181
۞ اَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُوْنُوْا مِنَ الْمُخْسِرِيْنَ ۚ ١٨١
- awfū
- أَوْفُوا۟
- tam yapın
- l-kayla
- ٱلْكَيْلَ
- ölçüyü
- walā
- وَلَا
- ve
- takūnū
- تَكُونُوا۟
- olmayın
- mina l-mukh'sirīna
- مِنَ ٱلْمُخْسِرِينَ
- eksiltenlerden
Şuayb onlara: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum, benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların hakkını azaltmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Sizi ve daha önceki nesilleri yaratandan korkun" dedi. ([26] Suara: 181)Tefsir
182
وَزِنُوْا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقِيْمِ ۚ ١٨٢
- wazinū
- وَزِنُوا۟
- tartın;
- bil-qis'ṭāsi
- بِٱلْقِسْطَاسِ
- terazi ile
- l-mus'taqīmi
- ٱلْمُسْتَقِيمِ
- dosdoğru
Şuayb onlara: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum, benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların hakkını azaltmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Sizi ve daha önceki nesilleri yaratandan korkun" dedi. ([26] Suara: 182)Tefsir
183
وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَاۤءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِى الْاَرْضِ مُفْسِدِيْنَ ۚ ١٨٣
- walā
- وَلَا
- ve
- tabkhasū
- تَبْخَسُوا۟
- kısmayın
- l-nāsa
- ٱلنَّاسَ
- insanların
- ashyāahum
- أَشْيَآءَهُمْ
- haklarını
- walā
- وَلَا
- ve
- taʿthaw
- تَعْثَوْا۟
- karışıklık çıkarmayın
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِ
- yeryüzünde
- muf'sidīna
- مُفْسِدِينَ
- bozgunculuk yaparak
Şuayb onlara: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum, benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların hakkını azaltmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Sizi ve daha önceki nesilleri yaratandan korkun" dedi. ([26] Suara: 183)Tefsir
184
وَاتَّقُوا الَّذِيْ خَلَقَكُمْ وَالْجِبِلَّةَ الْاَوَّلِيْنَ ۗ ١٨٤
- wa-ittaqū
- وَٱتَّقُوا۟
- ve korkun
- alladhī khalaqakum
- ٱلَّذِى خَلَقَكُمْ
- sizi yaratandan
- wal-jibilata
- وَٱلْجِبِلَّةَ
- ve nesilleri
- l-awalīna
- ٱلْأَوَّلِينَ
- önceki
Şuayb onlara: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum, benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların hakkını azaltmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Sizi ve daha önceki nesilleri yaratandan korkun" dedi. ([26] Suara: 184)Tefsir
185
قَالُوْٓا اِنَّمَآ اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّرِيْنَ ۙ ١٨٥
- qālū
- قَالُوٓا۟
- dediler ki
- innamā
- إِنَّمَآ
- muhakkak
- anta
- أَنتَ
- sen
- mina l-musaḥarīna
- مِنَ ٱلْمُسَحَّرِينَ
- iyice büyülenmişlerdensin
"Sen ancak büyülenmişin birisin. Bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin. Doğrusu seni yalancılardan sanıyoruz. Eğer doğru sözlü isen göğün bir parçasını üstümüze düşür" dediler. ([26] Suara: 185)Tefsir
186
وَمَآ اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا وَاِنْ نَّظُنُّكَ لَمِنَ الْكٰذِبِيْنَ ۚ ١٨٦
- wamā
- وَمَآ
- ve değilsin
- anta
- أَنتَ
- sen
- illā
- إِلَّا
- başka bir şey
- basharun
- بَشَرٌ
- bir insandan
- mith'lunā
- مِّثْلُنَا
- bizim gibi
- wa-in
- وَإِن
- ve
- naẓunnuka
- نَّظُنُّكَ
- biz seni sanıyoruz
- lamina l-kādhibīna
- لَمِنَ ٱلْكَٰذِبِينَ
- mutlaka yalancılardan
"Sen ancak büyülenmişin birisin. Bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin. Doğrusu seni yalancılardan sanıyoruz. Eğer doğru sözlü isen göğün bir parçasını üstümüze düşür" dediler. ([26] Suara: 186)Tefsir
187
فَاَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفًا مِّنَ السَّمَاۤءِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصّٰدِقِيْنَ ۗ ١٨٧
- fa-asqiṭ
- فَأَسْقِطْ
- o halde düşür
- ʿalaynā
- عَلَيْنَا
- üzerimize
- kisafan
- كِسَفًا
- parçalar
- mina l-samāi
- مِّنَ ٱلسَّمَآءِ
- gökten
- in
- إِن
- eğer
- kunta
- كُنتَ
- isen
- mina l-ṣādiqīna
- مِنَ ٱلصَّٰدِقِينَ
- doğrulardan
"Sen ancak büyülenmişin birisin. Bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin. Doğrusu seni yalancılardan sanıyoruz. Eğer doğru sözlü isen göğün bir parçasını üstümüze düşür" dediler. ([26] Suara: 187)Tefsir
188
قَالَ رَبِّيْٓ اَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُوْنَ ١٨٨
- qāla
- قَالَ
- dedi
- rabbī
- رَبِّىٓ
- Rabbim
- aʿlamu
- أَعْلَمُ
- daha iyi bilir
- bimā
- بِمَا
- şeyi
- taʿmalūna
- تَعْمَلُونَ
- yaptığınız
Şuayb: "Rabbim yaptıklarınızı çok iyi bilir" dedi. ([26] Suara: 188)Tefsir
189
فَكَذَّبُوْهُ فَاَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِ ۗاِنَّهٗ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيْمٍ ١٨٩
- fakadhabūhu
- فَكَذَّبُوهُ
- fakat onu yalanladılar
- fa-akhadhahum
- فَأَخَذَهُمْ
- nihayet onları yakaladı
- ʿadhābu
- عَذَابُ
- azabı
- yawmi
- يَوْمِ
- gününün
- l-ẓulati
- ٱلظُّلَّةِۚ
- gölge
- innahu
- إِنَّهُۥ
- gerçekten o
- kāna
- كَانَ
- idi
- ʿadhāba
- عَذَابَ
- azabı
- yawmin
- يَوْمٍ
- bir günün
- ʿaẓīmin
- عَظِيمٍ
- büyük
Ama onu yalanladılar. Bunun üzerine onları bulutlu bir günün azabı yakaladı. Gerçekten o gün, azabı büyük bir gündü. ([26] Suara: 189)Tefsir
190
اِنَّ فِيْ ذٰلِكَ لَاٰيَةً ۗوَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُّؤْمِنِيْنَ ١٩٠
- inna
- إِنَّ
- muhakkak ki
- fī
- فِى
- vardır
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- bunda
- laāyatan
- لَءَايَةًۖ
- bir ibret
- wamā
- وَمَا
- ama yine
- kāna
- كَانَ
- değildir
- aktharuhum
- أَكْثَرُهُم
- çokları
- mu'minīna
- مُّؤْمِنِينَ
- inananlardan
Doğrusu bunda bir ders vardır. Fakat çoğu inanmamıştır. ([26] Suara: 190)Tefsir