وَاِذَا رَاَوْكَ اِنْ يَّتَّخِذُوْنَكَ اِلَّا هُزُوًاۗ اَهٰذَا الَّذِيْ بَعَثَ اللّٰهُ رَسُوْلًا ٤١
- wa-idhā
- وَإِذَا
- ve zaman
- ra-awka
- رَأَوْكَ
- seni gördükleri
- in yattakhidhūnaka
- إِن يَتَّخِذُونَكَ
- seni yapmıyorlar
- illā
- إِلَّا
- başka bir şey
- huzuwan
- هُزُوًا
- eğlence konusundan
- ahādhā
- أَهَٰذَا
- bunu mu?
- alladhī baʿatha
- ٱلَّذِى بَعَثَ
- göndermiş
- l-lahu
- ٱللَّهُ
- Allah
- rasūlan
- رَسُولًا
- elçi
Seni gördükleri zaman, "Allah'ın gönderdiği elçi bu mudur?" diye alaya almaktan başka birşey yapmazlar. ([25] Furkan: 41)Tefsir
اِنْ كَادَ لَيُضِلُّنَا عَنْ اٰلِهَتِنَا لَوْلَآ اَنْ صَبَرْنَا عَلَيْهَاۗ وَسَوْفَ يَعْلَمُوْنَ حِيْنَ يَرَوْنَ الْعَذَابَ مَنْ اَضَلُّ سَبِيْلًا ٤٢
- in kāda
- إِن كَادَ
- nerdeyse
- layuḍillunā
- لَيُضِلُّنَا
- bizi saptıracaktı (diyorlar)
- ʿan ālihatinā
- عَنْ ءَالِهَتِنَا
- tanrılarımızdan
- lawlā
- لَوْلَآ
- eğer etmeseydik
- an ṣabarnā
- أَن صَبَرْنَا
- biz kararlılık
- ʿalayhā
- عَلَيْهَاۚ
- onda
- wasawfa
- وَسَوْفَ
- ve yakında
- yaʿlamūna
- يَعْلَمُونَ
- bileceklerdir
- ḥīna
- حِينَ
- zaman
- yarawna
- يَرَوْنَ
- gördükleri
- l-ʿadhāba
- ٱلْعَذَابَ
- azabı
- man
- مَنْ
- kimin
- aḍallu
- أَضَلُّ
- sapık olduğunu
- sabīlan
- سَبِيلًا
- yolunun
"Tanrılarımız üzerinde direnmeseydik, doğrusu neredeyse bizi onlardan uzaklaştıracaktı" derler. Azabı gördükleri zaman, kimin yolunun sapık olduğunu bileceklerdir. ([25] Furkan: 42)Tefsir
اَرَءَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهٗ هَوٰىهُۗ اَفَاَنْتَ تَكُوْنُ عَلَيْهِ وَكِيْلًا ۙ ٤٣
- ara-ayta
- أَرَءَيْتَ
- gördün mü?
- mani
- مَنِ
- kimseyi
- ittakhadha
- ٱتَّخَذَ
- edinen
- ilāhahu
- إِلَٰهَهُۥ
- tanrı
- hawāhu
- هَوَىٰهُ
- arzusunu
- afa-anta
- أَفَأَنتَ
- sen mi?
- takūnu
- تَكُونُ
- olacaksın
- ʿalayhi
- عَلَيْهِ
- onun üstüne
- wakīlan
- وَكِيلًا
- bekçi
Hevesini kendine tanrı edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın? ([25] Furkan: 43)Tefsir
اَمْ تَحْسَبُ اَنَّ اَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُوْنَ اَوْ يَعْقِلُوْنَۗ اِنْ هُمْ اِلَّا كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّ سَبِيْلًا ࣖ ٤٤
- am
- أَمْ
- yoksa
- taḥsabu
- تَحْسَبُ
- sanıyor musun ki?
- anna
- أَنَّ
- gerçekten
- aktharahum
- أَكْثَرَهُمْ
- onların çoğu
- yasmaʿūna
- يَسْمَعُونَ
- işitiyorlar
- aw
- أَوْ
- veya
- yaʿqilūna
- يَعْقِلُونَۚ
- düşünüyorlar
- in
- إِنْ
- değildir
- hum
- هُمْ
- onlar
- illā
- إِلَّا
- ancak
- kal-anʿāmi
- كَٱلْأَنْعَٰمِۖ
- hayvanlar gibidir
- bal
- بَلْ
- hatta
- hum
- هُمْ
- onlar
- aḍallu
- أَضَلُّ
- daha sapıktır
- sabīlan
- سَبِيلًا
- yolca
Yoksa çoklarının söz dinlediklerini veya aklettiklerini mi sanırsın? Onlar şüphesiz davarlar gibidir, belki daha da sapık yolludurlar. ([25] Furkan: 44)Tefsir
اَلَمْ تَرَ اِلٰى رَبِّكَ كَيْفَ مَدَّ الظِّلَّۚ وَلَوْ شَاۤءَ لَجَعَلَهٗ سَاكِنًاۚ ثُمَّ جَعَلْنَا الشَّمْسَ عَلَيْهِ دَلِيْلًا ۙ ٤٥
- alam tara
- أَلَمْ تَرَ
- görmedin mi?
- ilā rabbika
- إِلَىٰ رَبِّكَ
- Rabbini
- kayfa
- كَيْفَ
- nasıl?
