Skip to content

Suresi Neml - Page: 2

An-Naml

(an-Naml)

11

اِلَّا مَنْ ظَلَمَ ثُمَّ بَدَّلَ حُسْنًاۢ بَعْدَ سُوْۤءٍ فَاِنِّيْ غَفُوْرٌ رَّحِيْمٌ ١١

illā
إِلَّا
ancak
man
مَن
kim
ẓalama
ظَلَمَ
zulmeder
thumma
ثُمَّ
sonra da
baddala
بَدَّلَ
değiştirirse
ḥus'nan
حُسْنًۢا
iyilikle
baʿda
بَعْدَ
sonra
sūin
سُوٓءٍ
(yaptığı) kötülükten
fa-innī
فَإِنِّى
şüphesiz ben
ghafūrun
غَفُورٌ
bağışlayıcıyım
raḥīmun
رَّحِيمٌ
esirgeyiciyim
"Değneğini at!" Musa, değneğinin yılan gibi hareketler yaptığını görünce, arkasına bakmadan dönüp kaçtı. "Ey Musa! Korkma; Benim katımda peygamberler korkmaz; yalnız haksızlık eden bunun dışındadır. Kötü hali iyiliğe çeviren kimse bilsin ki Ben şüphesiz bağışlarım, merhamet ederim. Elini koynuna sok, Firavun ve milletine gönderilen dokuz mucizeden biri olarak kusursuz, bembeyaz çıksın. Gerçekten onlar yoldan çıkmış bir millettir." ([27] Neml: 11)
Tefsir
12

وَاَدْخِلْ يَدَكَ فِيْ جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاۤءَ مِنْ غَيْرِ سُوْۤءٍۙ فِيْ تِسْعِ اٰيٰتٍ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَقَوْمِهٖۚ اِنَّهُمْ كَانُوْا قَوْمًا فٰسِقِيْنَ ١٢

wa-adkhil
وَأَدْخِلْ
ve sok
yadaka
يَدَكَ
elini
fī jaybika
فِى جَيْبِكَ
koynuna
takhruj
تَخْرُجْ
çıksın
bayḍāa
بَيْضَآءَ
bembeyaz
min ghayri
مِنْ غَيْرِ
olmaksızın
sūin
سُوٓءٍۖ
kusur
فِى
içinde
tis'ʿi
تِسْعِ
dokuz
āyātin
ءَايَٰتٍ
mu'cize
ilā fir'ʿawna
إِلَىٰ فِرْعَوْنَ
Fir'avn'a (git)
waqawmihi
وَقَوْمِهِۦٓۚ
ve onun kavmine
innahum
إِنَّهُمْ
çünkü onlar
kānū
كَانُوا۟
oldular
qawman
قَوْمًا
bir kavim
fāsiqīna
فَٰسِقِينَ
fasık
"Değneğini at!" Musa, değneğinin yılan gibi hareketler yaptığını görünce, arkasına bakmadan dönüp kaçtı. "Ey Musa! Korkma; Benim katımda peygamberler korkmaz; yalnız haksızlık eden bunun dışındadır. Kötü hali iyiliğe çeviren kimse bilsin ki Ben şüphesiz bağışlarım, merhamet ederim. Elini koynuna sok, Firavun ve milletine gönderilen dokuz mucizeden biri olarak kusursuz, bembeyaz çıksın. Gerçekten onlar yoldan çıkmış bir millettir." ([27] Neml: 12)
Tefsir
13

فَلَمَّا جَاۤءَتْهُمْ اٰيٰتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوْا هٰذَا سِحْرٌ مُّبِيْنٌ ۚ ١٣

falammā
فَلَمَّا
ne zaman ki
jāathum
جَآءَتْهُمْ
onlara gelince
āyātunā
ءَايَٰتُنَا
ayetlerimiz
mub'ṣiratan
مُبْصِرَةً
açıkça görünen
qālū
قَالُوا۟
dediler
hādhā
هَٰذَا
bu
siḥ'run
سِحْرٌ
bir büyüdür
mubīnun
مُّبِينٌ
apaçık
Ayetlerimiz gözlerinin önüne serilince: "Bu apaçık bir sihirdir" dediler. ([27] Neml: 13)
Tefsir
14

