سَنُلْقِيْ فِيْ قُلُوْبِ الَّذِيْنَ كَفَرُوا الرُّعْبَ بِمَٓا اَشْرَكُوْا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهٖ سُلْطٰنًا ۚ وَمَأْوٰىهُمُ النَّارُ ۗ وَبِئْسَ مَثْوَى الظّٰلِمِيْنَ ١٥١
- sanul'qī
- سَنُلْقِى
- salacağız
- fī qulūbi
- فِى قُلُوبِ
- kalblerine
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselerin
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- inkar edenlerin
- l-ruʿ'ba
- ٱلرُّعْبَ
- korku
- bimā
- بِمَآ
- dolayı
- ashrakū
- أَشْرَكُوا۟
- ortak koştuklarından
- bil-lahi
- بِٱللَّهِ
- Allah'a
- mā
- مَا
- şeyleri
- lam yunazzil
- لَمْ يُنَزِّلْ
- indirmediği
- bihi
- بِهِۦ
- kendilerine
- sul'ṭānan
- سُلْطَٰنًاۖ
- hiçbir güç
- wamawāhumu
- وَمَأْوَىٰهُمُ
- ve gidecekleri yer de
- l-nāru
- ٱلنَّارُۚ
- cehennemdir
- wabi'sa
- وَبِئْسَ
- ne kötüdür
- mathwā
- مَثْوَى
- varacağı yer
- l-ẓālimīna
- ٱلظَّٰلِمِينَ
- zalimlerin
Hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah'a ortak koşmalarından ötürü, inkar edenlerin kalbine korku salacağız. Onların varacağı yer cehennemdir. Zalimlerin durağı ne kötüdür! ([3] Ali İmran: 151)Tefsir
وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّٰهُ وَعْدَهٗٓ اِذْ تَحُسُّوْنَهُمْ بِاِذْنِهٖ ۚ حَتّٰىٓ اِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِى الْاَمْرِ وَعَصَيْتُمْ مِّنْۢ بَعْدِ مَآ اَرٰىكُمْ مَّا تُحِبُّوْنَ ۗ مِنْكُمْ مَّنْ يُّرِيْدُ الدُّنْيَا وَمِنْكُمْ مَّنْ يُّرِيْدُ الْاٰخِرَةَ ۚ ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْ ۚ وَلَقَدْ عَفَا عَنْكُمْ ۗ وَاللّٰهُ ذُوْ فَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِنِيْنَ ١٥٢
- walaqad
- وَلَقَدْ
- elbette
- ṣadaqakumu
- صَدَقَكُمُ
- size doğruladı
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- waʿdahu
- وَعْدَهُۥٓ
- (yardım) va'dini
- idh
- إِذْ
- sürece
- taḥussūnahum
- تَحُسُّونَهُم
- onları öldürdüğünüz
- bi-idh'nihi
- بِإِذْنِهِۦۖ
- kendi izniyle
- ḥattā
- حَتَّىٰٓ
- nihayet
- idhā
- إِذَا
- nezaman ki
- fashil'tum
- فَشِلْتُمْ
- siz korktunuz
- watanāzaʿtum
- وَتَنَٰزَعْتُمْ
- ve (birbirinizle) çekiştiniz
- fī
- فِى
- hakkında
- l-amri
- ٱلْأَمْرِ
- (verilen) emir
- waʿaṣaytum
- وَعَصَيْتُم
- ve isyan ettiniz
- min baʿdi
- مِّنۢ بَعْدِ
- sonra
- mā arākum
- مَآ أَرَىٰكُم
- size gösterdikten
- mā
- مَّا
- şey(galibiyet)i
- tuḥibbūna
- تُحِبُّونَۚ
- sevdiğiniz
- minkum
- مِنكُم
- sizden
- man
- مَّن
- kiminiz
- yurīdu
- يُرِيدُ
- istiyordu
- l-dun'yā
- ٱلدُّنْيَا
- dünyayı
- waminkum
- وَمِنكُم
- ve sizden
- man
- مَّن
- kiminiz
- yurīdu
- يُرِيدُ
- istiyordu
- l-ākhirata
- ٱلْءَاخِرَةَۚ
- ahireti
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- ṣarafakum