- madda
- مَدَّ
- uzattı
- l-ẓila
- ٱلظِّلَّ
- gölgeyi
- walaw
- وَلَوْ
- ve şayet
- shāa
- شَآءَ
- dileseydi
- lajaʿalahu
- لَجَعَلَهُۥ
- onu yapardı
- sākinan
- سَاكِنًا
- durgun
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- jaʿalnā
- جَعَلْنَا
- kıldık
- l-shamsa
- ٱلشَّمْسَ
- güneşi
- ʿalayhi
- عَلَيْهِ
- ona
- dalīlan
- دَلِيلًا
- bir delil
Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin? İsteseydi onu durdururdu. Sonra Biz güneşi, ona delil kılıp yavaş yavaş kendimize çekmişizdir. ([25] Furkan: 45)Tefsir
ثُمَّ قَبَضْنٰهُ اِلَيْنَا قَبْضًا يَّسِيْرًا ٤٦
- thumma
- ثُمَّ
- sonra
- qabaḍnāhu
- قَبَضْنَٰهُ
- çekip aldık
- ilaynā
- إِلَيْنَا
- kendimize
- qabḍan
- قَبْضًا
- yavaş yavaş
- yasīran
- يَسِيرًا
- kolayca
Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin? İsteseydi onu durdururdu. Sonra Biz güneşi, ona delil kılıp yavaş yavaş kendimize çekmişizdir. ([25] Furkan: 46)Tefsir
وَهُوَ الَّذِيْ جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِبَاسًا وَّالنَّوْمَ سُبَاتًا وَّجَعَلَ النَّهَارَ نُشُوْرًا ٤٧
- wahuwa
- وَهُوَ
- O
- alladhī
- ٱلَّذِى
- ki
- jaʿala
- جَعَلَ
- yaptı
- lakumu
- لَكُمُ
- sizin için
- al-layla
- ٱلَّيْلَ
- geceyi
- libāsan
- لِبَاسًا
- elbise
- wal-nawma
- وَٱلنَّوْمَ
- ve uykuyu
- subātan
- سُبَاتًا
- dinlenme
- wajaʿala
- وَجَعَلَ
- ve yaptı
- l-nahāra
- ٱلنَّهَارَ
- gündüzü
- nushūran
- نُشُورًا
- kalkıp çalışma zamanı
Size geceyi örtü, uykuyu rahatlık kılan, gündüzü çalışma zamanı yapan Allah'tır. ([25] Furkan: 47)Tefsir
وَهُوَ الَّذِيْٓ اَرْسَلَ الرِّيٰحَ بُشْرًاۢ بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهٖۚ وَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاۤءِ مَاۤءً طَهُوْرًا ۙ ٤٨
- wahuwa
- وَهُوَ
- ve O
- alladhī
- ٱلَّذِىٓ
- ki
- arsala
- أَرْسَلَ
- gönderdi
- l-riyāḥa
- ٱلرِّيَٰحَ
- rüzgarları
- bush'ran
- بُشْرًۢا
- müjdeci
- bayna
- بَيْنَ
- arasında (önünde)
- yaday
- يَدَىْ
- ellerinin (önünde)
- raḥmatihi
- رَحْمَتِهِۦۚ
- rahmetinin
- wa-anzalnā
- وَأَنزَلْنَا
- ve indirdik
- mina l-samāi
- مِنَ ٱلسَّمَآءِ
- gökten
- māan
- مَآءً
- bir su
- ṭahūran
- طَهُورًا
- tertemiz
Rüzgarları rahmetinin önünde müjdeci gönderen O'dur. Ölü bir yeri diriltmek ve yarattığımız nice hayvan ve insanları sulamak için gökten tertemiz su indirmişizdir. ([25] Furkan: 48)Tefsir
لِّنُحْيِ َۧ بِهٖ بَلْدَةً مَّيْتًا وَّنُسْقِيَهٗ مِمَّا خَلَقْنَآ اَنْعَامًا وَّاَنَاسِيَّ كَثِيْرًا ٤٩
- linuḥ'yiya
- لِّنُحْۦِىَ
- diriltelim diye
- bihi
- بِهِۦ
- onunla
- baldatan
- بَلْدَةً
- bir ülkeyi
- maytan
- مَّيْتًا
- ölü
- wanus'qiyahu
- وَنُسْقِيَهُۥ
- ve onunla sulayalım diye
- mimmā khalaqnā
- مِمَّا خَلَقْنَآ
- yarattığımız
- anʿāman
- أَنْعَٰمًا
- hayvanlardan;
- wa-anāsiyya
- وَأَنَاسِىَّ
- ve insanlardan
- kathīran
- كَثِيرًا
- birçoğunu
Rüzgarları rahmetinin önünde müjdeci gönderen O'dur. Ölü bir yeri diriltmek ve yarattığımız nice hayvan ve insanları sulamak için gökten tertemiz su indirmişizdir. ([25] Furkan: 49)Tefsir
وَلَقَدْ صَرَّفْنٰهُ بَيْنَهُمْ لِيَذَّكَّرُوْاۖ فَاَبٰىٓ اَكْثَرُ النَّاسِ اِلَّا كُفُوْرًا ٥٠
- walaqad
- وَلَقَدْ
- ve andolsun
- ṣarrafnāhu
- صَرَّفْنَٰهُ
- etraflıca anlattık
- baynahum
- بَيْنَهُمْ
- onların aralarında
- liyadhakkarū
- لِيَذَّكَّرُوا۟
- öğüt alsınlar diye
- fa-abā
- فَأَبَىٰٓ
- ama direnmektedir
- aktharu
- أَكْثَرُ
- çoğu
- l-nāsi
- ٱلنَّاسِ
- insanların
- illā
- إِلَّا
- ancak
- kufūran
- كُفُورًا
- inkarda
And olsun ki öğüt almaları için ülkeler arasında yer yer türlü türlü yağmur yağdırmışızdır. Buna rağmen insanların çoğu nankörlükte direnmiştir. ([25] Furkan: 50)Tefsir