وَجَحَدُوْا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَآ اَنْفُسُهُمْ ظُلْمًا وَّعُلُوًّاۗ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِيْنَ ࣖ ١٤

wajaḥadū
وَجَحَدُوا۟
ve inkar ettiler
bihā
بِهَا
onları
wa-is'tayqanathā
وَٱسْتَيْقَنَتْهَآ
kanaat getirdiği halde
anfusuhum
أَنفُسُهُمْ
vicdanları
ẓul'man
ظُلْمًا
haksızlıkları yüzünden
waʿuluwwan
وَعُلُوًّاۚ
ve böbürlenmeleri yüzünden
fa-unẓur
فَٱنظُرْ
bak işte
kayfa
كَيْفَ
nasıl
kāna
كَانَ
oldu
ʿāqibatu
عَٰقِبَةُ
sonu
l-muf'sidīna
ٱلْمُفْسِدِينَ
bozguncuların
Gönülleri kesin olarak kabul ettiği halde, haksızlık ve büyüklenmelerinden ötürü onları bile bile inkar ettiler. Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak! ([27] Neml: 14)
Tefsir
15

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوٗدَ وَسُلَيْمٰنَ عِلْمًاۗ وَقَالَا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذِيْ فَضَّلَنَا عَلٰى كَثِيْرٍ مِّنْ عِبَادِهِ الْمُؤْمِنِيْنَ ١٥

walaqad
وَلَقَدْ
ve andolsun
ātaynā
ءَاتَيْنَا
biz verdik
dāwūda
دَاوُۥدَ
Davud'a
wasulaymāna
وَسُلَيْمَٰنَ
ve Süleyman'a
ʿil'man
عِلْمًاۖ
bir ilim
waqālā
وَقَالَا
ve dediler
l-ḥamdu
ٱلْحَمْدُ
hamdolsun
lillahi
لِلَّهِ
Allah'a
alladhī
ٱلَّذِى
ki
faḍḍalanā
فَضَّلَنَا
bizi üstün kıldı
ʿalā
عَلَىٰ
üzerine
kathīrin
كَثِيرٍ
birçoğu
min ʿibādihi
مِّنْ عِبَادِهِ
kullarından
l-mu'minīna
ٱلْمُؤْمِنِينَ
inanan
And olsun ki, Davud'a ve Süleyman'a ilim verdik. İkisi "Bizi mümin kullarının çoğundan üstün kılan Allah'a hamdolsun" dediler. ([27] Neml: 15)
Tefsir
16

وَوَرِثَ سُلَيْمٰنُ دَاوٗدَ وَقَالَ يٰٓاَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ وَاُوْتِيْنَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍۗ اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُبِيْنُ ١٦

wawaritha
وَوَرِثَ
ve mirasçı oldu
sulaymānu
سُلَيْمَٰنُ
Süleyman
dāwūda
دَاوُۥدَۖ
Davud'a
waqāla
وَقَالَ
ve dedi ki
yāayyuhā
يَٰٓأَيُّهَا
ey
l-nāsu
ٱلنَّاسُ
insanlar
ʿullim'nā
عُلِّمْنَا
bize öğretildi
manṭiqa
مَنطِقَ
dili
l-ṭayri
ٱلطَّيْرِ
kuşların
waūtīnā
وَأُوتِينَا
ve bize verildi
min
مِن
(bir pay)
kulli
كُلِّ
her
shayin
شَىْءٍۖ
şeyden
inna
إِنَّ
şüphesiz
hādhā
هَٰذَا
bu
lahuwa
لَهُوَ
elbette o
l-faḍlu
ٱلْفَضْلُ
bir lutuftur
l-mubīnu
ٱلْمُبِينُ
açık
Süleyman Davud'a varis oldu: "Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize herşeyden bolca verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur" dedi. ([27] Neml: 16)
Tefsir
17

وَحُشِرَ لِسُلَيْمٰنَ جُنُوْدُهٗ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ يُوْزَعُوْنَ ١٧

waḥushira
وَحُشِرَ
ve toplandı
lisulaymāna
لِسُلَيْمَٰنَ
Süleyman'a
junūduhu
جُنُودُهُۥ
orduları
mina l-jini
مِنَ ٱلْجِنِّ
cinlerden
wal-insi
وَٱلْإِنسِ
ve insanlar(dan)
wal-ṭayri
وَٱلطَّيْرِ
ve kuşlar(dan)
fahum
فَهُمْ
onlar
yūzaʿūna
يُوزَعُونَ
sevk ediliyordu
Süleyman'ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil olan ordusu toplandı. Hepsi toplu olarak gidiyorlardı. ([27] Neml: 17)
Tefsir
18