- صَرَفَكُمْ
- (Allah) geri çevirdi
- ʿanhum
- عَنْهُمْ
- onlardan
- liyabtaliyakum
- لِيَبْتَلِيَكُمْۖ
- sizi denemek için
- walaqad
- وَلَقَدْ
- andolsun ki
- ʿafā
- عَفَا
- bağışladı
- ʿankum
- عَنكُمْۗ
- sizi
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- dhū
- ذُو
- sahibidir
- faḍlin
- فَضْلٍ
- lütuf
- ʿalā
- عَلَى
- karşı
- l-mu'minīna
- ٱلْمُؤْمِنِينَ
- mü'minlere
And olsun ki, Allah, size verdiği sözde durdu. Onun izniyle kafirleri kırıp biçiyordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz; sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu; derken denemek için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı. And olsun ki O, sizi bağışladı. Allah'ın inananlara nimeti boldur. ([3] Ali İmran: 152)Tefsir
۞ اِذْ تُصْعِدُوْنَ وَلَا تَلْوٗنَ عَلٰٓى اَحَدٍ وَّالرَّسُوْلُ يَدْعُوْكُمْ فِيْٓ اُخْرٰىكُمْ فَاَثَابَكُمْ غَمًّا ۢبِغَمٍّ لِّكَيْلَا تَحْزَنُوْا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا مَآ اَصَابَكُمْ ۗ وَاللّٰهُ خَبِيْرٌ ۢبِمَا تَعْمَلُوْنَ ١٥٣
- idh
- إِذْ
- hani
- tuṣ'ʿidūna
- تُصْعِدُونَ
- boyuna uzaklaşıyordunuz
- walā talwūna
- وَلَا تَلْوُۥنَ
- dönüp bakmıyordunuz
- ʿalā aḥadin
- عَلَىٰٓ أَحَدٍ
- hiç kimseye
- wal-rasūlu
- وَٱلرَّسُولُ
- ve Elçi
- yadʿūkum
- يَدْعُوكُمْ
- sizi çağırırken
- fī ukh'rākum
- فِىٓ أُخْرَىٰكُمْ
- arkanızdan
- fa-athābakum
- فَأَثَٰبَكُمْ
- bundan dolayı size verdi
- ghamman
- غَمًّۢا
- gam
- bighammin
- بِغَمٍّ
- gam üstüne
- likaylā
- لِّكَيْلَا
- diye
- taḥzanū
- تَحْزَنُوا۟
- üzülmeyesiniz
- ʿalā mā
- عَلَىٰ مَا
- şeye
- fātakum
- فَاتَكُمْ
- elinizden giden
- walā
- وَلَا
- vw
- mā
- مَآ
- şeye
- aṣābakum
- أَصَٰبَكُمْۗ
- başınıza gelen
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- khabīrun
- خَبِيرٌۢ
- haberdardır
- bimā
- بِمَا
- şeylerden
- taʿmalūna
- تَعْمَلُونَ
- yaptıklarınız(dan)
Peygamber arkanızdan sizi çağırırken, kimseye bakmadan kaçıyordunuz; kaybettiğinize ve başınıza gelene üzülmeyesiniz diye, Allah sizi kederden kedere uğrattı. Allah, işlediklerinizden haberdardır. ([3] Ali İmran: 153)Tefsir
ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِّنْۢ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُّعَاسًا يَّغْشٰى طَۤاىِٕفَةً مِّنْكُمْ ۙ وَطَۤاىِٕفَةٌ قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ يَظُنُّوْنَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ ۗ يَقُوْلُوْنَ هَلْ لَّنَا مِنَ الْاَمْرِ مِنْ شَيْءٍ ۗ قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهٗ لِلّٰهِ ۗ يُخْفُوْنَ فِيْٓ اَنْفُسِهِمْ مَّا لَا يُبْدُوْنَ لَكَ ۗ يَقُوْلُوْنَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ مَّا قُتِلْنَا هٰهُنَا ۗ قُلْ لَّوْ كُنْتُمْ فِيْ بُيُوْتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذِيْنَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمْ ۚ وَلِيَبْتَلِيَ اللّٰهُ مَا فِيْ صُدُوْرِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا فِيْ قُلُوْبِكُمْ ۗ وَاللّٰهُ عَلِيْمٌ ۢبِذَاتِ الصُّدُوْرِ ١٥٤
