۞ وَمَنْ يَّقْنُتْ مِنْكُنَّ لِلّٰهِ وَرَسُوْلِهٖ وَتَعْمَلْ صَالِحًا نُّؤْتِهَآ اَجْرَهَا مَرَّتَيْنِۙ وَاَعْتَدْنَا لَهَا رِزْقًا كَرِيْمًا ٣١
- waman
- وَمَن
- fakat kim
- yaqnut
- يَقْنُتْ
- ita'ate devam ederse
- minkunna
- مِنكُنَّ
- sizden
- lillahi
- لِلَّهِ
- Allah'a
- warasūlihi
- وَرَسُولِهِۦ
- ve Resulüne
- wataʿmal
- وَتَعْمَلْ
- ve yaparsa
- ṣāliḥan
- صَٰلِحًا
- yararlı iş
- nu'tihā
- نُّؤْتِهَآ
- ona veririz
- ajrahā
- أَجْرَهَا
- mükafatını
- marratayni
- مَرَّتَيْنِ
- iki kez
- wa-aʿtadnā
- وَأَعْتَدْنَا
- ve hazırlamışızdır
- lahā
- لَهَا
- onun için
- riz'qan
- رِزْقًا
- bir rızık
- karīman
- كَرِيمًا
- bol
Sizlerden Allah'a ve Peygamberine boyun eğip yararlı iş işleyenlere ecrini iki kat veririz; ona cömertçe rızık hazırlamışızdır. ([33] Ahzab: 31)Tefsir
يٰنِسَاۤءَ النَّبِيِّ لَسْتُنَّ كَاَحَدٍ مِّنَ النِّسَاۤءِ اِنِ اتَّقَيْتُنَّ فَلَا تَخْضَعْنَ بِالْقَوْلِ فَيَطْمَعَ الَّذِيْ فِيْ قَلْبِهٖ مَرَضٌ وَّقُلْنَ قَوْلًا مَّعْرُوْفًاۚ ٣٢
- yānisāa
- يَٰنِسَآءَ
- ey kadınları
- l-nabiyi
- ٱلنَّبِىِّ
- peygamber
- lastunna
- لَسْتُنَّ
- siz değilsiniz
- ka-aḥadin
- كَأَحَدٍ
- herhangi biri gibi
- mina l-nisāi
- مِّنَ ٱلنِّسَآءِۚ
- kadınlardan
- ini
- إِنِ
- eğer
- ittaqaytunna
- ٱتَّقَيْتُنَّ
- (Allah'tan) sakınıyorsanız
- falā takhḍaʿna
- فَلَا تَخْضَعْنَ
- yumuşak bir eda yapmayın
- bil-qawli
- بِٱلْقَوْلِ
- sözlerinizde
- fayaṭmaʿa
- فَيَطْمَعَ
- böylece tamah etmesin
- alladhī
- ٱلَّذِى
- bulunan
- fī qalbihi
- فِى قَلْبِهِۦ
- kalbinde
- maraḍun
- مَرَضٌ
- hastalık
- waqul'na
- وَقُلْنَ
- ve söyleyin
- qawlan
- قَوْلًا
- bir söz
- maʿrūfan
- مَّعْرُوفًا
- güzel
Ey Peygamberin hanımları! Sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Allah'tan sakınıyorsanız edalı konuşmayın, yoksa, kalbi bozuk olan kimse kötü şeyler ümit eder; daima ciddi ve ağırbaşlı söz söyleyin. ([33] Ahzab: 32)Tefsir
وَقَرْنَ فِيْ بُيُوْتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْاُوْلٰى وَاَقِمْنَ الصَّلٰوةَ وَاٰتِيْنَ الزَّكٰوةَ وَاَطِعْنَ اللّٰهَ وَرَسُوْلَهٗ ۗاِنَّمَا يُرِيْدُ اللّٰهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيْرًاۚ ٣٣
- waqarna
- وَقَرْنَ
- ve vakarla oturun
- fī buyūtikunna
- فِى بُيُوتِكُنَّ
- evlerinizde
- walā
- وَلَا
- asla
- tabarrajna
- تَبَرَّجْنَ
- açılıp kırıtmayın
- tabarruja
- تَبَرُّجَ
- açılıp kırıtması gibi
- l-jāhiliyati
- ٱلْجَٰهِلِيَّةِ
- cahiliyenin
- l-ūlā
- ٱلْأُولَىٰۖ
- ilk
- wa-aqim'na
- وَأَقِمْنَ
- ve kılın
- l-ṣalata
- ٱلصَّلَوٰةَ
- namazı
- waātīna
- وَءَاتِينَ
- ve verin
- l-zakata
- ٱلزَّكَوٰةَ
- zekatı
- wa-aṭiʿ'na
- وَأَطِعْنَ
- ve ita'at edin
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'a
