اِنَّمَا تُنْذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمٰنَ بِالْغَيْبِۚ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَّاَجْرٍ كَرِيْمٍ ١١
- innamā
- إِنَّمَا
- ancak
- tundhiru
- تُنذِرُ
- sen uyarabilirsin
- mani
- مَنِ
- kimseyi
- ittabaʿa
- ٱتَّبَعَ
- uyan
- l-dhik'ra
- ٱلذِّكْرَ
- Zikre
- wakhashiya
- وَخَشِىَ
- ve korkan
- l-raḥmāna
- ٱلرَّحْمَٰنَ
- Rahman'dan
- bil-ghaybi
- بِٱلْغَيْبِۖ
- görmeden
- fabashir'hu
- فَبَشِّرْهُ
- işte öylesini müjdele
- bimaghfiratin
- بِمَغْفِرَةٍ
- bir mağfiretle
- wa-ajrin
- وَأَجْرٍ
- ve bir mükafatla
- karīmin
- كَرِيمٍ
- güzel
Sen ancak, Kuran'a uyan ve görmediği halde Rahman'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. Artık o kimseyi, bağışlanma ve cömertçe verilecek bir ecirle müjdele. ([36] Yasin: 11)Tefsir
اِنَّا نَحْنُ نُحْيِ الْمَوْتٰى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوْا وَاٰثَارَهُمْۗ وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنٰهُ فِيْٓ اِمَامٍ مُّبِيْنٍ ࣖ ١٢
- innā
- إِنَّا
- şüphe yokki biz
- naḥnu
- نَحْنُ
- biz
- nuḥ'yī
- نُحْىِ
- diriltiriz
- l-mawtā
- ٱلْمَوْتَىٰ
- ölüleri
- wanaktubu
- وَنَكْتُبُ
- ve yazarız
- mā
- مَا
- şeyleri (işleri)
- qaddamū
- قَدَّمُوا۟
- öne sürdükleri
- waāthārahum
- وَءَاثَٰرَهُمْۚ
- ve eserlerini
- wakulla
- وَكُلَّ
- ve her
- shayin
- شَىْءٍ
- şeyi
- aḥṣaynāhu
- أَحْصَيْنَٰهُ
- ayrıntılı kaydettik
- fī imāmin
- فِىٓ إِمَامٍ
- bir sicile
- mubīnin
- مُّبِينٍ
- apaçık
Şüphesiz ölüleri dirilten, işlediklerini ve eserlerini yazan Biziz; herşeyi, apaçık bir kitabda saymışızdır. ([36] Yasin: 12)Tefsir
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَّثَلًا اَصْحٰبَ الْقَرْيَةِۘ اِذْ جَاۤءَهَا الْمُرْسَلُوْنَۚ ١٣
- wa-iḍ'rib
- وَٱضْرِبْ
- ve anlat
- lahum
- لَهُم
- onlara
- mathalan
- مَّثَلًا
- misal olarak
- aṣḥāba
- أَصْحَٰبَ
- halkını
- l-qaryati
- ٱلْقَرْيَةِ
- şu kent
- idh
- إِذْ
- zaman
- jāahā
- جَآءَهَا
- geldiği
- l-mur'salūna
- ٱلْمُرْسَلُونَ
- elçiler
İnsanlara, halkına elçiler gelen şehri mesel olarak anlat: ([36] Yasin: 13)Tefsir
اِذْ اَرْسَلْنَآ اِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ فَكَذَّبُوْهُمَا فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ فَقَالُوْٓا اِنَّآ اِلَيْكُمْ مُّرْسَلُوْنَ ١٤
- idh arsalnā
- إِذْ أَرْسَلْنَآ
- biz gönderdik
- ilayhimu
- إِلَيْهِمُ
- onlara
- ith'nayni
- ٱثْنَيْنِ
- iki (elçi)
- fakadhabūhumā
- فَكَذَّبُوهُمَا
- onları yalanladılar
- faʿazzaznā
- فَعَزَّزْنَا
- biz de destekledik
- bithālithin
- بِثَالِثٍ
- üçüncüsüyle
- faqālū
- فَقَالُوٓا۟
- dediler ki
- innā
- إِنَّآ
- biz elbette
- ilaykum
- إِلَيْكُم
- size
- mur'salūna
- مُّرْسَلُونَ
- gönderilen elçileriz
Onlara iki elçi göndermiştik; onu yalanladıkları için üçüncü biriyle desteklemiştik. Onlar: "Biz size gönderildik" demişlerdi. ([36] Yasin: 14)Tefsir
قَالُوْا مَآ اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَاۙ وَمَآ اَنْزَلَ الرَّحْمٰنُ مِنْ شَيْءٍۙ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَكْذِبُوْنَ ١٥
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler ki
- mā
- مَآ
- değilsiniz
- antum
- أَنتُمْ
- siz
- illā
- إِلَّا
- başka bir şey
- basharun
- بَشَرٌ
- insandan
- mith'lunā
- مِّثْلُنَا
- bizim gibi
- wamā
- وَمَآ
- ve
- anzala
- أَنزَلَ
- indirmemiştir
- l-raḥmānu
- ٱلرَّحْمَٰنُ
- Rahman
- min
- مِن
- hiçbir
- shayin
- شَىْءٍ
- şey
- in
- إِنْ
- hayır!
