اَفَمَنْ وَّعَدْنٰهُ وَعْدًا حَسَنًا فَهُوَ لَاقِيْهِ كَمَنْ مَّتَّعْنٰهُ مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ثُمَّ هُوَ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ مِنَ الْمُحْضَرِيْنَ ٦١
- afaman
- أَفَمَن
- kimse midir?
- waʿadnāhu
- وَعَدْنَٰهُ
- kendisine vadettiğimiz
- waʿdan
- وَعْدًا
- bir söz
- ḥasanan
- حَسَنًا
- güzel
- fahuwa
- فَهُوَ
- ve o
- lāqīhi
- لَٰقِيهِ
- muhakkak ona kavuşacak olan
- kaman
- كَمَن
- kimse gibi
- mattaʿnāhu
- مَّتَّعْنَٰهُ
- kendisine yaşattığımız
- matāʿa
- مَتَٰعَ
- geçici zevkini
- l-ḥayati
- ٱلْحَيَوٰةِ
- hayatının
- l-dun'yā
- ٱلدُّنْيَا
- dünya
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- huwa
- هُوَ
- o
- yawma
- يَوْمَ
- günü
- l-qiyāmati
- ٱلْقِيَٰمَةِ
- kıyamet
- mina l-muḥ'ḍarīna
- مِنَ ٱلْمُحْضَرِينَ
- getirileceklerden olan
Vadettiğimiz güzel bir nimete kavuşan kimse; dünya hayatında kendisine bir geçimlik verdiğimiz, sonra kıyamet günü azap için getirilen kimse gibi midir? ([28] Kasas: 61)Tefsir
وَيَوْمَ يُنَادِيْهِمْ فَيَقُوْلُ اَيْنَ شُرَكَاۤءِيَ الَّذِيْنَ كُنْتُمْ تَزْعُمُوْنَ ٦٢
- wayawma
- وَيَوْمَ
- ve o gün
- yunādīhim
- يُنَادِيهِمْ
- (Allah) onlara seslenerek
- fayaqūlu
- فَيَقُولُ
- der ki
- ayna
- أَيْنَ
- nerede?
- shurakāiya
- شُرَكَآءِىَ
- benim ortaklarım
- alladhīna kuntum
- ٱلَّذِينَ كُنتُمْ
- olduklarını
- tazʿumūna
- تَزْعُمُونَ
- zannettikleriniz
Allah, o gün onlara seslenir: "Benim ortağım olduklarını iddia ettikleriniz nerededirler?" der. ([28] Kasas: 62)Tefsir
قَالَ الَّذِيْنَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ رَبَّنَا هٰٓؤُلَاۤءِ الَّذِيْنَ اَغْوَيْنَاۚ اَغْوَيْنٰهُمْ كَمَا غَوَيْنَاۚ تَبَرَّأْنَآ اِلَيْكَ مَا كَانُوْٓا اِيَّانَا يَعْبُدُوْنَ ٦٣
- qāla
- قَالَ
- derler
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- olanlar
- ḥaqqa
- حَقَّ
- hak
- ʿalayhimu
- عَلَيْهِمُ
- üzerlerine
- l-qawlu
- ٱلْقَوْلُ
- söz
- rabbanā
- رَبَّنَا
- Rabbimiz
- hāulāi
- هَٰٓؤُلَآءِ
- şunlardır
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimseler
- aghwaynā
- أَغْوَيْنَآ
- azdırdıklarımız
- aghwaynāhum
- أَغْوَيْنَٰهُمْ
- onları azdırdık
- kamā
- كَمَا
- gibi
- ghawaynā
- غَوَيْنَاۖ
- kendimiz azdığımız
- tabarranā
- تَبَرَّأْنَآ
- uzak olduğumuzu
- ilayka
- إِلَيْكَۖ
- sana arz ederiz
