اِلَّا مَنْ ظَلَمَ ثُمَّ بَدَّلَ حُسْنًاۢ بَعْدَ سُوْۤءٍ فَاِنِّيْ غَفُوْرٌ رَّحِيْمٌ ١١
- illā
- إِلَّا
- ancak
- man
- مَن
- kim
- ẓalama
- ظَلَمَ
- zulmeder
- thumma
- ثُمَّ
- sonra da
- baddala
- بَدَّلَ
- değiştirirse
- ḥus'nan
- حُسْنًۢا
- iyilikle
- baʿda
- بَعْدَ
- sonra
- sūin
- سُوٓءٍ
- (yaptığı) kötülükten
- fa-innī
- فَإِنِّى
- şüphesiz ben
- ghafūrun
- غَفُورٌ
- bağışlayıcıyım
- raḥīmun
- رَّحِيمٌ
- esirgeyiciyim
"Değneğini at!" Musa, değneğinin yılan gibi hareketler yaptığını görünce, arkasına bakmadan dönüp kaçtı. "Ey Musa! Korkma; Benim katımda peygamberler korkmaz; yalnız haksızlık eden bunun dışındadır. Kötü hali iyiliğe çeviren kimse bilsin ki Ben şüphesiz bağışlarım, merhamet ederim. Elini koynuna sok, Firavun ve milletine gönderilen dokuz mucizeden biri olarak kusursuz, bembeyaz çıksın. Gerçekten onlar yoldan çıkmış bir millettir." ([27] Neml: 11)Tefsir
وَاَدْخِلْ يَدَكَ فِيْ جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاۤءَ مِنْ غَيْرِ سُوْۤءٍۙ فِيْ تِسْعِ اٰيٰتٍ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَقَوْمِهٖۚ اِنَّهُمْ كَانُوْا قَوْمًا فٰسِقِيْنَ ١٢
- wa-adkhil
- وَأَدْخِلْ
- ve sok
- yadaka
- يَدَكَ
- elini
- fī jaybika
- فِى جَيْبِكَ
- koynuna
- takhruj
- تَخْرُجْ
- çıksın
- bayḍāa
- بَيْضَآءَ
- bembeyaz
- min ghayri
- مِنْ غَيْرِ
- olmaksızın
- sūin
- سُوٓءٍۖ
- kusur
- fī
- فِى
- içinde
- tis'ʿi
- تِسْعِ
- dokuz
- āyātin
- ءَايَٰتٍ
- mu'cize
- ilā fir'ʿawna
- إِلَىٰ فِرْعَوْنَ
- Fir'avn'a (git)
- waqawmihi
- وَقَوْمِهِۦٓۚ
- ve onun kavmine
- innahum
- إِنَّهُمْ
- çünkü onlar
- kānū
- كَانُوا۟
- oldular
- qawman
- قَوْمًا
- bir kavim
- fāsiqīna
- فَٰسِقِينَ
- fasık
"Değneğini at!" Musa, değneğinin yılan gibi hareketler yaptığını görünce, arkasına bakmadan dönüp kaçtı. "Ey Musa! Korkma; Benim katımda peygamberler korkmaz; yalnız haksızlık eden bunun dışındadır. Kötü hali iyiliğe çeviren kimse bilsin ki Ben şüphesiz bağışlarım, merhamet ederim. Elini koynuna sok, Firavun ve milletine gönderilen dokuz mucizeden biri olarak kusursuz, bembeyaz çıksın. Gerçekten onlar yoldan çıkmış bir millettir." ([27] Neml: 12)Tefsir
فَلَمَّا جَاۤءَتْهُمْ اٰيٰتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوْا هٰذَا سِحْرٌ مُّبِيْنٌ ۚ ١٣
- falammā
- فَلَمَّا
- ne zaman ki
- jāathum
- جَآءَتْهُمْ
- onlara gelince
- āyātunā
- ءَايَٰتُنَا
- ayetlerimiz
- mub'ṣiratan
- مُبْصِرَةً
- açıkça görünen
- qālū
- قَالُوا۟
- dediler
- hādhā
- هَٰذَا
- bu
- siḥ'run
- سِحْرٌ
- bir büyüdür
- mubīnun
- مُّبِينٌ
- apaçık
Ayetlerimiz gözlerinin önüne serilince: "Bu apaçık bir sihirdir" dediler. ([27] Neml: 13)Tefsir
وَجَحَدُوْا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَآ اَنْفُسُهُمْ ظُلْمًا وَّعُلُوًّاۗ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِيْنَ ࣖ ١٤
- wajaḥadū
- وَجَحَدُوا۟
- ve inkar ettiler
- bihā
- بِهَا
- onları
- wa-is'tayqanathā
- وَٱسْتَيْقَنَتْهَآ
- kanaat getirdiği halde
- anfusuhum
- أَنفُسُهُمْ
- vicdanları
- ẓul'man
- ظُلْمًا
