وَاَنْ اَلْقِ عَصَاكَ ۗفَلَمَّا رَاٰهَا تَهْتَزُّ كَاَنَّهَا جَاۤنٌّ وَّلّٰى مُدْبِرًا وَّلَمْ يُعَقِّبْۗ يٰمُوْسٰٓى اَقْبِلْ وَلَا تَخَفْۗ اِنَّكَ مِنَ الْاٰمِنِيْنَ ٣١
- wa-an
- وَأَنْ
- ve diye
- alqi
- أَلْقِ
- at
- ʿaṣāka
- عَصَاكَۖ
- asanı
- falammā
- فَلَمَّا
- zaman
- raāhā
- رَءَاهَا
- gördüğün
- tahtazzu
- تَهْتَزُّ
- (asa'nın) titreştiğini
- ka-annahā
- كَأَنَّهَا
- gibi
- jānnun
- جَآنٌّ
- küçük bir yılan
- wallā
- وَلَّىٰ
- kaçtı
- mud'biran
- مُدْبِرًا
- dönüp
- walam
- وَلَمْ
- ve
- yuʿaqqib
- يُعَقِّبْۚ
- arkasına bile bakmadı
- yāmūsā
- يَٰمُوسَىٰٓ
- ey Musa
- aqbil
- أَقْبِلْ
- dön
- walā
- وَلَا
- ve
- takhaf
- تَخَفْۖ
- korkma
- innaka
- إِنَّكَ
- elbette sen
- mina l-āminīna
- مِنَ ٱلْءَامِنِينَ
- güvende olanlardansın
"Değneğini at." Musa, değneğin yılan gibi hareketler yaptığını görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. "Ey Musa! Dön gel; korkma; şüphesiz güvende olanlardansın" denildi. ([28] Kasas: 31)Tefsir
اُسْلُكْ يَدَكَ فِيْ جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاۤءَ مِنْ غَيْرِ سُوْۤءٍ ۖوَّاضْمُمْ اِلَيْكَ جَنَاحَكَ مِنَ الرَّهْبِ فَذٰنِكَ بُرْهَانٰنِ مِنْ رَّبِّكَ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۟ىِٕهٖۗ اِنَّهُمْ كَانُوْا قَوْمًا فٰسِقِيْنَ ٣٢
- us'luk
- ٱسْلُكْ
- sok
- yadaka
- يَدَكَ
- elini
- fī jaybika
- فِى جَيْبِكَ
- koynuna
- takhruj
- تَخْرُجْ
- çıksın
- bayḍāa
- بَيْضَآءَ
- bembeyaz
- min ghayri
- مِنْ غَيْرِ
- olmaksızın
- sūin
- سُوٓءٍ
- bir kusur
- wa-uḍ'mum
- وَٱضْمُمْ
- ve çek
- ilayka
- إِلَيْكَ
- kendine
- janāḥaka
- جَنَاحَكَ
- kanadını (kollarını)
- mina l-rahbi
- مِنَ ٱلرَّهْبِۖ
- korkudan (açılan)
- fadhānika
- فَذَٰنِكَ
- işte bunlar
- bur'hānāni
- بُرْهَٰنَانِ
- iki delildir
- min rabbika
- مِن رَّبِّكَ
- Rabbinden
- ilā fir'ʿawna
- إِلَىٰ فِرْعَوْنَ
- Fir'avn'a
- wamala-ihi
- وَمَلَإِي۟هِۦٓۚ
- ve onun adamlarına
- innahum
- إِنَّهُمْ
- çünkü onlar
- kānū
- كَانُوا۟
- olmuşlardır
- qawman
- قَوْمًا
- bir kavim
- fāsiqīna
- فَٰسِقِينَ
- yoldan çıkan
"Elini koynuna koy, lekesiz, bembeyaz çıksın. Korkudan açılan kollarını kendine çek! Bu ikisi Firavun ve erkanına karşı Rabbinin iki delilidir. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir" denildi. ([28] Kasas: 32)Tefsir
