ
- azgın
"Bizim sizin üstünüzde bir nüfuzumuz yoktu. Bilakis, azmış bir millettiniz." ([37] Saffat: 30)Tefsir