- haksızlıkları yüzünden
- waʿuluwwan
- وَعُلُوًّاۚ
- ve böbürlenmeleri yüzünden
- fa-unẓur
- فَٱنظُرْ
- bak işte
- kayfa
- كَيْفَ
- nasıl
- kāna
- كَانَ
- oldu
- ʿāqibatu
- عَٰقِبَةُ
- sonu
- l-muf'sidīna
- ٱلْمُفْسِدِينَ
- bozguncuların
Gönülleri kesin olarak kabul ettiği halde, haksızlık ve büyüklenmelerinden ötürü onları bile bile inkar ettiler. Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak! ([27] Neml: 14)Tefsir
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوٗدَ وَسُلَيْمٰنَ عِلْمًاۗ وَقَالَا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذِيْ فَضَّلَنَا عَلٰى كَثِيْرٍ مِّنْ عِبَادِهِ الْمُؤْمِنِيْنَ ١٥
- walaqad
- وَلَقَدْ
- ve andolsun
- ātaynā
- ءَاتَيْنَا
- biz verdik
- dāwūda
- دَاوُۥدَ
- Davud'a
- wasulaymāna
- وَسُلَيْمَٰنَ
- ve Süleyman'a
- ʿil'man
- عِلْمًاۖ
- bir ilim
- waqālā
- وَقَالَا
- ve dediler
- l-ḥamdu
- ٱلْحَمْدُ
- hamdolsun
- lillahi
- لِلَّهِ
- Allah'a
- alladhī
- ٱلَّذِى
- ki
- faḍḍalanā
- فَضَّلَنَا
- bizi üstün kıldı
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerine
- kathīrin
- كَثِيرٍ
- birçoğu
- min ʿibādihi
- مِّنْ عِبَادِهِ
- kullarından
- l-mu'minīna
- ٱلْمُؤْمِنِينَ
- inanan
And olsun ki, Davud'a ve Süleyman'a ilim verdik. İkisi "Bizi mümin kullarının çoğundan üstün kılan Allah'a hamdolsun" dediler. ([27] Neml: 15)Tefsir
وَوَرِثَ سُلَيْمٰنُ دَاوٗدَ وَقَالَ يٰٓاَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ وَاُوْتِيْنَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍۗ اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُبِيْنُ ١٦
- wawaritha
- وَوَرِثَ
- ve mirasçı oldu
- sulaymānu
- سُلَيْمَٰنُ
- Süleyman
- dāwūda
- دَاوُۥدَۖ
- Davud'a
- waqāla
- وَقَالَ
- ve dedi ki
- yāayyuhā
- يَٰٓأَيُّهَا
- ey
- l-nāsu
- ٱلنَّاسُ
- insanlar
- ʿullim'nā
- عُلِّمْنَا
- bize öğretildi
- manṭiqa
- مَنطِقَ
- dili
- l-ṭayri
- ٱلطَّيْرِ
- kuşların
- waūtīnā
- وَأُوتِينَا
- ve bize verildi
- min
- مِن
- (bir pay)
- kulli
- كُلِّ
- her
- shayin
- شَىْءٍۖ
- şeyden
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- hādhā
- هَٰذَا
- bu
- lahuwa
- لَهُوَ
- elbette o
- l-faḍlu
- ٱلْفَضْلُ
- bir lutuftur
- l-mubīnu
- ٱلْمُبِينُ
- açık
Süleyman Davud'a varis oldu: "Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize herşeyden bolca verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur" dedi. ([27] Neml: 16)Tefsir
وَحُشِرَ لِسُلَيْمٰنَ جُنُوْدُهٗ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ يُوْزَعُوْنَ ١٧
- waḥushira
- وَحُشِرَ
- ve toplandı
- lisulaymāna
- لِسُلَيْمَٰنَ
- Süleyman'a
- junūduhu
- جُنُودُهُۥ
- orduları
- mina l-jini
- مِنَ ٱلْجِنِّ
- cinlerden
- wal-insi
- وَٱلْإِنسِ
- ve insanlar(dan)
- wal-ṭayri
- وَٱلطَّيْرِ
- ve kuşlar(dan)
- fahum
- فَهُمْ
- onlar
- yūzaʿūna
- يُوزَعُونَ
- sevk ediliyordu
Süleyman'ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil olan ordusu toplandı. Hepsi toplu olarak gidiyorlardı. ([27] Neml: 17)Tefsir