حَتّٰىٓ اِذَآ اَتَوْا عَلٰى وَادِ النَّمْلِۙ قَالَتْ نَمْلَةٌ يّٰٓاَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوْا مَسٰكِنَكُمْۚ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمٰنُ وَجُنُوْدُهٗۙ وَهُمْ لَا يَشْعُرُوْنَ ١٨

ḥattā
حَتَّىٰٓ
nihayet
idhā
إِذَآ
zaman
ataw
أَتَوْا۟
geldikleri
ʿalā
عَلَىٰ
üzerine
wādi
وَادِ
vadisi
l-namli
ٱلنَّمْلِ
karınca
qālat
قَالَتْ
dedi
namlatun
نَمْلَةٌ
bir karınca
yāayyuhā
يَٰٓأَيُّهَا
ey
l-namlu
ٱلنَّمْلُ
karıncalar
ud'khulū
ٱدْخُلُوا۟
girin
masākinakum
مَسَٰكِنَكُمْ
yuvalarınıza
lā yaḥṭimannakum
لَا يَحْطِمَنَّكُمْ
sizi ezmesinler
sulaymānu
سُلَيْمَٰنُ
Süleyman
wajunūduhu
وَجُنُودُهُۥ
ve orduları
wahum
وَهُمْ
ve onlar
lā yashʿurūna
لَا يَشْعُرُونَ
farkında olmayarak
Sonunda, karıncaların bulunduğu vadiye geldiklerinde bir dişi (kraliçe) karınca: "Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, Süleyman'ın ordusu farkına varmadan sizi ezmesin" dedi. ([27] Neml: 18)
Tefsir
19

فَتَبَسَّمَ ضَاحِكًا مِّنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ اَوْزِعْنِيْٓ اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِيْٓ اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضٰىهُ وَاَدْخِلْنِيْ بِرَحْمَتِكَ فِيْ عِبَادِكَ الصّٰلِحِيْنَ ١٩

fatabassama
فَتَبَسَّمَ
tebessüm etti
ḍāḥikan
ضَاحِكًا
gülümseyerek
min qawlihā
مِّن قَوْلِهَا
onun sözüne
waqāla
وَقَالَ
ve dedi
rabbi
رَبِّ
Rabbim
awziʿ'nī
أَوْزِعْنِىٓ
gönlüme ilham eyle
an
أَنْ
diye
ashkura
أَشْكُرَ
şükredeyim
niʿ'mataka
نِعْمَتَكَ
ni'metine
allatī anʿamta
ٱلَّتِىٓ أَنْعَمْتَ
lutfettiğin
ʿalayya
عَلَىَّ
bana
waʿalā
وَعَلَىٰ
ve
wālidayya
وَٰلِدَىَّ
anama babama
wa-an
وَأَنْ
ve diye
aʿmala
أَعْمَلَ
yapayım
ṣāliḥan
صَٰلِحًا
faydalı bir iş
tarḍāhu
تَرْضَىٰهُ
senin beğeneceğin
wa-adkhil'nī
وَأَدْخِلْنِى
ve beni sok
biraḥmatika
بِرَحْمَتِكَ
rahmetinle
فِى
arasına
ʿibādika
عِبَادِكَ
kullarının
l-ṣāliḥīna
ٱلصَّٰلِحِينَ
iyi
Süleyman, onun sözüne hafifçe güldü ve: "Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimete şükürde, hoşnut olacağın işi yapmakta beni muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kullarının arasına koy" dedi. ([27] Neml: 19)
Tefsir
20

وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَآ اَرَى الْهُدْهُدَۖ اَمْ كَانَ مِنَ الْغَاۤىِٕبِيْنَ ٢٠

watafaqqada
وَتَفَقَّدَ
ve teftiş etti
l-ṭayra
ٱلطَّيْرَ
kuşları
faqāla
فَقَالَ
dedi ki
مَا
neden
liya
لِىَ
ben
lā arā
لَآ أَرَى
göremiyorum
l-hud'huda
ٱلْهُدْهُدَ
hüdhüdü
am
أَمْ
yoksa
kāna
كَانَ
(mı) oldu?
mina l-ghāibīna
مِنَ ٱلْغَآئِبِينَ
kayıplardan-
Süleyman, kuşları araştırarak: "Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplarda mı? Bana apaçık bir delil getirmelidir; yoksa onu ya şiddetli bir azaba uğratırım yahut keserim" dedi. ([27] Neml: 20)
Tefsir