قَالَ رَبِّ اِنِّيْ قَتَلْتُ مِنْهُمْ نَفْسًا فَاَخَافُ اَنْ يَّقْتُلُوْنِ ٣٣
- qāla
- قَالَ
- dedi
- rabbi
- رَبِّ
- Rabbim
- innī
- إِنِّى
- bşüphesiz en
- qataltu
- قَتَلْتُ
- öldürmüştüm
- min'hum
- مِنْهُمْ
- onlardan
- nafsan
- نَفْسًا
- bir kişi
- fa-akhāfu
- فَأَخَافُ
- korkuyorum
- an
- أَن
- diye
- yaqtulūni
- يَقْتُلُونِ
- beni öldürecekler
Musa: "Rabbim! Doğrusu ben onlardan bir cana kıydım. Beni öldürmelerinden korkarım. Kardeşim Harun'un dili benimkinden daha düzgündür. Onu, beni destekleyen bir yardımcı olarak benimle gönder, çünkü beni yalanlamalarından korkarım" dedi. ([28] Kasas: 33)Tefsir
وَاَخِيْ هٰرُوْنُ هُوَ اَفْصَحُ مِنِّيْ لِسَانًا فَاَرْسِلْهُ مَعِيَ رِدْءًا يُّصَدِّقُنِيْٓ ۖاِنِّيْٓ اَخَافُ اَنْ يُّكَذِّبُوْنِ ٣٤
- wa-akhī
- وَأَخِى
- ve kardeşimi
- hārūnu
- هَٰرُونُ
- Harun
- huwa
- هُوَ
- o
- afṣaḥu
- أَفْصَحُ
- daha fasihtir (güzel konuşur)
- minnī
- مِنِّى
- benden
- lisānan
- لِسَانًا
- dil bakımından
- fa-arsil'hu
- فَأَرْسِلْهُ
- onu gönder
- maʿiya
- مَعِىَ
- benimle beraber
- rid'an
- رِدْءًا
- bir yardımcı olarak
- yuṣaddiqunī
- يُصَدِّقُنِىٓۖ
- beni doğrulayan
- innī
- إِنِّىٓ
- zira ben
- akhāfu
- أَخَافُ
- korkuyorum
- an
- أَن
- diye
- yukadhibūni
- يُكَذِّبُونِ
- beni yalanlayacakla
Musa: "Rabbim! Doğrusu ben onlardan bir cana kıydım. Beni öldürmelerinden korkarım. Kardeşim Harun'un dili benimkinden daha düzgündür. Onu, beni destekleyen bir yardımcı olarak benimle gönder, çünkü beni yalanlamalarından korkarım" dedi. ([28] Kasas: 34)Tefsir
قَالَ سَنَشُدُّ عَضُدَكَ بِاَخِيْكَ وَنَجْعَلُ لَكُمَا سُلْطٰنًا فَلَا يَصِلُوْنَ اِلَيْكُمَا ۛبِاٰيٰتِنَا ۛ اَنْتُمَا وَمَنِ اتَّبَعَكُمَا الْغٰلِبُوْنَ ٣٥
- qāla
- قَالَ
- (Allah) dedi ki
- sanashuddu
- سَنَشُدُّ
- kuvvetlendireceğiz
- ʿaḍudaka
- عَضُدَكَ
- senin pazunu
- bi-akhīka
- بِأَخِيكَ
- kardeşinle
- wanajʿalu
- وَنَجْعَلُ
- ve vereceğiz
- lakumā
- لَكُمَا
- size
- sul'ṭānan
- سُلْطَٰنًا
- bir yetki
- falā
- فَلَا
- asla
- yaṣilūna
- يَصِلُونَ
- onlar erişemeycekler
- ilaykumā
- إِلَيْكُمَاۚ
- size
- biāyātinā
- بِـَٔايَٰتِنَآ
- ayetlerimiz sayesinde
- antumā
- أَنتُمَا
- ikiniz
- wamani
- وَمَنِ
- ve kimseler
- ittabaʿakumā
- ٱتَّبَعَكُمَا
- size uyan
- l-ghālibūna
- ٱلْغَٰلِبُونَ
- üstün geleceksiniz