- antum
- أَنتُمْ
- siz
- illā
- إِلَّا
- sadece
- takdhibūna
- تَكْذِبُونَ
- yalan söylüyorsunuz
"Siz de ancak bizim gibi birer insansınız. Rahman da bir şey indirmemiştir. Sadece yalan söylüyorsunuz" dediler. ([36] Yasin: 15)Tefsir
قَالُوْا رَبُّنَا يَعْلَمُ اِنَّآ اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُوْنَ ١٦
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler ki
- rabbunā
- رَبُّنَا
- Rabbimiz
- yaʿlamu
- يَعْلَمُ
- bilir ki
- innā
- إِنَّآ
- biz elbette
- ilaykum
- إِلَيْكُمْ
- size
- lamur'salūna
- لَمُرْسَلُونَ
- gönderilmiş elçileriz
Elçiler: "Doğrusu Rabbimiz bizim size gönderildiğimizi bilir; bize düşen ancak apaçık tebliğdir" demişlerdi. ([36] Yasin: 16)Tefsir
وَمَا عَلَيْنَآ اِلَّا الْبَلٰغُ الْمُبِيْنُ ١٧
- wamā
- وَمَا
- ve yoktur
- ʿalaynā
- عَلَيْنَآ
- üzerimize düşen
- illā
- إِلَّا
- başka bir şey
- l-balāghu
- ٱلْبَلَٰغُ
- duyurmaktan
- l-mubīnu
- ٱلْمُبِينُ
- açıkça
Elçiler: "Doğrusu Rabbimiz bizim size gönderildiğimizi bilir; bize düşen ancak apaçık tebliğdir" demişlerdi. ([36] Yasin: 17)Tefsir
قَالُوْٓا اِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْۚ لَىِٕنْ لَّمْ تَنْتَهُوْا لَنَرْجُمَنَّكُمْ وَلَيَمَسَّنَّكُمْ مِّنَّا عَذَابٌ اَلِيْمٌ ١٨
- qālū
- قَالُوٓا۟
- dediler ki
- innā
- إِنَّا
- doğrusu biz
- taṭayyarnā
- تَطَيَّرْنَا
- uğursuzluğa uğradık
- bikum
- بِكُمْۖ
- sizin yüzünüzden
- la-in
- لَئِن
- eğer
- lam tantahū
- لَّمْ تَنتَهُوا۟
- vazgeçmezseniz
- lanarjumannakum
- لَنَرْجُمَنَّكُمْ
- sizi mutlaka taşlarız
- walayamassannakum
- وَلَيَمَسَّنَّكُم
- ve size dokunur
- minnā
- مِّنَّا
- bizden
- ʿadhābun
- عَذَابٌ
- bir azab
- alīmun
- أَلِيمٌ
- acıklı
"Doğrusu sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık; vazgeçmezseniz and olsun ki sizi taşlayacağız ve bizden size can yakıcı bir azap dokunacaktır" dediler. ([36] Yasin: 18)Tefsir
قَالُوْا طَاۤىِٕرُكُمْ مَّعَكُمْۗ اَىِٕنْ ذُكِّرْتُمْۗ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ مُّسْرِفُوْنَ ١٩
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler ki
- ṭāirukum
- طَٰٓئِرُكُم
- uğursuzluğunuz
- maʿakum
- مَّعَكُمْۚ
- sizin kendinizdedir
- a-in dhukkir'tum
- أَئِن ذُكِّرْتُمۚ
- size öğüt verildiğiiçin mi?
- bal
- بَلْ
- hayır
- antum
- أَنتُمْ
- siz
- qawmun
- قَوْمٌ
- bir kavimsiniz
- mus'rifūna
- مُّسْرِفُونَ
- aşırı giden
Elçiler: "Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Bu uğursuzluk size öğüt verildiği için mi? Hayır; siz, aşırı giden bir milletsiniz" demişlerdi. ([36] Yasin: 19)Tefsir
وَجَاۤءَ مِنْ اَقْصَا الْمَدِيْنَةِ رَجُلٌ يَّسْعٰى قَالَ يٰقَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَلِيْنَۙ ٢٠
- wajāa
- وَجَآءَ
- ve geldi
- min aqṣā
- مِنْ أَقْصَا
- en uzak yerinden
- l-madīnati
- ٱلْمَدِينَةِ
- kentin
- rajulun
- رَجُلٌ
- bir adam
- yasʿā
- يَسْعَىٰ
- koşarak
- qāla
- قَالَ
- dedi
- yāqawmi
- يَٰقَوْمِ
- ey kavmim
- ittabiʿū
- ٱتَّبِعُوا۟
- uyun
- l-mur'salīna
- ٱلْمُرْسَلِينَ
- elçilere
Şehrin öbür ucundan koşarak bir adam gelmiş ve şöyle demişti: "Ey Milletim! Gönderilen elçilere uyun." ([36] Yasin: 20)Tefsir