31
قَالَ فَأْتِ بِهٖٓ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصّٰدِقِيْنَ ٣١
- qāla
- قَالَ
- (Fir'avn) dedi
- fati
- فَأْتِ
- getir
- bihi
- بِهِۦٓ
- onu
- in
- إِن
- eğer
- kunta
- كُنتَ
- isen
- mina l-ṣādiqīna
- مِنَ ٱلصَّٰدِقِينَ
- doğrulardan
Firavun: "Doğru sözlülerden isen haydi getir" dedi. ([26] Suara: 31)Tefsir
32
فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُّبِيْنٌ ۚ ٣٢
- fa-alqā
- فَأَلْقَىٰ
- sonra attı
- ʿaṣāhu
- عَصَاهُ
- asasını
- fa-idhā
- فَإِذَا
- bir de (baktılar ki)
- hiya
- هِىَ
- o
- thuʿ'bānun
- ثُعْبَانٌ
- bir ejderha
- mubīnun
- مُّبِينٌ
- apaçık
Bunun üzerine Musa değneğini attı, besbelli bir yılan oluverdi. ([26] Suara: 32)Tefsir
33
وَنَزَعَ يَدَهٗ فَاِذَا هِيَ بَيْضَاۤءُ لِلنّٰظِرِيْنَ ࣖ ٣٣
- wanazaʿa
- وَنَزَعَ
- ve çıkardı
- yadahu
- يَدَهُۥ
- elini
- fa-idhā
- فَإِذَا
- işte
- hiya
- هِىَ
- o (da)
- bayḍāu
- بَيْضَآءُ
- parıl parıl parlıyor(du)
- lilnnāẓirīna
- لِلنَّٰظِرِينَ
- bakanlara
Elini çıkardı, bakanlara bembeyaz göründü. ([26] Suara: 33)Tefsir
34
قَالَ لِلْمَلَاِ حَوْلَهٗٓ اِنَّ هٰذَا لَسٰحِرٌ عَلِيْمٌ ۙ ٣٤
- qāla
- قَالَ
- (Fir'avn) dedi
- lil'mala-i
- لِلْمَلَإِ
- ileri gelenlere
- ḥawlahu
- حَوْلَهُۥٓ
- çevresindeki
- inna
- إِنَّ
- şüphesiz
- hādhā
- هَٰذَا
- bu
- lasāḥirun
- لَسَٰحِرٌ
- bir büyücüdür
- ʿalīmun
- عَلِيمٌ
- bilen
Firavun çevresinde bulunan ileri gelenlere: "Doğrusu bu bilgin bir sihirbaz; sizi sihirle yurdunuzdan çıkarmak istiyor; ne buyurursunuz?" dedi. ([26] Suara: 34)Tefsir
35
يُّرِيْدُ اَنْ يُّخْرِجَكُمْ مِّنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِهٖۖ فَمَاذَا تَأْمُرُوْنَ ٣٥
- yurīdu
- يُرِيدُ
- istiyor
- an yukh'rijakum
- أَن يُخْرِجَكُم
- sizi çıkarmak
- min arḍikum
- مِّنْ أَرْضِكُم
- toprağınızdan
- bisiḥ'rihi
- بِسِحْرِهِۦ
- büyüsüyle
- famādhā
- فَمَاذَا
- o halde ne?
- tamurūna
- تَأْمُرُونَ
- buyurursunuz
Firavun çevresinde bulunan ileri gelenlere: "Doğrusu bu bilgin bir sihirbaz; sizi sihirle yurdunuzdan çıkarmak istiyor; ne buyurursunuz?" dedi. ([26] Suara: 35)Tefsir
36
قَالُوْٓا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَابْعَثْ فِى الْمَدَاۤىِٕنِ حٰشِرِيْنَ ۙ ٣٦
- qālū
- قَالُوٓا۟
- dediler ki
- arjih
- أَرْجِهْ
- onu beklet
- wa-akhāhu
- وَأَخَاهُ
- ve kardeşini
- wa-ib'ʿath
- وَٱبْعَثْ
- ve gönder
- fī l-madāini
- فِى ٱلْمَدَآئِنِ
- kentlere
- ḥāshirīna
- حَٰشِرِينَ
- toplayıcılar
"Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere, sana bütün bilgin sihirbazları getirecek toplayıcılar gönder" dediler. ([26] Suara: 36)Tefsir
37
يَأْتُوْكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَلِيْمٍ ٣٧
- yatūka
- يَأْتُوكَ
- sana getirsinler
- bikulli
- بِكُلِّ
- bütün
- saḥḥārin
- سَحَّارٍ
- büyücüleri
- ʿalīmin
- عَلِيمٍ
- bilgin
"Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere, sana bütün bilgin sihirbazları getirecek toplayıcılar gönder" dediler. ([26] Suara: 37)Tefsir
38
فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِمِيْقَاتِ يَوْمٍ مَّعْلُوْمٍ ۙ ٣٨
- fajumiʿa
- فَجُمِعَ
- ve bir araya getirildi
- l-saḥaratu
- ٱلسَّحَرَةُ
- büyücüler
- limīqāti
- لِمِيقَٰتِ
- belirlenen vaktinde
- yawmin
- يَوْمٍ
- bir günün
- maʿlūmin
- مَّعْلُومٍ
- belli
Sihirbazlar, belirli bir günün bildirilen vaktinde toplandılar. ([26] Suara: 38)Tefsir
39
وَّقِيْلَ لِلنَّاسِ هَلْ اَنْتُمْ مُّجْتَمِعُوْنَ ۙ ٣٩
- waqīla
- وَقِيلَ
- ve denildi
- lilnnāsi
- لِلنَّاسِ
- halka da
- hal
- هَلْ
- musunuz?
- antum
- أَنتُم
- siz de
- muj'tamiʿūna
- مُّجْتَمِعُونَ
- toplanıyor
İnsanlara: "Siz de toplanır mısınız?" denildi. ([26] Suara: 39)Tefsir
40
لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ اِنْ كَانُوْا هُمُ الْغٰلِبِيْنَ ٤٠
- laʿallanā
- لَعَلَّنَا
- umarız ki
- nattabiʿu
- نَتَّبِعُ
- onlara uyarız
- l-saḥarata
- ٱلسَّحَرَةَ
- büyücülere
- in
- إِن
- eğer
- kānū
- كَانُوا۟
- ise
- humu
- هُمُ
- onlar
- l-ghālibīna
- ٱلْغَٰلِبِينَ
- üstün gelirler
"Sihirbazlar üstün gelirlerse biz de onlara uyarız" dediler. ([26] Suara: 40)Tefsir