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- anzala
- أَنزَلَ
- indirdi
- ʿalaykum
- عَلَيْكُم
- size
- min baʿdi
- مِّنۢ بَعْدِ
- ardından
- l-ghami
- ٱلْغَمِّ
- o üzüntünün
- amanatan
- أَمَنَةً
- bir güven
- nuʿāsan
- نُّعَاسًا
- bir uyku
- yaghshā
- يَغْشَىٰ
- bürüyen
- ṭāifatan
- طَآئِفَةً
- bir kısmınızı
- minkum
- مِّنكُمْۖ
- sizden
- waṭāifatun
- وَطَآئِفَةٌ
- ve bir kısmınız da
- qad
- قَدْ
- doğrusu
- ahammathum
- أَهَمَّتْهُمْ
- kaygısına düşmüştü
- anfusuhum
- أَنفُسُهُمْ
- kendi canlarının
- yaẓunnūna
- يَظُنُّونَ
- bir zanda bulunuyorlar
- bil-lahi
- بِٱللَّهِ
- Allah'a karşı
- ghayra l-ḥaqi
- غَيْرَ ٱلْحَقِّ
- haksız
- ẓanna
- ظَنَّ
- zannı (gibi)
- l-jāhiliyati
- ٱلْجَٰهِلِيَّةِۖ
- cahiliyye
- yaqūlūna
- يَقُولُونَ
- diyorlardı
- hal
- هَل
- var mı
- lanā
- لَّنَا
- bize
- mina l-amri
- مِنَ ٱلْأَمْرِ
- bu işten
- min
- مِن
- hiçbir
- shayin
- شَىْءٍۗ
- şey
- qul
- قُلْ
- de ki
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-amra
- ٱلْأَمْرَ
- iş
- kullahu
- كُلَّهُۥ
- bütünüyle
- lillahi
- لِلَّهِۗ
- Allah'a aittir
- yukh'fūna
- يُخْفُونَ
- onlar gizliyorlar
- fī anfusihim
- فِىٓ أَنفُسِهِم
- içlerinde
- mā
- مَّا
- şeyleri
- lā yub'dūna
- لَا يُبْدُونَ
- açıklayamadıkları
- laka
- لَكَۖ
- sana
- yaqūlūna
- يَقُولُونَ
- diyorlar ki
- law
- لَوْ
- şayet
- kāna
- كَانَ
- olsaydı
- lanā
- لَنَا
- bize
- mina l-amri
- مِنَ ٱلْأَمْرِ
- bu işten
- shayon
- شَىْءٌ
- bir şey (fayda)
- mā qutil'nā
- مَّا قُتِلْنَا
- öldürülmezdik
- hāhunā
- هَٰهُنَاۗ
- burada
- qul
- قُل
- de ki
- law
- لَّوْ
- şayet
- kuntum
- كُنتُمْ
- olsaydınız
- fī buyūtikum
- فِى بُيُوتِكُمْ
- evlerinizde dahi
- labaraza
- لَبَرَزَ
- mutlaka boylardı
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- olanlar
- kutiba
- كُتِبَ
- yazılmış
- ʿalayhimu
- عَلَيْهِمُ
- üzerine
- l-qatlu
- ٱلْقَتْلُ
- öldürülme(si)
- ilā maḍājiʿihim
- إِلَىٰ مَضَاجِعِهِمْۖ
- yatacakları yeri
- waliyabtaliya
- وَلِيَبْتَلِىَ
- ve denemesi içindir
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'ın
- mā
- مَا
- olanı
- fī
- فِى
- içinde
- ṣudūrikum
- صُدُورِكُمْ
- göğüsleriniz
- waliyumaḥḥiṣa
- وَلِيُمَحِّصَ
- ve açığa çıkarması içindir
- mā
- مَا
- olanı
- fī
- فِى
- içinde
