11
قَوْمَ فِرْعَوْنَ ۗ اَلَا يَتَّقُوْنَ ١١
- qawma
- قَوْمَ
- kavmine
- fir'ʿawna
- فِرْعَوْنَۚ
- Fir'avn'ın
- alā yattaqūna
- أَلَا يَتَّقُونَ
- onlar korunmayacaklar mı?
Rabbin Musa'ya: "Haksızlık eden millete, Firavun'un milletine git" diye nida etmişti. "Haksızlıktan sakınmazlar mı?" ([26] Suara: 11)Tefsir
12
قَالَ رَبِّ اِنِّيْٓ اَخَافُ اَنْ يُّكَذِّبُوْنِ ۗ ١٢
- qāla
- قَالَ
- (Musa) dedi
- rabbi
- رَبِّ
- Rabbim
- innī
- إِنِّىٓ
- şüphesiz ben
- akhāfu
- أَخَافُ
- korkuyorum
- an
- أَن
- diye
- yukadhibūni
- يُكَذِّبُونِ
- beni yalanlayacaklar
Musa: "Rabbim! Doğrusu beni yalanlamalarından korkuyorum; göğsüm daralıyor, dilim açılmıyor. Onun için Harun'a da elçilik ver. Onların bana isnat ettikleri bir suç da vardır. Beni öldürmelerinden korkuyorum" demişti. ([26] Suara: 12)Tefsir
13
وَيَضِيْقُ صَدْرِيْ وَلَا يَنْطَلِقُ لِسَانِيْ فَاَرْسِلْ اِلٰى هٰرُوْنَ ١٣
- wayaḍīqu
- وَيَضِيقُ
- ve daralıyor
- ṣadrī
- صَدْرِى
- göğsüm
- walā
- وَلَا
- ve
- yanṭaliqu
- يَنطَلِقُ
- açılmıyor
- lisānī
- لِسَانِى
- dilim
- fa-arsil
- فَأَرْسِلْ
- onun için elçilik ver
- ilā hārūna
- إِلَىٰ هَٰرُونَ
- Harun'a da
Musa: "Rabbim! Doğrusu beni yalanlamalarından korkuyorum; göğsüm daralıyor, dilim açılmıyor. Onun için Harun'a da elçilik ver. Onların bana isnat ettikleri bir suç da vardır. Beni öldürmelerinden korkuyorum" demişti. ([26] Suara: 13)Tefsir
14
وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنْۢبٌ فَاَخَافُ اَنْ يَّقْتُلُوْنِ ۚ ١٤
- walahum
- وَلَهُمْ
- ve onların var
- ʿalayya
- عَلَىَّ
- bana yükledikleri
- dhanbun
- ذَنۢبٌ
- bir suç
- fa-akhāfu
- فَأَخَافُ
- korkuyorum
- an
- أَن
- diye
- yaqtulūni
- يَقْتُلُونِ
- beni öldürecekler
Musa: "Rabbim! Doğrusu beni yalanlamalarından korkuyorum; göğsüm daralıyor, dilim açılmıyor. Onun için Harun'a da elçilik ver. Onların bana isnat ettikleri bir suç da vardır. Beni öldürmelerinden korkuyorum" demişti. ([26] Suara: 14)Tefsir
15
قَالَ كَلَّاۚ فَاذْهَبَا بِاٰيٰتِنَآ اِنَّا مَعَكُمْ مُّسْتَمِعُوْنَ ۙ ١٥
- qāla
- قَالَ
- (Allah) dedi
- kallā
- كَلَّاۖ
- hayır
- fa-idh'habā
- فَٱذْهَبَا
- ikiniz de gidin
- biāyātinā
- بِـَٔايَٰتِنَآۖ
- ayetlerimizle
- innā
- إِنَّا
- şüphesiz biz
- maʿakum
- مَعَكُم
- sizinle beraberiz
- mus'tamiʿūna
- مُّسْتَمِعُونَ
- dinliyoruz
Allah: "Hayır; ikiniz mucizelerimizle gidiniz. Doğrusu Biz sizinle beraber dinlemekteyiz. Firavun'a varınız: "Biz şüphesiz alemlerin Rabbinin elçisiyiz; İsrailoğullarını bizimle beraber gönder, deyiniz" demişti. ([26] Suara: 15)Tefsir
16
فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُوْلَآ اِنَّا رَسُوْلُ رَبِّ الْعٰلَمِيْنَ ۙ ١٦