- mā
- مَا
- zaten
- kānū
- كَانُوٓا۟
- onlar değildi
- iyyānā
- إِيَّانَا
- bize
- yaʿbudūna
- يَعْبُدُونَ
- tapanlardan
Hükmün aleyhlerine gerçekleştiği kimseler: "Rabbimiz! İşte bunlar bizim azdırdığımız kimselerdir. Kendimiz azdığımız gibi onları da azdırdık. Onlardan uzaklaşıp Sana geldik, zaten aslında bize tapmıyorlardı" derler. ([28] Kasas: 63)Tefsir
وَقِيْلَ ادْعُوْا شُرَكَاۤءَكُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَجِيْبُوْا لَهُمْ ۗوَرَاَوُا الْعَذَابَۚ لَوْ اَنَّهُمْ كَانُوْا يَهْتَدُوْنَ ٦٤
- waqīla
- وَقِيلَ
- ve denir ki
- id'ʿū
- ٱدْعُوا۟
- çağırın
- shurakāakum
- شُرَكَآءَكُمْ
- koştuğunuz ortakları
- fadaʿawhum
- فَدَعَوْهُمْ
- onları çağırırlar
- falam
- فَلَمْ
- fakat
- yastajībū
- يَسْتَجِيبُوا۟
- çağrısına cevap vermezler
- lahum
- لَهُمْ
- bunların
- wara-awū
- وَرَأَوُا۟
- ve karşılarında görürler
- l-ʿadhāba
- ٱلْعَذَابَۚ
- azabı
- law
- لَوْ
- ne olurdu
- annahum
- أَنَّهُمْ
- onlar
- kānū
- كَانُوا۟
- idi
- yahtadūna
- يَهْتَدُونَ
- yola gelseler
"Koştuğunuz ortaklarınızı çağırın" denir; onlar da çağırırlar ama, kendilerine cevap veremezler; cehennem azabını görünce doğru yolda olmadıklarına yanarlar. ([28] Kasas: 64)Tefsir
وَيَوْمَ يُنَادِيْهِمْ فَيَقُوْلُ مَاذَآ اَجَبْتُمُ الْمُرْسَلِيْنَ ٦٥
- wayawma
- وَيَوْمَ
- ve gün
- yunādīhim
- يُنَادِيهِمْ
- onlara seslenerek
- fayaqūlu
- فَيَقُولُ
- der ki
- mādhā
- مَاذَآ
- ne?
- ajabtumu
- أَجَبْتُمُ
- cevap verdiniz
- l-mur'salīna
- ٱلْمُرْسَلِينَ
- elçilere
O gün Allah onlara seslenir: "Peygamberlere ne cevap verdiniz?" der. ([28] Kasas: 65)Tefsir
فَعَمِيَتْ عَلَيْهِمُ الْاَنْۢبَاۤءُ يَوْمَىِٕذٍ فَهُمْ لَا يَتَسَاۤءَلُوْنَ ٦٦
- faʿamiyat
- فَعَمِيَتْ
- kör olmuştur
- ʿalayhimu
- عَلَيْهِمُ
- onlara
- l-anbāu
- ٱلْأَنۢبَآءُ
- haberler
- yawma-idhin
- يَوْمَئِذٍ
- o gün
- fahum
- فَهُمْ
- ve onlar
- lā yatasāalūna
- لَا يَتَسَآءَلُونَ
- birbirlerine de soramazlar
O gün, haberlere karşı körleşirler, verilecek cevapları kalmaz; birbirlerine de soramazlar. ([28] Kasas: 66)Tefsir
فَاَمَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَعَسٰٓى اَنْ يَّكُوْنَ مِنَ الْمُفْلِحِيْنَ ٦٧
- fa-ammā
- فَأَمَّا
- ama
- man
- مَن
- kim
- tāba
- تَابَ
- tevbe ederse
- waāmana
- وَءَامَنَ
- ve inanırsa
- waʿamila
- وَعَمِلَ