حَتّٰىٓ اِذَآ اَتَوْا عَلٰى وَادِ النَّمْلِۙ قَالَتْ نَمْلَةٌ يّٰٓاَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوْا مَسٰكِنَكُمْۚ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمٰنُ وَجُنُوْدُهٗۙ وَهُمْ لَا يَشْعُرُوْنَ ١٨
- ḥattā
- حَتَّىٰٓ
- nihayet
- idhā
- إِذَآ
- zaman
- ataw
- أَتَوْا۟
- geldikleri
- ʿalā
- عَلَىٰ
- üzerine
- wādi
- وَادِ
- vadisi
- l-namli
- ٱلنَّمْلِ
- karınca
- qālat
- قَالَتْ
- dedi
- namlatun
- نَمْلَةٌ
- bir karınca
- yāayyuhā
- يَٰٓأَيُّهَا
- ey
- l-namlu
- ٱلنَّمْلُ
- karıncalar
- ud'khulū
- ٱدْخُلُوا۟
- girin
- masākinakum
- مَسَٰكِنَكُمْ
- yuvalarınıza
- lā yaḥṭimannakum
- لَا يَحْطِمَنَّكُمْ
- sizi ezmesinler
- sulaymānu
- سُلَيْمَٰنُ
- Süleyman
- wajunūduhu
- وَجُنُودُهُۥ
- ve orduları
- wahum
- وَهُمْ
- ve onlar
- lā yashʿurūna
- لَا يَشْعُرُونَ
- farkında olmayarak
Sonunda, karıncaların bulunduğu vadiye geldiklerinde bir dişi (kraliçe) karınca: "Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, Süleyman'ın ordusu farkına varmadan sizi ezmesin" dedi. ([27] Neml: 18)Tefsir
فَتَبَسَّمَ ضَاحِكًا مِّنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ اَوْزِعْنِيْٓ اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِيْٓ اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضٰىهُ وَاَدْخِلْنِيْ بِرَحْمَتِكَ فِيْ عِبَادِكَ الصّٰلِحِيْنَ ١٩
- fatabassama
- فَتَبَسَّمَ
- tebessüm etti
- ḍāḥikan
- ضَاحِكًا
- gülümseyerek
- min qawlihā
- مِّن قَوْلِهَا
- onun sözüne
- waqāla
- وَقَالَ
- ve dedi
- rabbi
- رَبِّ
- Rabbim
- awziʿ'nī
- أَوْزِعْنِىٓ
- gönlüme ilham eyle
- an
- أَنْ
- diye
- ashkura
- أَشْكُرَ
- şükredeyim
- niʿ'mataka
- نِعْمَتَكَ
- ni'metine
- allatī anʿamta
- ٱلَّتِىٓ أَنْعَمْتَ
- lutfettiğin
- ʿalayya
- عَلَىَّ
- bana
- waʿalā
- وَعَلَىٰ
- ve
- wālidayya
- وَٰلِدَىَّ
- anama babama
- wa-an
- وَأَنْ
- ve diye
- aʿmala
- أَعْمَلَ
- yapayım
- ṣāliḥan
- صَٰلِحًا
- faydalı bir iş
- tarḍāhu
- تَرْضَىٰهُ
- senin beğeneceğin
- wa-adkhil'nī
- وَأَدْخِلْنِى
- ve beni sok
- biraḥmatika
- بِرَحْمَتِكَ
- rahmetinle
- fī
- فِى
- arasına
- ʿibādika
- عِبَادِكَ
- kullarının
- l-ṣāliḥīna
- ٱلصَّٰلِحِينَ
- iyi
Süleyman, onun sözüne hafifçe güldü ve: "Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimete şükürde, hoşnut olacağın işi yapmakta beni muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kullarının arasına koy" dedi. ([27] Neml: 19)Tefsir
وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَآ اَرَى الْهُدْهُدَۖ اَمْ كَانَ مِنَ الْغَاۤىِٕبِيْنَ ٢٠
- watafaqqada
- وَتَفَقَّدَ
- ve teftiş etti
- l-ṭayra
- ٱلطَّيْرَ
- kuşları
- faqāla
- فَقَالَ
- dedi ki
- mā
- مَا
- neden
- liya
- لِىَ
- ben
- lā arā
- لَآ أَرَى
- göremiyorum
- l-hud'huda
- ٱلْهُدْهُدَ
- hüdhüdü
- am
- أَمْ
- yoksa
- kāna
- كَانَ
- (mı) oldu?
- mina l-ghāibīna
- مِنَ ٱلْغَآئِبِينَ
- kayıplardan-
Süleyman, kuşları araştırarak: "Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplarda mı? Bana apaçık bir delil getirmelidir; yoksa onu ya şiddetli bir azaba uğratırım yahut keserim" dedi. ([27] Neml: 20)Tefsir