- warasūlahu
- وَرَسُولَهُۥٓۚ
- ve Resulüne
- innamā
- إِنَّمَا
- şüphesiz
- yurīdu
- يُرِيدُ
- istiyor
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- liyudh'hiba
- لِيُذْهِبَ
- gidermek
- ʿankumu
- عَنكُمُ
- sizden
- l-rij'sa
- ٱلرِّجْسَ
- kiri
- ahla
- أَهْلَ
- (ey) Ehl-i
- l-bayti
- ٱلْبَيْتِ
- Beyt
- wayuṭahhirakum
- وَيُطَهِّرَكُمْ
- ve sizi temizlemek
- taṭhīran
- تَطْهِيرًا
- tertemiz
Evlerinizde oturun; eski Cahiliyye'de olduğu gibi açılıp saçılmayın; namazı kılın; zekatı verin; Allah'a ve Peygamberine itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! (ehl-i beyt) Şüphesiz Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister. ([33] Ahzab: 33)Tefsir
وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلٰى فِيْ بُيُوْتِكُنَّ مِنْ اٰيٰتِ اللّٰهِ وَالْحِكْمَةِۗ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ لَطِيْفًا خَبِيْرًا ࣖ ٣٤
- wa-udh'kur'na
- وَٱذْكُرْنَ
- ve hatırlayın
- mā yut'lā
- مَا يُتْلَىٰ
- okunanı
- fī buyūtikunna
- فِى بُيُوتِكُنَّ
- evlerinizde
- min āyāti
- مِنْ ءَايَٰتِ
- ayetlerinden
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- wal-ḥik'mati
- وَٱلْحِكْمَةِۚ
- ve hikmeti
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- kāna laṭīfan
- كَانَ لَطِيفًا
- latiftir
- khabīran
- خَبِيرًا
- haber alandır
Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmetini hatırda tutun. Şüphesiz Allah haberdar olandır, latif olandır. ([33] Ahzab: 34)Tefsir
اِنَّ الْمُسْلِمِيْنَ وَالْمُسْلِمٰتِ وَالْمُؤْمِنِيْنَ وَالْمُؤْمِنٰتِ وَالْقٰنِتِيْنَ وَالْقٰنِتٰتِ وَالصّٰدِقِيْنَ وَالصّٰدِقٰتِ وَالصّٰبِرِيْنَ وَالصّٰبِرٰتِ وَالْخٰشِعِيْنَ وَالْخٰشِعٰتِ وَالْمُتَصَدِّقِيْنَ وَالْمُتَصَدِّقٰتِ وَالصَّاۤىِٕمِيْنَ وَالصّٰۤىِٕمٰتِ وَالْحٰفِظِيْنَ فُرُوْجَهُمْ وَالْحٰفِظٰتِ وَالذَّاكِرِيْنَ اللّٰهَ كَثِيْرًا وَّالذَّاكِرٰتِ اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ مَّغْفِرَةً وَّاَجْرًا عَظِيْمًا ٣٥
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-mus'limīna
- ٱلْمُسْلِمِينَ
- müslüman erkekler
- wal-mus'limāti
- وَٱلْمُسْلِمَٰتِ
- ve müslüman kadınlar
- wal-mu'minīna
- وَٱلْمُؤْمِنِينَ
- mü'min erkekler
- wal-mu'mināti
- وَٱلْمُؤْمِنَٰتِ
- ve mü'min kadınlar
- wal-qānitīna
- وَٱلْقَٰنِتِينَ
- ta'ate devam eden erkekler
- wal-qānitāti
- وَٱلْقَٰنِتَٰتِ
- ve ta'ate devam eden kadınlar
- wal-ṣādiqīna
- وَٱلصَّٰدِقِينَ
- doğru erkekler
- wal-ṣādiqāti
- وَٱلصَّٰدِقَٰتِ
- ve doğru kadınlar
- wal-ṣābirīna
- وَٱلصَّٰبِرِينَ
- sabreden erkekler
- wal-ṣābirāti
- وَٱلصَّٰبِرَٰتِ
- ve sabreden kadınlar
- wal-khāshiʿīna
- وَٱلْخَٰشِعِينَ
- saygılı erkekler
- wal-khāshiʿāti
- وَٱلْخَٰشِعَٰتِ
- ve saygılı kadınlar
