151
وَلَا تُطِيْعُوْٓا اَمْرَ الْمُسْرِفِيْنَ ۙ ١٥١
- walā tuṭīʿū
- وَلَا تُطِيعُوٓا۟
- uymayın
- amra
- أَمْرَ
- emrine
- l-mus'rifīna
- ٱلْمُسْرِفِينَ
- aşırıların
Kardeşleri Salih onlara: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Burada bahçelerde, pınar başlarında, ekinler, salkımları sarkmış hurmalıklar arasında güven içinde bırakılır mısınız? Dağlarda ustalıkla evler oyar mısınız? Artık Allah'tan sakının, bana itaat edin. Yeryüzünü ıslah etmeyip, bozgunculuk yapan beyinsizlerin emirlerine itaat etmeyin" dedi. ([26] Suara: 151)Tefsir
152
الَّذِيْنَ يُفْسِدُوْنَ فِى الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُوْنَ ١٥٢
- alladhīna
- ٱلَّذِينَ
- kimselerin
- yuf'sidūna
- يُفْسِدُونَ
- bozgunculuk yapan
- fī l-arḍi
- فِى ٱلْأَرْضِ
- yeryüzünde
- walā
- وَلَا
- ve
- yuṣ'liḥūna
- يُصْلِحُونَ
- ıslah etmeyenlerin
Kardeşleri Salih onlara: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Burada bahçelerde, pınar başlarında, ekinler, salkımları sarkmış hurmalıklar arasında güven içinde bırakılır mısınız? Dağlarda ustalıkla evler oyar mısınız? Artık Allah'tan sakının, bana itaat edin. Yeryüzünü ıslah etmeyip, bozgunculuk yapan beyinsizlerin emirlerine itaat etmeyin" dedi. ([26] Suara: 152)Tefsir
153
قَالُوْٓا اِنَّمَآ اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّرِيْنَ ۙ ١٥٣
- qālū
- قَالُوٓا۟
- dediler
- innamā
- إِنَّمَآ
- doğrusu
- anta
- أَنتَ
- sen
- mina l-musaḥarīna
- مِنَ ٱلْمُسَحَّرِينَ
- iyice büyülenmişlerdensin
"Sen şüphesiz büyülenmişin birisin; bizim gibi bir insandan başka birşey değilsin. Eğer doğru sözlü isen bir belge getir" dediler. ([26] Suara: 153)Tefsir
154
مَآ اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَاۙ فَأْتِ بِاٰيَةٍ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصّٰدِقِيْنَ ١٥٤
- mā
- مَآ
- değilsin
- anta
- أَنتَ
- sen
- illā
- إِلَّا
- başka
- basharun
- بَشَرٌ
- bir insandan
- mith'lunā
- مِّثْلُنَا
- bizim gibi
- fati
- فَأْتِ
- bize getir
- biāyatin
- بِـَٔايَةٍ
- bir mu'cize
- in
- إِن
- eğer
- kunta
- كُنتَ
- isen
- mina l-ṣādiqīna
- مِنَ ٱلصَّٰدِقِينَ
- doğrulardan
"Sen şüphesiz büyülenmişin birisin; bizim gibi bir insandan başka birşey değilsin. Eğer doğru sözlü isen bir belge getir" dediler. ([26] Suara: 154)Tefsir
155
قَالَ هٰذِهٖ نَاقَةٌ لَّهَا شِرْبٌ وَّلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَّعْلُوْمٍ ۚ ١٥٥
- qāla
- قَالَ
- dedi ki
- hādhihi
- هَٰذِهِۦ
- işte bu
- nāqatun
- نَاقَةٌ
- dişi devedir
- lahā
- لَّهَا
- onun vardır
- shir'bun
- شِرْبٌ
- su içme hakkı
- walakum
- وَلَكُمْ
- ve sizin vardır
- shir'bu
- شِرْبُ
- su içme hakkı
- yawmin
- يَوْمٍ
- bir gün
- maʿlūmin
- مَّعْلُومٍ
- belli
Salih: " İşte belge bu devedir. Kuyudan su içmek hakkı belirli bir gün onun ve belirli bir gün de sizindir; sakın ona bir kötülük yapmayın, yoksa sizi büyük günün azabı yakalar" dedi. ([26] Suara: 155)Tefsir
156
وَلَا تَمَسُّوْهَا بِسُوْۤءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظِيْمٍ ١٥٦
- walā
- وَلَا
- sakın
- tamassūhā
- تَمَسُّوهَا
- ona dokundurmayın
- bisūin
- بِسُوٓءٍ
- bir kötülük
- fayakhudhakum
- فَيَأْخُذَكُمْ
- sonra sizi yakalar
- ʿadhābu
- عَذَابُ
- azabı
- yawmin
- يَوْمٍ
- bir günün
- ʿaẓīmin
- عَظِيمٍ
- büyük
Salih: " İşte belge bu devedir. Kuyudan su içmek hakkı belirli bir gün onun ve belirli bir gün de sizindir; sakın ona bir kötülük yapmayın, yoksa sizi büyük günün azabı yakalar" dedi. ([26] Suara: 156)Tefsir
157
فَعَقَرُوْهَا فَاَصْبَحُوْا نٰدِمِيْنَ ۙ ١٥٧
- faʿaqarūhā
- فَعَقَرُوهَا
- nihayet onu kestiler
- fa-aṣbaḥū
- فَأَصْبَحُوا۟
- ama oldular
- nādimīna
- نَٰدِمِينَ
- pişman
Onlar ise deveyi kestiler; ama pişman da oldular. ([26] Suara: 157)Tefsir
158
فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُۗ اِنَّ فِيْ ذٰلِكَ لَاٰيَةً ۗوَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُّؤْمِنِيْنَ ١٥٨
- fa-akhadhahumu
- فَأَخَذَهُمُ
- ve onları yakaladı
- l-ʿadhābu
- ٱلْعَذَابُۗ
- azab
- inna
- إِنَّ
- muhakkak ki
- fī
- فِى
- vardır
- dhālika
- ذَٰلِكَ
- bunda
- laāyatan
- لَءَايَةًۖ
- bir ibret
- wamā
- وَمَا
- ama yine
- kāna
- كَانَ
- değildir
- aktharuhum
- أَكْثَرُهُم
- çokları
- mu'minīna
- مُّؤْمِنِينَ
- inananlardan
Bunun üzerine onları azap yakaladı. Doğrusu bunda bir ders vardır, fakat çoğu inanmamıştır. ([26] Suara: 158)Tefsir
159
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيْزُ الرَّحِيْمُ ࣖ ١٥٩
- wa-inna
- وَإِنَّ
- şüphesiz
- rabbaka
- رَبَّكَ
- Rabbin
- lahuwa
- لَهُوَ
- işte O'dur
- l-ʿazīzu
- ٱلْعَزِيزُ
- üstün olan
- l-raḥīmu
- ٱلرَّحِيمُ
- merhamet eden
Rabbin şüphesiz güçlüdür, merhametlidir. ([26] Suara: 159)Tefsir
160
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوْطِ ِۨالْمُرْسَلِيْنَ ۖ ١٦٠
- kadhabat
- كَذَّبَتْ
- yalanladı
- qawmu
- قَوْمُ
- kavmi
- lūṭin
- لُوطٍ
- Lut
- l-mur'salīna
- ٱلْمُرْسَلِينَ
- gönderilen elçileri
Lut milleti de peygamberleri yalanladı. ([26] Suara: 160)Tefsir