- qulūbikum
- قُلُوبِكُمْۗ
- kalbleriniz
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- ʿalīmun
- عَلِيمٌۢ
- bilir
- bidhāti
- بِذَاتِ
- özünü
- l-ṣudūri
- ٱلصُّدُورِ
- göğüslerin
Kederden sonra, bir takımınızı kendinden geçirecek şekilde size huzur ve emniyet indirdi; oysa bir takımınız da kendi derdlerine düşmüşlerdi. Haksız yere Allah hakkında, cahiliye devrinde olduğu gibi inanıyorlar. "Bu işte bizim bir fikrimiz var mı?" diyorlardı; De ki: "Buyruğun hepsi Allah'ındır". Sana açmadıklarını içlerinde gizliyorlar. "Bu işte bizim fikrimiz alınsaydı, burada öldürülmezdik" diyorlar. De ki: Evlerinizde olsaydınız, haklarında ölüm yazılı olan kimseler, yine de devrilecekleri yere varırlardı. Bu, Allah'ın içinizde olanı denemesi, kalblerinizde olanı arıtması içindir. Allah gönüllerde olanı bilir. ([3] Ali İmran: 154)Tefsir
اِنَّ الَّذِيْنَ تَوَلَّوْا مِنْكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعٰنِۙ اِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمُ الشَّيْطٰنُ بِبَعْضِ مَا كَسَبُوْا ۚ وَلَقَدْ عَفَا اللّٰهُ عَنْهُمْ ۗ اِنَّ اللّٰهَ غَفُوْرٌ حَلِيْمٌ ࣖ ١٥٥
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseleri
- tawallaw
- تَوَلَّوْا۟
- yüz çevirip giden
- minkum
- مِنكُمْ
- içinizden
- yawma
- يَوْمَ
- gün
- l-taqā
- ٱلْتَقَى
- karşılaştığı
- l-jamʿāni
- ٱلْجَمْعَانِ
- iki topluluğun
- innamā
- إِنَّمَا
- şüphesiz
- is'tazallahumu
- ٱسْتَزَلَّهُمُ
- (yoldan) kaydırmak istemişti
- l-shayṭānu
- ٱلشَّيْطَٰنُ
- şeytan
- bibaʿḍi
- بِبَعْضِ
- bazı
- mā
- مَا
- dolayı
- kasabū
- كَسَبُوا۟ۖ
- yaptıkları işlerden
- walaqad
- وَلَقَدْ
- ama elbette
- ʿafā
- عَفَا
- affetti
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- ʿanhum
- عَنْهُمْۗ
- onları
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- ghafūrun
- غَفُورٌ
- çok bağışlayandır
- ḥalīmun
- حَلِيمٌ
- halimdir
İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirenlerin, yaptıklarının bir kısmından ötürü şeytan ayaklarını kaydırıp yoldan çıkarmak istemişti. Allah, and olsun ki, onları affetti. Allah bağışlayandır. Halim'dir. ([3] Ali İmran: 155)Tefsir
يٰٓاَيُّهَا الَّذِيْنَ اٰمَنُوْا لَا تَكُوْنُوْا كَالَّذِيْنَ كَفَرُوْا وَقَالُوْا لِاِخْوَانِهِمْ اِذَا ضَرَبُوْا فِى الْاَرْضِ اَوْ كَانُوْا غُزًّى لَّوْ كَانُوْا عِنْدَنَا مَا مَاتُوْا وَمَا قُتِلُوْاۚ لِيَجْعَلَ اللّٰهُ ذٰلِكَ حَسْرَةً فِيْ قُلُوْبِهِمْ ۗ وَاللّٰهُ يُحْيٖ وَيُمِيْتُ ۗ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُوْنَ بَصِيْرٌ ١٥٦
- yāayyuhā
- يَٰٓأَيُّهَا
- Ey
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- āmanū
- ءَامَنُوا۟
- inananlar
- lā takūnū