- wal-mutaṣadiqīna
- وَٱلْمُتَصَدِّقِينَ
- sadaka veren erkekler
- wal-mutaṣadiqāti
- وَٱلْمُتَصَدِّقَٰتِ
- ve sadaka veren kadınlar
- wal-ṣāimīna
- وَٱلصَّٰٓئِمِينَ
- oruç tutan erkekler
- wal-ṣāimāti
- وَٱلصَّٰٓئِمَٰتِ
- ve oruç tutan kadınlar
- wal-ḥāfiẓīna
- وَٱلْحَٰفِظِينَ
- koruyan erkekler
- furūjahum
- فُرُوجَهُمْ
- ırzlarını
- wal-ḥāfiẓāti
- وَٱلْحَٰفِظَٰتِ
- ve koruyan kadınlar
- wal-dhākirīna
- وَٱلذَّٰكِرِينَ
- zikreden erkekler
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'ı
- kathīran
- كَثِيرًا
- çok
- wal-dhākirāti
- وَٱلذَّٰكِرَٰتِ
- ve zikreden kadınlar
- aʿadda
- أَعَدَّ
- hazırlamıştır
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- lahum
- لَهُم
- bunlar için
- maghfiratan
- مَّغْفِرَةً
- bağışlanma
- wa-ajran
- وَأَجْرًا
- ve bir mükafat
- ʿaẓīman
- عَظِيمًا
- büyük
Doğrusu erkek ve kadın müslümanlar, erkek ve kadın müminler, boyun eğen erkekler ve kadınlar, doğru sözlü erkekler ve kadınlar, sabırlı erkekler ve kadınlar, gönülden bağlanan erkekler ve kadınlar, sadaka veren erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, Allah'ı çok anan erkekler ve kadınlar, işte Allah bunların hepsine mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır. ([33] Ahzab: 35)Tefsir
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَّلَا مُؤْمِنَةٍ اِذَا قَضَى اللّٰهُ وَرَسُوْلُهٗٓ اَمْرًا اَنْ يَّكُوْنَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْ ۗوَمَنْ يَّعْصِ اللّٰهَ وَرَسُوْلَهٗ فَقَدْ ضَلَّ ضَلٰلًا مُّبِيْنًاۗ ٣٦
- wamā
- وَمَا
- artık yoktur
- kāna limu'minin
- كَانَ لِمُؤْمِنٍ
- inanmış bir erkek için
- walā
- وَلَا
- ve
- mu'minatin
- مُؤْمِنَةٍ
- inanmış kadın (için)
- idhā
- إِذَا
- zaman
- qaḍā
- قَضَى
- hüküm verdiği
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- warasūluhu
- وَرَسُولُهُۥٓ
- ve Resulü
- amran
- أَمْرًا
- bir işte
- an yakūna
- أَن يَكُونَ
- olması
- lahumu
- لَهُمُ
- onlar için
- l-khiyaratu
- ٱلْخِيَرَةُ
- seçme hakkı
- min amrihim
- مِنْ أَمْرِهِمْۗ
- o işi
- waman
- وَمَن
- ve kim
- yaʿṣi
- يَعْصِ
- karşı gelirse
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'a
- warasūlahu
- وَرَسُولَهُۥ
- ve Resulüne
- faqad
- فَقَدْ
- elbette
- ḍalla
- ضَلَّ
- sapıklığa düşer
- ḍalālan
- ضَلَٰلًا
- bir sapkınlıkla
- mubīnan
- مُّبِينًا
- apaçık
Allah ve Peygamber'i bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allah'a ve Peygamber'e baş kaldıran şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış olur. ([33] Ahzab: 36)Tefsir