- ve yaparsa
- ṣāliḥan
- صَٰلِحًا
- iyi iş
- faʿasā
- فَعَسَىٰٓ
- umulur
- an
- أَن
- ki
- yakūna
- يَكُونَ
- olur
- mina l-muf'liḥīna
- مِنَ ٱلْمُفْلِحِينَ
- kurtuluşa erenlerden
Fakat, tevbe eden, inanıp yararlı iş işleyen kimsenin, kurtuluşa erenler arasında bulunması umulur. ([28] Kasas: 67)Tefsir
وَرَبُّكَ يَخْلُقُ مَا يَشَاۤءُ وَيَخْتَارُ ۗمَا كَانَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ ۗسُبْحٰنَ اللّٰهِ وَتَعٰلٰى عَمَّا يُشْرِكُوْنَ ٦٨
- warabbuka
- وَرَبُّكَ
- ve Rabbin
- yakhluqu
- يَخْلُقُ
- yaratır
- mā
- مَا
- ne
- yashāu
- يَشَآءُ
- dilerse
- wayakhtāru
- وَيَخْتَارُۗ
- ve seçer
- mā kāna
- مَا كَانَ
- değildir
- lahumu
- لَهُمُ
- onlara ait
- l-khiyaratu
- ٱلْخِيَرَةُۚ
- seçim
- sub'ḥāna
- سُبْحَٰنَ
- münezzehtir
- l-lahi
- ٱللَّهِ
- Allah
- wataʿālā
- وَتَعَٰلَىٰ
- ve yücedir
- ʿammā
- عَمَّا
- şeylerden
- yush'rikūna
- يُشْرِكُونَ
- ortak koştukları
Rabbin dilediğini yaratır ve seçer; onlar için seçim hakkı yoktur. Allah onların koştukları ortaklardan münezzehtir, yücedir. ([28] Kasas: 68)Tefsir
وَرَبُّكَ يَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُوْرُهُمْ وَمَا يُعْلِنُوْنَ ٦٩
- warabbuka
- وَرَبُّكَ
- ve Rabbin
- yaʿlamu
- يَعْلَمُ
- bilir
- mā
- مَا
- neyi
- tukinnu
- تُكِنُّ
- gizlediğini
- ṣudūruhum
- صُدُورُهُمْ
- göğüslerinin
- wamā
- وَمَا
- ve neyi
- yuʿ'linūna
- يُعْلِنُونَ
- açığa vurduğunu
Rabbin gönüllerinin gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir. ([28] Kasas: 69)Tefsir
وَهُوَ اللّٰهُ لَآ اِلٰهَ اِلَّا هُوَ ۗ لَهُ الْحَمْدُ فِى الْاُوْلٰى وَالْاٰخِرَةِ ۖوَلَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُوْنَ ٧٠
- wahuwa
- وَهُوَ
- ve O
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah'tır
- lā
- لَآ
- olmayan
- ilāha
- إِلَٰهَ
- tanrı
- illā
- إِلَّا
- başka
- huwa
- هُوَۖ
- O'ndan
- lahu
- لَهُ
- O'na mahsustur
- l-ḥamdu
- ٱلْحَمْدُ
- hamd
- fī l-ūlā
- فِى ٱلْأُولَىٰ
- ilk olan
- wal-ākhirati
- وَٱلْءَاخِرَةِۖ
- ve son olan
- walahu
- وَلَهُ
- ve O'nundur
- l-ḥuk'mu
- ٱلْحُكْمُ
- Hüküm
- wa-ilayhi
- وَإِلَيْهِ
- ve O'na
- tur'jaʿūna
- تُرْجَعُونَ
- döndürüleceksiniz
Allah O'dur; O'ndan başka tanrı yoktur. Hamd, dünyada da ahirette de O'nun içindir; hüküm de O'nundur. Yalnız O'na döndürüleceksiniz. ([28] Kasas: 70)Tefsir