- لَا تَكُونُوا۟
- olmayın
- ka-alladhīna
- كَٱلَّذِينَ
- kimseler (gibi)
- kafarū
- كَفَرُوا۟
- inkar eden(ler)
- waqālū
- وَقَالُوا۟
- ve diyenler (gibi)
- li-ikh'wānihim
- لِإِخْوَٰنِهِمْ
- kardeşleri için
- idhā
- إِذَا
- zaman
- ḍarabū
- ضَرَبُوا۟
- sefere çıktıkları
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِ
- yeryüzünde
- aw
- أَوْ
- ya da
- kānū ghuzzan
- كَانُوا۟ غُزًّى
- savaşa çıktıkları
- law
- لَّوْ
- eğer
- kānū
- كَانُوا۟
- olsalardı
- ʿindanā
- عِندَنَا
- bizim yanımızda
- mā mātū
- مَا مَاتُوا۟
- ölmezlerdi
- wamā qutilū
- وَمَا قُتِلُوا۟
- ve öldürülmezlerdi
- liyajʿala
- لِيَجْعَلَ
- yapar
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- bu (düşünce ve sözlerini)
- ḥasratan
- حَسْرَةً
- bir dert
- fī qulūbihim
- فِى قُلُوبِهِمْۗ
- kalblerinde
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allahtır
- yuḥ'yī
- يُحْىِۦ
- yaşatan
- wayumītu
- وَيُمِيتُۗ
- ve öldüren
- wal-lahu
- وَٱللَّهُ
- Allah
- bimā
- بِمَا
- şeyleri
- taʿmalūna
- تَعْمَلُونَ
- yaptıklarınız
- baṣīrun
- بَصِيرٌ
- görmektedir
Ey İnananlar! Yolculuğa çıkan veya savaşa giden kardeşleri hakkında: "Onlar yanımızda olsalardı ölmezler ve öldürülmezlerdi" diyen inkarcılar gibi olmayın ki, Allah bunu onların kalblerinde bir hasret olarak bıraksın. Dirilten de öldüren de Allah'tır. Allah işlediklerinizi görür. ([3] Ali İmran: 156)Tefsir
وَلَىِٕنْ قُتِلْتُمْ فِيْ سَبِيْلِ اللّٰهِ اَوْ مُتُّمْ لَمَغْفِرَةٌ مِّنَ اللّٰهِ وَرَحْمَةٌ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُوْنَ ١٥٧
- wala-in
- وَلَئِن
- eğer
- qutil'tum
- قُتِلْتُمْ
- öldürülür
- fī sabīli
- فِى سَبِيلِ
- yolunda
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- aw
- أَوْ
- ya da
- muttum
- مُتُّمْ
- ölürseniz
- lamaghfiratun
- لَمَغْفِرَةٌ
- bağışlaması vardır
- mina l-lahi
- مِّنَ ٱللَّهِ
- Allah'ın
- waraḥmatun
- وَرَحْمَةٌ
- ve rahmeti
- khayrun
- خَيْرٌ
- daha hayırlıdır
- mimmā
- مِّمَّا
- şeylerden
- yajmaʿūna
- يَجْمَعُونَ
- onların topladıkları
Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, size Allah'tan onların topladıklarından hayırlı bir mağfiret ve rahmet vardır. ([3] Ali İmran: 157)Tefsir
وَلَىِٕنْ مُّتُّمْ اَوْ قُتِلْتُمْ لَاِلَى اللّٰهِ تُحْشَرُوْنَ ١٥٨
- wala-in
- وَلَئِن
- elbette
- muttum
- مُّتُّمْ
- ölür
- aw
- أَوْ
- veya
- qutil'tum
- قُتِلْتُمْ
- öldürülürseniz
- la-ilā
- لَإِلَى
- elbette
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah'a
- tuḥ'sharūna
- تُحْشَرُونَ
- götürüleceksiniz
And olsun ki, ölseniz de, öldürülseniz de Allah katında toplanacaksınız. ([3] Ali İmran: 158)Tefsir