Allah: "Seni kardeşinle destekleyeceğiz; ikinize bir kudret vereceğiz ki, onlar size el uzatamayacaklardır. Ayetlerimizle ikiniz ve ikinize uyanlar üstün geleceklerdir" dedi. ([28] Kasas: 35)Tefsir
فَلَمَّا جَاۤءَهُمْ مُّوْسٰى بِاٰيٰتِنَا بَيِّنٰتٍ قَالُوْا مَا هٰذَآ اِلَّا سِحْرٌ مُّفْتَرًىۙ وَّمَا سَمِعْنَا بِهٰذَا فِيْٓ اٰبَاۤىِٕنَا الْاَوَّلِيْنَ ٣٦
- falammā
- فَلَمَّا
- ne zaman ki
- jāahum
- جَآءَهُم
- onlara gelince
- mūsā
- مُّوسَىٰ
- Musa
- biāyātinā
- بِـَٔايَٰتِنَا
- ayetlerimizle
- bayyinātin
- بَيِّنَٰتٍ
- açık açık
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler
- mā
- مَا
- değildir
- hādhā
- هَٰذَآ
- bu
- illā
- إِلَّا
- başka bir şey
- siḥ'run
- سِحْرٌ
- bir büyüden
- muf'taran
- مُّفْتَرًى
- uydurulmuş
- wamā
- وَمَا
- ve
- samiʿ'nā
- سَمِعْنَا
- işitmedik
- bihādhā
- بِهَٰذَا
- böyle bir şey
- fī
- فِىٓ
- arasında
- ābāinā
- ءَابَآئِنَا
- atalarımız
- l-awalīna
- ٱلْأَوَّلِينَ
- ilk
Musa onlara, apaçık olarak, mucizelerimizle gelince: "Bu sadece uydurma bir sihirdir. Önceki atalarımızdan böylesini işitmemiştik" dediler. ([28] Kasas: 36)Tefsir
وَقَالَ مُوْسٰى رَبِّيْٓ اَعْلَمُ بِمَنْ جَاۤءَ بِالْهُدٰى مِنْ عِنْدِهٖ وَمَنْ تَكُوْنُ لَهٗ عَاقِبَةُ الدَّارِۗ اِنَّهٗ لَا يُفْلِحُ الظّٰلِمُوْنَ ٣٧
- waqāla
- وَقَالَ
- ve dedi ki
- mūsā
- مُوسَىٰ
- Musa
- rabbī
- رَبِّىٓ
- Rabbim
- aʿlamu
- أَعْلَمُ
- daha iyi biliyor
- biman
- بِمَن
- kimin
- jāa
- جَآءَ
- getirdiğini
- bil-hudā
- بِٱلْهُدَىٰ
- hidayet
- min ʿindihi
- مِنْ عِندِهِۦ
- kendisinin yanından
- waman
- وَمَن
- ve kime
- takūnu
- تَكُونُ
- ait olacağını
- lahu
- لَهُۥ
- onun
- ʿāqibatu
- عَٰقِبَةُ
- sonunun
- l-dāri
- ٱلدَّارِۖ
- bu (dünya) evin(in)
- innahu
- إِنَّهُۥ
- muhakkak ki
- lā
- لَا
- olmaz
- yuf'liḥu
- يُفْلِحُ
- iflah
- l-ẓālimūna
- ٱلظَّٰلِمُونَ
- zalimler
Musa: "Rabbim, katından bir doğruluk rehberini kimin getirdiğini, dünyanın sonunun kimin olacağını daha iyi bilir. Doğrusu zalimler başarıya erişemezler" dedi. ([28] Kasas: 37)Tefsir
وَقَالَ فِرْعَوْنُ يٰٓاَيُّهَا الْمَلَاُ مَا عَلِمْتُ لَكُمْ مِّنْ اِلٰهٍ غَيْرِيْۚ فَاَوْقِدْ لِيْ يٰهَامٰنُ عَلَى الطِّيْنِ فَاجْعَلْ لِّيْ صَرْحًا لَّعَلِّيْٓ اَطَّلِعُ اِلٰٓى اِلٰهِ مُوْسٰىۙ وَاِنِّيْ لَاَظُنُّهٗ مِنَ الْكٰذِبِيْنَ ٣٨
- waqāla
- وَقَالَ
- ve dedi ki
- fir'ʿawnu
- فِرْعَوْنُ
- Fir'avn
- yāayyuhā