- fatiyā
- فَأْتِيَا
- gidin ikiniz
- fir'ʿawna
- فِرْعَوْنَ
- Fir'avn'e
- faqūlā
- فَقُولَآ
- ve deyin ki
- innā
- إِنَّا
- gerçekten biz
- rasūlu
- رَسُولُ
- elçisiyiz
- rabbi
- رَبِّ
- Rabbinin
- l-ʿālamīna
- ٱلْعَٰلَمِينَ
- alemlerin
Allah: "Hayır; ikiniz mucizelerimizle gidiniz. Doğrusu Biz sizinle beraber dinlemekteyiz. Firavun'a varınız: "Biz şüphesiz alemlerin Rabbinin elçisiyiz; İsrailoğullarını bizimle beraber gönder, deyiniz" demişti. ([26] Suara: 16)Tefsir
17
اَنْ اَرْسِلْ مَعَنَا بَنِيْٓ اِسْرَاۤءِيْلَ ۗ ١٧
- an arsil
- أَنْ أَرْسِلْ
- gönder
- maʿanā
- مَعَنَا
- bizimle beraber
- banī
- بَنِىٓ
- oğullarını
- is'rāīla
- إِسْرَٰٓءِيلَ
- İsrail
Allah: "Hayır; ikiniz mucizelerimizle gidiniz. Doğrusu Biz sizinle beraber dinlemekteyiz. Firavun'a varınız: "Biz şüphesiz alemlerin Rabbinin elçisiyiz; İsrailoğullarını bizimle beraber gönder, deyiniz" demişti. ([26] Suara: 17)Tefsir
18
قَالَ اَلَمْ نُرَبِّكَ فِيْنَا وَلِيْدًا وَّلَبِثْتَ فِيْنَا مِنْ عُمُرِكَ سِنِيْنَ ۗ ١٨
- qāla
- قَالَ
- (Fir'avn) dedi ki
- alam nurabbika
- أَلَمْ نُرَبِّكَ
- biz seni yetiştirmedik mi?
- fīnā
- فِينَا
- içimizden
- walīdan
- وَلِيدًا
- bir çocuk olarak
- walabith'ta
- وَلَبِثْتَ
- ve kalmadın mı?
- fīnā
- فِينَا
- aramızda
- min ʿumurika
- مِنْ عُمُرِكَ
- ömründen
- sinīna
- سِنِينَ
- nice yıllar
Firavun Musa'ya: "Biz seni çocukken yanımıza alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi? Sonunda yapacağını da yaptın. Sen nankörün birisin" dedi. ([26] Suara: 18)Tefsir
19
وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّتِيْ فَعَلْتَ وَاَنْتَ مِنَ الْكٰفِرِيْنَ ١٩
- wafaʿalta
- وَفَعَلْتَ
- ve yaptın
- faʿlataka
- فَعْلَتَكَ
- yaptığın
- allatī faʿalta
- ٱلَّتِى فَعَلْتَ
- o (kötü) işi
- wa-anta
- وَأَنتَ
- ve sen
- mina l-kāfirīna
- مِنَ ٱلْكَٰفِرِينَ
- nankörlerden(sin)
Firavun Musa'ya: "Biz seni çocukken yanımıza alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi? Sonunda yapacağını da yaptın. Sen nankörün birisin" dedi. ([26] Suara: 19)Tefsir
20
قَالَ فَعَلْتُهَآ اِذًا وَّاَنَا۠ مِنَ الضَّاۤلِّيْنَ ٢٠
- qāla
- قَالَ
- (Musa) dedi
- faʿaltuhā
- فَعَلْتُهَآ
- onu yaptığım
- idhan
- إِذًا
- zaman
- wa-anā
- وَأَنَا۠
- ben
- mina l-ḍālīna
- مِنَ ٱلضَّآلِّينَ
- dalalette idim
Musa: "O işi kasden yaptımsa sapıklardan biri sayılırım. Bu yüzden sizden korkunca aranızdan kaçtım. Sonra, Rabbim bana hikmet verip, beni peygamber yaptı. Başıma kaktığın bu nimet, İsrailoğullarını kendine köle ettiğinden ötürüdür" dedi. ([26] Suara: 20)Tefsir