وَاِذْ تَقُوْلُ لِلَّذِيْٓ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ وَاَنْعَمْتَ عَلَيْهِ اَمْسِكْ عَلَيْكَ زَوْجَكَ وَاتَّقِ اللّٰهَ وَتُخْفِيْ فِيْ نَفْسِكَ مَا اللّٰهُ مُبْدِيْهِ وَتَخْشَى النَّاسَۚ وَاللّٰهُ اَحَقُّ اَنْ تَخْشٰىهُ ۗ فَلَمَّا قَضٰى زَيْدٌ مِّنْهَا وَطَرًاۗ زَوَّجْنٰكَهَا لِكَيْ لَا يَكُوْنَ عَلَى الْمُؤْمِنِيْنَ حَرَجٌ فِيْٓ اَزْوَاجِ اَدْعِيَاۤىِٕهِمْ اِذَا قَضَوْا مِنْهُنَّ وَطَرًاۗ وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ مَفْعُوْلًا ٣٧
- wa-idh
- وَإِذْ
- ve hani
- taqūlu
- تَقُولُ
- diyordun
- lilladhī
- لِلَّذِىٓ
- kimseye
- anʿama
- أَنْعَمَ
- ni'met verdiği
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'ın
- ʿalayhi
- عَلَيْهِ
- ona
- wa-anʿamta
- وَأَنْعَمْتَ
- ve senin ni'met verdiğin
- ʿalayhi
- عَلَيْهِ
- kendisine
- amsik
- أَمْسِكْ
- tut
- ʿalayka
- عَلَيْكَ
- yanında
- zawjaka
- زَوْجَكَ
- eşini
- wa-ittaqi
- وَٱتَّقِ
- ve kork
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah'tan
- watukh'fī
- وَتُخْفِى
- fakat gizliyordun
- fī nafsika
- فِى نَفْسِكَ
- içinde
- mā
- مَا
- şeyi
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'ın
- mub'dīhi
- مُبْدِيهِ
- açığa vuracağı
- watakhshā
- وَتَخْشَى
- ve çekiniyordun
- l-nāsa
- ٱلنَّاسَ
- insanlardan
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah'tır
- aḥaqqu
- أَحَقُّ
- layık olan
- an takhshāhu
- أَن تَخْشَىٰهُۖ
- çekinmene
- falammā
- فَلَمَّا
- ne zaman ki
- qaḍā
- قَضَىٰ
- kesince
- zaydun
- زَيْدٌ
- Zeyd
- min'hā
- مِّنْهَا
- o kadından
- waṭaran
- وَطَرًا
- ilişiğini
- zawwajnākahā
- زَوَّجْنَٰكَهَا
- biz onu sana nikahladık
- likay
- لِكَىْ
- için
- lā yakūna
- لَا يَكُونَ
- olmaması
- ʿalā
- عَلَى
- üzerine
- l-mu'minīna
- ٱلْمُؤْمِنِينَ
- mü'minler
- ḥarajun
- حَرَجٌ
- bir güçlük
- fī
- فِىٓ
- hususunda
- azwāji
- أَزْوَٰجِ
- evlenmek
- adʿiyāihim
- أَدْعِيَآئِهِمْ
- evlatlıkları
- idhā
- إِذَا
- zaman
- qaḍaw
- قَضَوْا۟
- kestikleri
- min'hunna
- مِنْهُنَّ
- kadınlarıyle
- waṭaran
- وَطَرًاۚ
- ilişkilerini
- wakāna
- وَكَانَ
- ve
- amru
- أَمْرُ
- buyruğu
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- mafʿūlan
- مَفْعُولًا
- yerine getirilmiştir
Allah'ın nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kimseye: "Eşini bırakma, Allah'tan sakın" diyor, Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun. İnsanlardan çekiniyordun; oysa Allah'tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendirdik, ki evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda müminlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Allah'ın buyruğu yerine gelecektir. ([33] Ahzab: 37)Tefsir
مَا كَانَ عَلَى النَّبِيِّ مِنْ حَرَجٍ فِيْمَا فَرَضَ اللّٰهُ لَهٗ ۗسُنَّةَ اللّٰهِ فِى الَّذِيْنَ خَلَوْا مِنْ قَبْلُ ۗوَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ قَدَرًا مَّقْدُوْرًاۙ ٣٨