- يَٰٓأَيُّهَا
- ey
- l-mala-u
- ٱلْمَلَأُ
- ileri gelenler
- mā ʿalim'tu
- مَا عَلِمْتُ
- bilmiyorum
- lakum
- لَكُم
- sizin için
- min
- مِّنْ
- hiçbir
- ilāhin
- إِلَٰهٍ
- bir tanrı
- ghayrī
- غَيْرِى
- benden başka
- fa-awqid
- فَأَوْقِدْ
- ateş yak
- lī
- لِى
- benim için
- yāhāmānu
- يَٰهَٰمَٰنُ
- ey Hâmân
- ʿalā
- عَلَى
- üzerinde
- l-ṭīni
- ٱلطِّينِ
- çamurun
- fa-ij'ʿal
- فَٱجْعَل
- ve yap
- lī
- لِّى
- bana
- ṣarḥan
- صَرْحًا
- bir kule
- laʿallī
- لَّعَلِّىٓ
- belki
- aṭṭaliʿu
- أَطَّلِعُ
- çıkarım
- ilā ilāhi
- إِلَىٰٓ إِلَٰهِ
- tanrısına
- mūsā
- مُوسَىٰ
- Musa'nın
- wa-innī
- وَإِنِّى
- çünkü ben
- la-aẓunnuhu
- لَأَظُنُّهُۥ
- sanıyorum ki o
- mina l-kādhibīna
- مِنَ ٱلْكَٰذِبِينَ
- yalancılardandır
Firavun: "Ey ileri gelenler! Sizin benden başka bir tanrınız olduğunu bilmiyorum. Ey Haman! Benim için, toprak üzerine bir ateş yak, tuğla hazırlayıp bana bir kule yap; çıkar belki Musa'nın tanrısını görürüm. Doğrusu onu yalancılardan sanıyorum" dedi. ([28] Kasas: 38)Tefsir
وَاسْتَكْبَرَ هُوَ وَجُنُوْدُهٗ فِى الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَظَنُّوْٓا اَنَّهُمْ اِلَيْنَا لَا يُرْجَعُوْنَ ٣٩
- wa-is'takbara
- وَٱسْتَكْبَرَ
- büyüklük tasladılar
- huwa
- هُوَ
- O (Fir'avn)
- wajunūduhu
- وَجُنُودُهُۥ
- ve askerleri
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِ
- yeryüzünde
- bighayri
- بِغَيْرِ
- olmaksızın
- l-ḥaqi
- ٱلْحَقِّ
- hakkı
- waẓannū
- وَظَنُّوٓا۟
- ve sandılar
- annahum
- أَنَّهُمْ
- kendilerinin
- ilaynā
- إِلَيْنَا
- bize
- lā yur'jaʿūna
- لَا يُرْجَعُونَ
- döndürülmeyeceklerini
O ve askerleri, memlekette, haksız yere büyüklük tasladılar. Gerçekten Bize döndürülmeyeceklerini sandılar. ([28] Kasas: 39)Tefsir
فَاَخَذْنٰهُ وَجُنُوْدَهٗ فَنَبَذْنٰهُمْ فِى الْيَمِّ ۚفَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظّٰلِمِيْنَ ٤٠
- fa-akhadhnāhu
- فَأَخَذْنَٰهُ
- biz de onu tuttuk
- wajunūdahu
- وَجُنُودَهُۥ
- ve askerlerini
- fanabadhnāhum
- فَنَبَذْنَٰهُمْ
- ve attık
- fī l-yami
- فِى ٱلْيَمِّۖ
- suya
- fa-unẓur
- فَٱنظُرْ
- bak
- kayfa
- كَيْفَ
- nasıl
- kāna
- كَانَ
- oldu
- ʿāqibatu
- عَٰقِبَةُ
- sonu
- l-ẓālimīna
- ٱلظَّٰلِمِينَ
- zalimlerin
Biz de, onu ve askerlerini yakalayıp suya attık. Zalimlerin sonunun nasıl olduğuna bir bak. ([28] Kasas: 40)Tefsir