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّٰهِ لِنْتَ لَهُمْ ۚ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَلِيْظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوْا مِنْ حَوْلِكَ ۖ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِى الْاَمْرِۚ فَاِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ ۗ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِيْنَ ١٥٩
- fabimā
- فَبِمَا
- sebebiyle
- raḥmatin
- رَحْمَةٍ
- rahmeti
- mina l-lahi
- مِّنَ ٱللَّهِ
- Allah'ın
- linta
- لِنتَ
- sen yumuşak davrandın
- lahum
- لَهُمْۖ
- onlara
- walaw
- وَلَوْ
- eğer
- kunta
- كُنتَ
- olsaydın
- faẓẓan
- فَظًّا
- kaba
- ghalīẓa
- غَلِيظَ
- katı
- l-qalbi
- ٱلْقَلْبِ
- yürekli
- la-infaḍḍū
- لَٱنفَضُّوا۟
- dağılır giderlerdi'
- min ḥawlika
- مِنْ حَوْلِكَۖ
- çevrenden
- fa-uʿ'fu
- فَٱعْفُ
- öyleyse affet
- ʿanhum
- عَنْهُمْ
- onları
- wa-is'taghfir
- وَٱسْتَغْفِرْ
- ve mağfiret dile
- lahum
- لَهُمْ
- onlar için
- washāwir'hum
- وَشَاوِرْهُمْ
- ve onlara danış
- fī l-amri
- فِى ٱلْأَمْرِۖ
- işini
- fa-idhā
- فَإِذَا
- zaman
- ʿazamta
- عَزَمْتَ
- karar verdiğin
- fatawakkal
- فَتَوَكَّلْ
- dayan
- ʿalā l-lahi
- عَلَى ٱللَّهِۚ
- Allah'a
- inna
- إِنَّ
- elbette
- l-laha
- ٱللَّهَ
- Allah
- yuḥibbu
- يُحِبُّ
- sever
- l-mutawakilīna
- ٱلْمُتَوَكِّلِينَ
- kendine dayanıp güvenenleri
Allah'ın rahmetinden dolayı, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalbli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile, iş hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi Allah'a güven, doğrusu Allah güvenenleri sever. ([3] Ali İmran: 159)Tefsir
اِنْ يَّنْصُرْكُمُ اللّٰهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْ ۚ وَاِنْ يَّخْذُلْكُمْ فَمَنْ ذَا الَّذِيْ يَنْصُرُكُمْ مِّنْۢ بَعْدِهٖ ۗ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُوْنَ ١٦٠
- in
- إِن
- eğer
- yanṣur'kumu
- يَنصُرْكُمُ
- size yardım ederse
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- falā
- فَلَا
- artık yoktur
- ghāliba
- غَالِبَ
- yenecek
- lakum
- لَكُمْۖ
- sizi
- wa-in
- وَإِن
- ve eğer
- yakhdhul'kum
- يَخْذُلْكُمْ
- sizi yüz üstü bırakırsa
- faman
- فَمَن
- kimdir
- dhā alladhī
- ذَا ٱلَّذِى
- kimse
- yanṣurukum
- يَنصُرُكُم
- size yardım edebilecek
- min baʿdihi
- مِّنۢ بَعْدِهِۦۗ
- O'ndan sonra
- waʿalā l-lahi
- وَعَلَى ٱللَّهِ
- ve Allah'a
- falyatawakkali
- فَلْيَتَوَكَّلِ
- dayansınlar
- l-mu'minūna
- ٱلْمُؤْمِنُونَ
- Mü'minler
Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur; eğer sizi yardımsız bırakıverirse, O'ndan başka size yardım edecek kimdir? İnananlar yalnız Allah'a güvensinler. ([3] Ali İmran: 160)Tefsir