- mā
- مَّا
- yoktur
- kāna ʿalā
- كَانَ عَلَى
- üzerine
- l-nabiyi
- ٱلنَّبِىِّ
- Peygamber
- min
- مِنْ
- herhangi
- ḥarajin
- حَرَجٍ
- bir güçlük
- fīmā
- فِيمَا
- bir şeyde
- faraḍa
- فَرَضَ
- takdir ettiği;
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'ın
- lahu
- لَهُۥۖ
- kendisine
- sunnata
- سُنَّةَ
- yasasıdır
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- fī
- فِى
- arasında
- alladhīna khalaw
- ٱلَّذِينَ خَلَوْا۟
- geçenler
- min qablu
- مِن قَبْلُۚ
- sizden önce
- wakāna
- وَكَانَ
- ve
- amru
- أَمْرُ
- emri
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- qadaran
- قَدَرًا
- bir kaderdir
- maqdūran
- مَّقْدُورًا
- takdir edilmiş
Allah'ın Peygamber'e farz kıldığı şeylerde ona bir güçlük yoktur. Bu, Allah'ın öteden beri, gelmiş geçmişlere uyguladığı yasasıdır. Allah'ın emri şüphesiz gereği gibi yerine gelecektir. ([33] Ahzab: 38)Tefsir
ۨالَّذِيْنَ يُبَلِّغُوْنَ رِسٰلٰتِ اللّٰهِ وَيَخْشَوْنَهٗ وَلَا يَخْشَوْنَ اَحَدًا اِلَّا اللّٰهَ ۗوَكَفٰى بِاللّٰهِ حَسِيْبًا ٣٩
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- onlar ki
- yuballighūna
- يُبَلِّغُونَ
- duyururlar
- risālāti
- رِسَٰلَٰتِ
- elçiliğini
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- wayakhshawnahu
- وَيَخْشَوْنَهُۥ
- ve O'ndan korkarlar
- walā
- وَلَا
- ve
- yakhshawna
- يَخْشَوْنَ
- korkmazlar
- aḥadan
- أَحَدًا
- kimseden
- illā
- إِلَّا
- başka
- l-laha
- ٱللَّهَۗ
- Allah'dan
- wakafā
- وَكَفَىٰ
- ve yeter
- bil-lahi
- بِٱللَّهِ
- Allah
- ḥasīban
- حَسِيبًا
- hesap görücü olarak
Allah'ın göndermiş olduklarını tebliğ edenler, Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar. Allah hesap gören olarak yeter. ([33] Ahzab: 39)Tefsir
مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَآ اَحَدٍ مِّنْ رِّجَالِكُمْ وَلٰكِنْ رَّسُوْلَ اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّٖنَۗ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيْمًا ࣖ ٤٠
- mā
- مَّا
- değildir
- kāna muḥammadun
- كَانَ مُحَمَّدٌ
- Muhammed
- abā
- أَبَآ
- babası
- aḥadin
- أَحَدٍ
- birinin
- min rijālikum
- مِّن رِّجَالِكُمْ
- sizin erkeklerinizden
- walākin
- وَلَٰكِن
- fakat
- rasūla
- رَّسُولَ
- Elçisidir
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'ın
- wakhātama
- وَخَاتَمَ
- ve sonuncusudur
- l-nabiyīna
- ٱلنَّبِيِّۦنَۗ
- peygamberlerin
- wakāna
- وَكَانَ
- ve
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- bikulli
- بِكُلِّ
- her
- shayin
- شَىْءٍ
- şeyi
- ʿalīman
- عَلِيمًا
- bilendir
Muhammed içinizden herhangi bir adamın babası değil, Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir. ([33] Ahzab: 40)Tefsir